O beste

Başsavcı açıklamalarından, “ordu birliklerinin” döşediği mayına kurban verdiğimiz yedi askerimize... Genelkurmay ile Hürriyet’in haber çekişmesinden, “en konuşkan” Genelkurmay Başkanı...

... yeni açıklamalarına... Ergenekon’dan, Kafes Davası’nın ilk duruşmasına...  Türk-Yunan ilişkilerinde limonileşir gibi olan askeri gelişmelerden... Anayasa çalışmalarına...

İkinci Dünya Savaşı’nda katledilen 28 bin Polonyalıyı anmak için Rusya’ya giderken şaibelere açık bir biçimde düşen uçakta yitip giden Polonya Devlet Başkanı’yla resmi görevlilere...

Bir yanım bunlarla ilgiliydi. Diğer yanım ise... Hayat hikâyesi Oscar ödüllü “Shine” filmi ile beyazperdeye aktarılan şizofreni hastası dahi piyanist David Helfgott’un İstanbul’da verdiği konserler...

Ve o konserlerin tortularıyla ilgiliydi.

Üstelik... Konserler öncesi düzenlenen basın toplantısında David Helfgott’un ilerleyen yaşı nedeniyle yaz sonunda yurtdışı konserlerine son vereceğinin de açıklanmış olması bu ilgimi daha da pekiştirmekteydi...

 ***

David Helfgott rüzgârının peşinde koşarken, bir yandan da hafızamdan bizim gündemimize “girebilen ve giremeyen” konular listesi yapmaya çabalıyordum.

Piyano ve piyanist o listenin neresindeydi?

Bu çaba, daha başka bir çağrışımın kapısına getirdi beni. Köylü toplumunun şahikası sayılan Çin’e o yüzden yelken açtım.

***

Son zamanlarda nereye baksam bir köşeden “o” çıkıveriyor.

Olimpiyat oyunlarının açılışında...

Davos toplantılarına çağrılanlar arasında...

Ya da bir dünya ayini haline gelen Salzburg’daki Mozart Festivali’nde.

“O” kim? Çinli piyanist Lang Lang.

Lang Lang, 1982 doğumlu bir dünya starı...

Klasik müzik çalanın da, dinleyenin de, “arınıp” yeniden “eğitilsinler” diye köylere yollandığı Çin’deki Kültür Devrimi’nin enkazından doğan çok yetenekli gencecik bir piyanist.

Sadece Lang Lang mı? 36 milyon Çinlinin de piyano ile efsunlandığını öğreniyorum...

Çin’de piyano ile haşır neşir olan Türkiye nüfusunun yarısı kadar genç insan var.

Acaba diyorum David Helfgott Çin’e gitse, ilgi nasıl olurdu?

***

Her şeye kulağımı tıkarcasına bu Pazar günü Helfgott diye tutturmam, biraz da öyküsünün de rastlanmayacak özelliklere sahip olmasından...

Çünkü... Dünyanın en zor eserlerinden biri kabul edilen Sergei Rahmaninoff’un 3. Piyano Konçertosu, yani Helfgott’un en sevdiği parça, onun hayatına adeta damgasını vurdu.

O, bu parçayı çalarken akıl sağlığını kaybetti ve akıl hastanesinde tedavi gördüğü 12 yıl boyunca piyano çalması yasaklandı.

Hastaneden kaçıp piyano çaldığı bir barda dünyanın en iyi piyanistlerinden biri olduğu anlaşılınca hayatı yeniden değişti.

***

Ve üstelik Helfgott, kendini bulduğunu söylediği Rahmaninoff’un 3. Piyano Konçertosu’nu çalmaya devam ediyor.

Hem de bu zor eseri dünya üzerinde başarıyla çalabilen dört kişiden biri olarak...

Helfgott bu parçayı İstanbul Konseri’nde de çaldı. Rahmaninoff’un 3. Piyano Konçertosu’nu çalması, İstanbul’a dünyanın birçok önemli tur operatörünün de özel turlar düzenlemesine neden oldu...

 ***

Dünyayı meraka celbeden bu olağanüstü hikâye için, hikâyenin kahramanı Helfgott şunları söylüyor:

“Benim o sinir krizini geçirmeme neden olan şey kesinlikle müzik değil, kişisel problemlerden kaynaklanan aşırı üzüntüydü.

Bugün de hala ne zaman bu konçertoyu çalsam notalar ve müziğin içinde kayboluyorum, başka bir yere ve zamana geçiş yapıyorum.

Bu parça varlığımı mutlulukla dolduruyor ve bu ilham verici deneyimi yaşadığım için kendimi kutsanmış hissediyorum.”

 ***

Ölümlere... Acılara... Kederlere karşı...

Bu Pazar kısa bir anlığına da olsa, hiç mi hiç alışık olmasak bile, Rahmaninoff’un 3. Piyano Konçertosu’na kulak kabartmaya ne dersiniz?

Hele bir de David Helfgott icra etmişse...

Bir bestenin... Bir bestecinin...Bir yaşamı, tüm dünyayı ayağa kaldıracak bir biçimde ikiye parçaladığını da görmüş olursunuz.


 

Önceki ve Sonraki Yazılar