Panik yapmayın, bizde bankalar sağlam, hata bazı bankacılarda

Bankacının yiğidi “krizde” belli olur. Yiğit bankacı, bir ay önce “Kredi vereyim” diyerek peşinden koştuğu müşterisini, bir ay sonra arayarak “Kredinizi hemen kapatın, yoksa icraya veririm” diyerek sıkıştırmaz. “Onlar batacak” söylentisiyle rakip bankalardaki mevduatı kendi bankasına çekme arayışına girmez...


Dışarıda esen kriz fırtınasının bizi de az veya çok etkilememesi imkânsızdır. Dışarıdaki kriz fırtınası karşısında dünyanın en güçlü bankalarının ve finans kuruluşlarının sarsıldığını ve yıkıldığını gördük. Dışarıda bankaların ve finans kuruluşlarının sarsılmasının ve yıkılmasının nedenleri şunlardır:
(1) Dandik bonolara ve senetlere para bağlamışlardı. Bunların karşılığının olmadığı anlaşılınca açıklarını kapatmak için para bulma paniğine kapıldılar.
(2) Bu panik güven bunalımı yarattı. Bankalar ve finans kuruluşları birbirlerine kredi vermeyi kesti. O zaman da sistem kilitlendi.
(3) Merkez bankaları ve hükümetler işte bu kilidi açmak, sistemin birbiriyle olağan ilişkisini tekrar işler hale getirmek için sisteme para akıtıyor. Çünkü sistem kilitlenince sadece bankalar ve finans kuruluşları zor duruma düşmez,ekonomi de durur. Onlar kendi aralarında kredi işlemini durdurunca, kendi başlarına yaşayamazlar. Ekonomiyi fonlamaya devam edemezler. Önce kendi aralarında fon akımı işler hale gelecek ki, sonra ekonomiyi fonlayabilsinler.

Pahalı bir fatura...
Önemli olan şu: Dışarıda banka sisteminin ve finans sisteminin karşılaştığı bu sorunlara, sistemin kilitlenmesine rağmen insanlar paralarını çekmek için bankalara hücum etmedi. Belli bankalarda sorun yaşandı ama bu sorunlar kısa sürede çözüldü. Panik yaygınlaşmadı.
Biz 2000'li yılların başlında yaşadığımız bankacılık krizi nedeniyle çok pahalı bir fatura ödedik. Faturayı ödemeye devam ediyoruz. Ama bu arada banka sistemimiz güçlendi.
(1) BDDK adı verilen otorite bankaları iyi gözlüyor ve denetliyor. (2) Bankaların sermaye yeterlilikleri tamam. (3) Bankalarımızda dan-dik bono sorunu yok. (4) Bankalarımızın döviz varlıkları ile döviz yükümlülükleri dengeli.
Dışarıda esen fırtınanın bizim bankacılık ve finans sistemimizi kilitlememesi için: (1) Bankalarımızın güven bunalımı yaratacak davranışlardan kaçınmaları, halkın banka hesaplarından para çekmelerine yol açacak yanlışları yapmamaları gerekir. (2) Bankaların ve finans kuruluşlarının hepsi bir kayıkta. Birbirlerini fonlamayı durdurmamaları, birbirleri arasındaki para hareketini kesmemeleri gerekir. (3) Karışık ortamı fırsat bilerek müşteri çalma rekabetine girmemeleri gerekir. (4) Risk korkusuyla ekonomiyi kredileme faaliyetlerinde kısıntıya gitmemeleri, kredileri erken çağırma yanlışına düşmemeleri, kredi işlemlerini eski çizgide sürdürmeleri gerekir.
Tabii Merkez Bankası'nın da sorunluluğu devam ediyor. Merkez'in de (bankaların birbirini kısa vadeli fonlamayı durdurmalarından sonra) bankaların kısa vadeli YTL ve döviz ihtiyaçlarını karşılamaya özen göstermesi beklenir.

Kim, nerede yanlış yapıyor?
Bankacının yiğidi “kriz ve panik dönemlerinde” belli olur. Yiğit bankacı (1) bankasının güçlü olarak ayakta kalmasını sağlar. Kriz ve panik döneminden yara bere almadan çıkar. (2) Ama bankasının müşterileri ve ekonomiyi kredileme faaliyetini aksatmaz.
Yiğit bankacı, bir ay önce “Kredi vereyim” diyerek peşinden koştuğu müşterisini, bir ay sonra arayarak “Kredinizi hemen kapatın, yoksa icra takibini başlatırım” diyerek sıkıştırmaz.
Yiğit bankacı (eğer imkânı varsa), üç gün önce fon fazlasını değerlendirmek için kapısını çaldığı rakip bankanın kısa vadeli fon talebini karşılamamazlık edemez. Yarın o da aynı duruma düştüğünde, başka banka ona yardımda bulunmaz.
Ne yazık ki, şu günlerde bazı bankacılarımız, “kısa vadeli” düşündüklerinden, veya “panik içinde olduklarından” önemli yanlışlar yapıyor.
Ortada fol yok, yumurta yok iken, bazı bankacıların yanlışları sistemi yaralamaya başladı. Yanlış yapanların dikkat etmedikleri sonunda bu yanlışların onları da üzeceğidir.

Şüphe tohumları ekildi
Önce yabancı ortaklı bankalar hakkında şüphe tohumları ekilmeye başlandı. Yabancı ortağı güç duruma düşen Türk bankalarının da güç duruma düşeceği söylentisi yayıldı. Ardından yabancı ortakların Türkiye'deki bankalardaki mevduatı ve paraları, kendi ülkelerine taşıdıkları söylendi.
Bunlar yanlıştır. Türkiye'deki yabancı sermayeli veya ortaklı bankalar anonim şirket statüsünde birer Türk bankasıdır.
Yabancı ortak sermaye payını Türkiye'ye transfer etmiştir. Güç duruma düşse veya Türkiye'den çıkmak istese, ancak hisse senetlerini bir başkasına satabilir. Hisse senedinin el değiştirmesi, yabancı ortağın yurt dışı borsalarda veya İMKB'de hisse senedi değerinin düşmesi bankanın durumunu etkilemez. Önemli olan yabancı sermayeli bankanın varlıklarının yükümlüklerini karşılayıp karşılamadığıdır. Bunu da BDDK gözlüyor. İzliyor.
Şimdiye kadar hiçbir yabancı sermayeli bankada sorun ortaya çıkmadı.
Mevduat çalma arayışında başka bankaları kötülemek yanlıştır. Son günlerde bazı bankacılar rakip bankalardaki mevduatı kendi bankalarına çekmek arayışında, bankalar hakkında yanlış bilgilerin yayılmasına yol açıyorlar.

Sadece yanlış değil, suçtur!
Bazı kamu bankaları çalışanlarının “Özel bankalara güvenilmez” havasını yaydıkları, bazı büyük özel banka çalışanlarının “Küçük bankalara güvenilmez. Büyük bankaya taşıyınız” havasını yaydıkları görülüyor.
Ne yazık ki, mevduat çekme arayışında, isim vererek bazı bankaların batacaklarını söyleyen bankacılar var.
BDDK'nın hangi gün hangi bankaya el koyacağını söyleyen bankacılar var.
Bunlar yanlıştır hatta suçtur.
Ne iyi ki, halkımızda güven devam ediyor. Halkımız yanlış yapan bankacıların söylediklerinin etkisinde mevduat hesaplarını o bankadan bu bankaya taşıma telaşına düşmedi.
Böyle bir telaş ve panik sadece para çekilen bankaları değil, tüm banka sistemini vurur. Bundan tüm bankalar ve ekonomi zarar görür.

Her bankada güvence sınırı aynı
Yerli-yabancı/büyük-küçük her bankada tasarruf mevduatı hesaplarında 50 bin YTL devlet güvencesi var. Her bankadaki her bir hesapta güvence 50 bin YTL. Bugün için hükümet bu güvenceyi yeterli görüyor. Gerekirse bu güvence artırılabilir. Daha önceleri hükümet tasarruf mevduatı hesaplarına sınırsız güvence vermişti.
Halkımızın güvenceyle ilgili olarak merak ettiği başka soruları da bu arada cevaplayayım.
(1) Bankalardaki kiralık kasaların içinde ne varsa (ister nakit para, ister altın, ister mücevherat, ister hisse senedi, ister tahvil-bono, ister özel mektup) kişilerin özel varlığı olarak kabul edilir. Mahkeme kararı olmadan kimse kasayı açamaz. Mahkeme kararı olmadan kimse kasadaki varlığa el koyamaz. Bankalar güç duruma düşse hatta batsa da kasadaki varlık kasayı kiralayana aittir.
(2) Devlet tahvillerinde ve Hazine bonolarında yüzde yüz devlet güvencesi vardır. Tahvili veya bonoyu elinde bulunduranların veya bunları saklamaya kanunen yetkili kurumun belgesine sahip olanların endişe etmesine gerek yoktur.
(3) Bankaların katılım belgesini sattıkları fonların içeriği önemlidir. Fonlardaki devlet tahvillerinin ve Hazine bonolarının tamamı devlet güvencesindedir. Ama hisse senetleri ve diğer yatırım açları için güvence yoktur.
(4) Bankalardaki döviz mevduat hesaplarında da hesap başı devlet güvencesi 50 bin YTL'dir. Dövizin YTL karşılığı 50 bin YTL'yi geçmeyen kısmına devlet güvence vermektedir.

Güvenlik Konseyi üyeliği Gül'ün başarısı

Türkiye Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda 192 üye ülkenin 151'inin oyunu alarak 2 yıl için Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine seçildi. Bu Abdullah Gül'ün başarısıdır. Gül, Dışişleri Bakanı olunca bunu kendine bir misyon (iş/hedef) olarak belirledi. Dışişleri Bakanlığı görevlileri bunun için 2003 yılından bu yana çalışıyor. Bu iş için 85 milyon dolarlık bütçe ayırılmıştı. Afrika, Karayipler, Latin Amerika ve Asya Pasifik'te 60'dan fazla ülkeye gidildi. Çoğunun devlet adamları Türkiye'de ağırlandı. Cumhurbaşkanı seçildikten sonra da Gül bu işin peşini bırakmadı.
Türkiye 47 yıl sonra Güvenlik Konseyi'nde temsil edilecek. Bu, Gül'ün başarısıdır. Keşke her devlet adamı, her politikacı kendine böyle bir misyon biçse ve onu gerçekleştirme başarısını gösterebilse. 

İnsansız hava aracı düştü, gözetleme yok!
Milliyet'te 18 Ekim 2008 tarihinde 21'inci sayfada bir haber yayımlandı. Türkiye'nin sınır ötesi insan hareketini izleyebilmek için İsrail'den kiraladığı Heron tipi insansız hava aracı 13 Temmuz'da Batman'da düşmüş. O tarihten bu yana ABD'nin sağladığı bilgilerle sınır ötesinde ne olup bittiğini öğrenebiliyormuşuz. 2005 yılında, 183 milyon dolar değerinde 10 adet Heron siparişi vermişiz. Fakat uçaklar bize teslim edilmemiş. Bu haber öyle küçümsenecek, olağan sayılacak bir haber değil.
Sınırlardaki insan hareketini izleyecek ileri teknolojiden yararlanamadığımızı ortaya koyuyor. TBMM'de 30 Mayıs 2007 tarihinde KİT komisyonunda Türksat hesapları görüşülürken yetkililer 2 ay sonra sınırlarımızın uydu aracılığıyla izleneceğini açıklamıştı.
Sınırların izlenmesi için gece gündüz en ufak hareketi izleyen termal kameralar alındığı yazılmış çizilmişti.
“Paramız yok da bunları alamıyoruz, bu teknolojilerden yararlanamıyoruz” denilemez. Ortada büyük bir sorun var. Ama sorumlusu yok.

Önceki ve Sonraki Yazılar