Lütfi AYHAN
Paris’te Aradılar, İstanbul’da Buldular
Hayatları, yolları, tedrisatları, arayışları ve vuslata erişleri... Tıpkı birbirine paralel iki ırmak gibi, aynı kaynaktan doğup aynı denize dökülüyor adeta. İkisi de İstanbul'un bağrında filizlendi: Necip Fazıl Kısakürek, Çemberlitaş'ta; Nurettin Topçu, Süleymaniye'de. İkisi de nadir bulunur bir zekâ ve kabiliyetle donatılmıştı. Türkiye'de felsefeyle hemhal oldular ve Paris Sorbonne'a yollandılar.
Paris Günleri: Batı’nın Labirentlerinde Kayboluş
Necip Fazıl, Paris’te varoluşsal bir bunalım yaşıyordu. Sorbonne'un soğuk koridorlarında, Batı felsefesinin tüm sistemlerini inceledi. Ama her kapı onu daha derin bir boşluğa sürüklüyordu. Kendi ifadesiyle, "Avrupa'nın kanalizasyonlarında kaybolmuştu.
Nurettin Topçu ise Paris'e vardığında benzer bir arayış içindeydi. Bergson'dan Descartes'a pek çok düşünürle hemhal oluyordu. Ancak Batı düşüncesinin sunduğu tüm sistemler, ruhundaki o derin boşluğu dolduramıyordu. Batı'nın rasyonalist kalıpları, insan ruhunun metafizik ihtiyacını karşılayamıyordu. Paris'in aydınlanmış caddeleri, onların iç dünyalarını aydınlatamıyordu.
Vatana Dönüş ve İç Sancıların Devamı
Nihayetinde her ikisi de vatanlarına döndüler. Değişik işler yaptılar. Fakat dışarıdaki hayatları ne olursa olsun, içlerindeki fırtına dinmiyordu:
Necip Fazıl,
"Akıl akıl olsaydı adı gönül olurdu
Gönül gönlü bulsaydı bozkırlar gül olurdu" Nurettin Topçu ise "İsyan Ahlakında Batı'nın rasyonalist ahlak anlayışına başkaldırıyor, ancak henüz aradığı huzuru bulamıyordu. Her ikisi de adeta bir labirentte kaybolmuş gibiydiler ve bir çıkış yolu arıyorlardı.
İki Yıldız, Tek Kader
İkisi de düşünür, yazar, mütefekkirdi. Fikirlerini yaymak için dergilerini kurdular: Büyük Doğu ve Hareket. Kütüphaneler dolusu eserler verdiler; şiirden romana, tiyatrodan fikri eserlere uzanan bir miras...
Necip Fazıl:
"Ben ki, toz kanatlı bir kelebeğim,
Minicik gövdeme yüklü Kafdağı,
Bir zerreciğim ki, Arş'a gebeyim,
Dev sancılarımın budur kaynağı!" derken;
Nurettin Topçu ise:
"İnsan, kâinatta Allah'ın iradesine isyan eden bir varlık değil, O'na kavuşmak isteyen bir aşıktır."
Bu iki kutup yıldızının bir diğer ortak paydası ise, içinde yaşadıkları siyasi ve sosyal iklime muhalif duruşlarıydı. Bu yüzdendir ki, her ikisi de sistem tarafından zamanın çarkları arasında mağdur edildiler.
Kurtuluşun Adresi: Tasavvuf
Büyük bir arayışın talibi olan bu iki dava arkadaşı, sonsuz hakikate kavuşma yolundaki çabalarının sonunda, kurtuluşu ve Hakk'a erişi, aynı şehirde (İstanbul'da) ve aynı yolda (Tasavvufta) buldular. Meğer aradıkları, en yakınlarındaymış. Sanki şu mısralar, bu iki zeki, erdemli, mücahit ve hakikat aşığı için yazılmıştı:
"Dermân arardım derdime derdim bana dermân imiş
Bürhân sorardım aslıma aslım bana bürhân imiş..”
“Ben taşrada arar iken ol can içinde can imiş..."
İki Kurtuluş Gemisi: Abdülhakîm Arvâsî ve Abdülaziz Bekkine
Arayış gemisinin bu iki hırçın kaptanı, sefinelerini fırtınalı düşünce denizlerinde, kasırgalı fikir okyanuslarında yüzdürürken, Rabbimiz onlara bu cehdlerinin semeresi olarak, sükûnetin, hilmin ve duruluğun hâkim olduğu Tasavvuf limanını ihsan etti. Allah, arayışlarındaki samimiyetin karşılığı olarak onlara bir necat, bir kurtuluş limanı sundu.
İki Büyük Karşılaşma – İki Büyük Taç
Necip Fazıl ve Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri:
Necip Fazıl, kendisine İslami telkinlerde bulunan esrarengiz bir adamla karşılaşır. Üstad, ona tasavvuftan sorunca, adam, Beyoğlu'ndaki Ağa Camii'nde cuma günleri vaaz veren Abdulhakim Arvasi Hazretleri'ni işaret eder. Bir cuma günü, yanında arkadaşı ressam Abidin Dino olduğu halde yola koyulur. Necip Fazıl, o anı şöyle anlatır:
"Cami... Girince sol tarafta, yerden bir iki basamak yüksekliğinde, balkonumsu bir yerde, sarıklı, beyaza yakın kır ve uzun sakallı bir zat... Son derece tesirli bir ses... Tane tane konuşuyor.
Ders bitince ön sırada oturan bir gencin yardımıyla kürsüden indiler. Potinlerimizi giyip kendilerini kapıda beklemeye başladık. Başlarını kaldırıp o anlatılmaz gözlerini üzerimize diktiler.
Bana, yakan gözlerle, bir kerecik baktınız;
Ruhuma büyük temel çivisini çaktınız!.."
Bu buluşma, Necip Fazıl'ın hayatında bir dönüm noktası oldu. Artık aradığı rehberi bulmuştu. "O ve Ben" adlı eserinde bu ilişkiyi bütün detaylarıyla anlatacaktı.
Nurettin Topçu ve Abdülaziz Bekkine Hazretleri:
Nurettin Topçu ise mürşidi Abdülaziz Bekkine'yi şöyle anlatır:
"Gittik, Zeyrek Camii meşrutasında basit bir oda. Bizi büyük bir muhabbetle, gülerek karşıladı. Odanın ortasında bir mangal vardı, üzerinde ıhlamur kaynıyordu. Ateş sönünce Hoca Efendi üflüyor, sakalları küllere değiyordu. Ben O'na hayran hayran bakarken, anlatmaya ve sormaya başladım: Felsefeden, sosyolojiden, içinde bulunduğum açmazlardan, 'Allah var mı?', 'Öldükten sonra nasıl dirileceğiz?' gibi imana dair felsefi sorular...
Her soruma aldığım cevap karşısında öylesine yakınlaşmışız ki, sonunda diz dize, göz göze gelmiştik. Gece saat üç... Beynimdeki bütün şeytanî sorulara Rahmanî cevaplar almıştım. Hoca Efendiye, verdiği cevaplar karşısında hayran olmuştum."
Bu buluşma, Topçu'nun hayatında öyle bir dönüşüm yaratmıştı ki, artık bütün felsefi arayışları anlamını yitirmiş, yerini içsel bir huzur ve anlam doluluğu almıştı.
Dönüşümün Edebi Yansımaları
Bu buluşmalardan sonra her iki hakikat avcısının eserlerinde köklü bir değişim gözlemlenir:
"Anladım işi, sanat Allah'ı aramakmış;
Marifet bu, gerisi yalnız çelik-çomakmış." Derken
Topçu ise artık "isyan"ını "itaat"le dengeleyen bir ahlak felsefesi geliştirmiştir. Onun isyanı, artık nefsine ve batıla karşıdır.
Modern Zamanda da Tasavvuf
Bu hikâyeden çıkarılacak en güzel ders şudur: Tasavvuf yolu, günümüzde maalesef yanlış anlaşılıyor. Birçok insan, bu yolu ilimden, fikirden ve deruni bir arayıştan uzak, sadece şekil üzerine kurulu sanıyor. Oysaki hakikat bundan çok farklıdır.
Necip Fazıl ve Nurettin Topçu örneği bize gösteriyor ki gerçek tasavvuf:
Aklı reddetmez, aklın sınırlarını gösterir
Felsefeyi küçümsemez, onu aşar
Entelektüel birikimi yok saymaz, onu anlamlandırır
Modern dünyanın sorularına cevapsız kalmaz, onlara hakikat penceresinden cevap verir
Bu yol, aklı son sınırına kadar zorlayıp "Ben yokum!" dedirten; felsefe ve bilimle zirvelere tırmanıp orada "İşte bataklık, çıkamıyorum!" diye haykırtan bir hakikat yoludur.
Bu iddianın en büyük şahitleri, Necip Fazıl ve Nurettin Topçu'dur. Bu iki büyük arayış erinin özüne dokunan iki gönül eri, onların hakikat limanına demir atmalarına vesile oldu. Abdulhakim Arvasi ve Abdülaziz Bekkine Hazretleri... Bu iki gönül doktoru, bu iki kalp hastasının Lokman Hekimi oldular.
Onların hikayesi bize şunu fısıldıyor: "Ey hakikat arayıcısı! Sen de dün bu iki pırıltılı zekanın Paris labirentlerinde aradıklarını bugün ABD’nin, Avrupa’nın çıkmaz madde labirentlerinde arıyorsun. Oysa aradığın en yakınında.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.