Müslümanlar demokrasiyi zenginleştireceklerdir

Müslüman toplulukların yıllardır içte totaliter, baskıcı ve anti-demokratik yönetimlerin, dıştan da kapitalist, emperyalist, sömürgeci devletlerin engelleme faaliyetleri altında çok taraflı bir kimlik, kültür ve bilinç bunalımı yaşadıkları bilinen bir gerçektir. Küresel bir değer haline gelen demokrasinin bu topluluklara nüfuz edememiş olmasını ciddi anlamda analiz etmek gerekiyor… İçinde bireyin inanç değerlerini barındıran bunu dışlamayan bir demokrasi anlayışı bizatihi demokrasinin ruhuna, iddiasına ters mi düşer yoksa gittikçe özgürlük alanı daralan bireyin tüm ihtiyaçlarını giderip onun yaşam alanını genişletebilmek için demokrasinin içeriğini, felsefesini ahlaki bir bilinçle yeniden üretip zenginleştirmek mi gerekiyor? 

 

Ahmet Davudoğlu “Küreselleşme, zihniyet bunalımı ve demokrasi*” adlı makalesinde demokrasinin en etkin küresel değer olduğu bugünkü uluslar arası sistemin uluslar arası kurumlarında dünya nüfusunun büyük çoğunluğunu dışlayan tam bir Atina demokrasisi anlayışının hâkim olduğunu ifade ediyor. Davudoğlu; Demokrasinin, Hıristiyan dini geleneği reddetmekle birlikte bu geleneğin sürekliliği içinde vücud bulmuş sekularizme indirgenmesi ve bu anlamda küreselleştirilmeye çalışılması aslında demokrasinin ortak bir insanlık tecrübesi haline dönüşmesini de güçlendirmektedir demektedir. Diğer taraftan dini kaynaklı kültürel değerleri ve bu değerlerin sosyal yansılamalarını bir kilise dogmasını yok edercesine tasfiye etmeye çalışan bir sekuler anlayışın bir taraftan hem farklılaşmaya dayanan demokrasinin iç mantığıyla hem çoğulculuk ilkesinin en temel ön şartıyla çelişkiye düşmekte olduğunu diğer taraftan da Batı’da görülen kilise benzeri bir yapıyı hiçbir zaman bünyesinde barındırmamış olan kendi toplumunun tarihi tecrübesine ve kültürüne yapısına yabancılaşmakta olduğunu özellikle vurgulamıştır Davudoğlu…

 

Sekuler bir anlayışla biçimlenen demokrasinin dini ve kültürel değerleri dışlayarak küresel bir değer haline gelmesi/getirilmesi kuşkusuz insan eksenli birçok sorunu ve bunalımı da beraberinde getirmiştir. Bugün Ortadoğulu bir Arap ile Afrikalı bir zencinin ekonomik, siyasi, kültürel ve sosyal haklar yönünden Avrupalı sıradan bir vatandaşın gerisinde bulunması böyle gitmesi durumunda hiçbir zaman eşitlenemeyecek olmaları bahsettiğimiz sorunun en başında yer almaktadır. İçinde eşitliği, insan haklarını, sosyalleşmeyi ve katılımı barındıran demokrasinin Ortadoğulu birisiyle bir İngiliz vatandaşını haklar ve özgürlükler bakımından eşitleyememesi gerçekten düşündürücüdür.

 

İslam düşüncesinin demokrasiyle, liberalizmle birçok yönden benzeştiği bilinmelidir. Allah insanı yarattığında ona ne kadar güvendiğini meleklere bizzat söylemiştir.(Bkz. Bakara suresi, ayet;30)Hz. Muhammed “Kendini bilen Rabbini bilir” demiştir. Ayrıca Hz. Muhammed’in vefatından sonra Müslümanlar demokratik yollardan Hz. Ebu Bekir’i halife seçmişlerdir. ” Belki de tarihte metafizik temelli bir siyasi otorite anlayışından bireylerin katılımına dayalı rasyonel bir siyasi otorite anlayışına geçiş sadece ve sadece Hz. Muhammed’in vefatından sonra Hz. Ebu Bekir’in hilafete seçilmesi ile gerçekleşmiştir.”**

 

Ancak Müslümanlar son 200 yıldır karşı karşıya kaldıkları sıkıntıları, açmazları, sorunları, geri kalmışlıklarını ciddi analizlerle tespit edip kendilerini çağın gelişmelerine uygun bir şekilde donatamamışlar ve yeni projeler üretememişlerdir. 19 yy.da Kuzey Afrika, Arabistan, Afganistan, Pakistan, İran Türkiye Cezayir, Suriye Endenozya vs gibi ülkelerde gerekli çabalar gösterilmiş olsa da geldiğimiz nokta dikkate alındığında bu çabaların ve gayretlerin yeterince özümsenmediği ve değerlendirilmediği gözlemlenmektedir.

Sekularizm temelli demokrasi anlayışının hâlihazırda birçok sorunu bünyesinde barındırdığı aşikâr. Burada ciddi bir boşluk var. Günümüzde demokrasi neredeyse güçlü devletlerin güçlerine güç katmak ve güçlerini zayıflar üzerinde bir baskı unsuru olarak kullanmalarını meşrulaştırmaya yarıyor… ABD’nin Irak’ı demokratikleştirmek adına işgal etmesi buna örnek gösterilebilir… Bu durumda (bazı devletlere göre) demokrasi, güçlü olana kadar inandırıcılık arz etmektedir güçlü olduktan sonrada zayıfların sömürülmesini meşrulaştıran bir kılıfa bürünebilmektedir.

 

Demokrasinin gerek ulusal gerekse uluslar arası düzeyde insanların hayat, bilim, özgürlük ve inanç değerleri bakımından oluşan boşluklarını dolduracak olan kesim şüphesiz demokrasi ve özgürlük yanlısı olan Müslümanlar olacaktır. Ancak bunun için Müslümanların öncelikle ne olduklarını,ahlaki ve ontolojik değerleri bakımından ne ifade ettiklerini net bir şekilde ortaya koymaları gerekmektedir.İsmet Özel “Tahrir Vazifeleri” adlı kitabında;”Biz kendimizi bulmadan,ne ifade ettiğimizi ortaya koymadan bilgiyle,düşünceyle objektif bir ilişkiye geçebilirmişiz gibi bir tutum içersindeyiz.Son çağda devemizi/hikmeti kaybettiğimizde üzerinde biz vardık.Kendimizi bulmadıkça devemiz ele geçmeyecek,devemizi bulmadıkça kendimize gelemeyeceğiz.”demektedir.

 

Müslümanlar; içinde kapitalist üretim tarzının ürettiği değerleri barındırmayan, coca cola tarzı özgürlük anlayışından soyutlanmış, bir ürünün bin bir çeşit versiyonundan birini tercih etmenin özgür iradenin kullanımı olduğu bilincinden uzak, bireyin inanç değerlerini de kapsayan, insanın düşünce, inanç ve değer yargılarına ters düşmeyen, dışlamayan onu bir nesne olma durumundan uzaklaştırıp kâinatın öznesi kılan bir demokrasi ve özgürlük anlayışını hayata geçirebilirler. Çünkü hem geçmiş medeniyet tecrübesi buna müsait hem de insanın dünyada ne ifade ettiğine dair net bilgi sahibiler…

 

Demokrasinin tüm insanlık değerlerini kuşatan küresel bir değer haline gelmesi Müslümanların eliyle olacaktır…

 

 

*  Bilge Adamlar Dergisi sayı;17, s.92,93

** Bilge Adamlar Dergisi sayı;17, s.95

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.