Paşa... denmeyecek!

Genelkurmay Başkanı Başbuğ bir yandan Silahlı Kuvvetler'in "Türk Siyasi Kuvvetleri" kadim hattının değişmeyeceğini söylüyor...
Söylemek bir yana, "27 Nisan muhtırası, pardon bildirisi" deyişindeki gibi "bildiriyor". "28 Şubat'ın arkasındayız" diyor; bir yandan da daha arkada kalanlar için bazı "hiç olmazsa iyi" rötuşlar yapıyor.
"Resepsiyon, akreditasyon tadilatları" gibi.
Bizim meslek açısından en utanç verici olanlardan biri ise şu "bildirim"i:
"Bana Komutanım, Paşam demeyin".
Sonunda bunu da duyduk!
"Geleneksel biat ve itaat dili" nin medyadaki küme küme füme temsilcisi bu utancı alıp ellerini başlarına koysun ya da baş üstüne yapsın!
Bunca yıl gazetecilere, sivillere, bürokratlara, milletvekili hatta bakanlara "Bana Komutanım, Paşam demeyin" diyemeyen, "Herkesin komutanımı, paşamı" olmanın tadını çıkarmış "Paşalar"a da selam olsun!
"Cumhuriyet'in yasak unvanı Paşa""en cumhuriyetçi kurum" da hiyerarşinin, aile ve hayat boyu emir komutanın, ast üst ilişkisinden öte, üst alt piramidinin kutsal hitabı, biat ve itaatin "Osmanlı saltanatı" kılmış olan üst, hem ast hem üst ve astlara da!

Hiç utanmadan
Ama meselemiz, biz.
"Biz" gazeteciler, tepeden tırnağa, üstten alta, sağdan sola bu "dil" den utanmadık.
( "Biz ve dık" diyorum da, kendime haksızlık etmeyeyim. Meslek hayatımda asla bu dili kullanmadım! Ne yazılı, ne sözlü.)
En çarpıcı, en biat ve itaat kokulusu, en andıçlısı, kıdemlisi, en süklüm püklümü elbette "Komutanım, Paşam" idi.
Özde eşit insanların, birbirlerinin konumuna, yaşına, rütbesine, bilgisine, deneyimine, işine saygısından öte bir şeydi. Kendini küçültme, o makamı tartışmasız kutsallaştırma ve amadelik! Askerlikten de genel bir "Buyruk düzeninde kuyruk" olmak. Çalıştığı kurumda da, mesleğini ifa ederken de.
Memleketin demokratikleşmesi sadece kanunların sözde demokratikleştirilmesiyle bu yüzden asla gerçekleşmiyordu; zaten bu yüzden hukuk ve hayat asla tam demokratikleşemiyordu.
Bu yüzden, "Cumhuriyet" de, o "eşitlik, adalet, imtiyazsızlık, egemen zümresizlik" iddia ve ideali de, onca yaygara ve gargaraya rağmen, mecburen "laiklikten ibaret" kalıyordu.

Gönüllü kulluk
Lakin süflilik komutanı da rahatsız etmiş "Komutanım, Paşam"lı biat ve itaat cemaati olmaktan ibaret değil.
Yeri gelmişken; cemaat, tüm dayanışma, kardeşlik görüntüsüne rağmen, tam böyle bir şey. O yüzden, "cemaat hiyerarşisi"nde biat ve itaatle, mesela nasıl "basın özgürlüğü, özgür gazetecilik, demokrat birey, bağımsız medya" olunur, meçhul... değil!
Sırf o mu?
Futbol gazeteciliğinde "Başkanım, Hocam" gırla gidiyor. Niye senin başkanın? Ne bu mertebe ve irtifa ayarı?
"Hocam" en masumu gibi. Ama nerede mesafe? İsmi, soyadı, mesleği vesaire yok mu? Niye senin "Hocan" a be çekirge?
Belediye başkanlarına "Başkanım", bakanlara "Sayın bakanım"...
Patron
karşısında da cılk yahut iki büklüm saygı gösterileri.
Salt "geleneksel kültür" etkisi, saygı, terbiye filan değil...
"Modern" denen işletmelerin çoğu da "zorunlu ve gönüllü kulluk", "sorgusuz biat, itirazsız itaat" sistemi üstünde duruyor.
Çağdaş bir bankanın çok çağdaş şube müdürünün "tamim" ini gördüm geçen gün. Çalışanlara buyurmuştu:
Öğlen yemeğe giderken dahi benden izin alacaksınız!
O nasıl genel müdüre, patrona, sermayeye biat ve itaat kulu ise, altındakiler de onun kölesi idi! Çünkü burası ne demokrasiydi, de cumhuriyet, ne hukuk devleti! "Köleci serbest piyasa" idi.
Bütün memuriyetin "Amirim, müdürüm, genel müdürüm, bakanım"la kullaştırılması gibi.
İnsanların korku, endişe, geçim derdi, kolayca işten atılma ve yıllarca işsizlik kâbusu yüzünden "özel, kamusal, sivil ve militer zor"a teslim oldukları doğru.
En acısı; eleştirel düşünce ve bağımsız kişiliğin; bin bir baskı kadar, kültürel, resmi, ekonomik, sosyolojik kuşatma altında sıfıra yakın seyretmesiyle yerleşmiş "gönüllü kulluk" yüzünden de biat ve itaat.
Tabii sadece kültürel değil, göbekten sınıfsal şeyler de bunlar!
Neyse. Ben emri tekrarlayayım:
Paşa denmeyecek... Deme!

Önceki ve Sonraki Yazılar