Av. Mehmet YALÇINKAYA

Av. Mehmet YALÇINKAYA

PEYGAMBER OCAĞI -I-

Ne güzel bir benzetmedir, ordumuza Peygamber Ocağı demek. Bu tavsifin Osmanlılardan beri kullanıldığını tarihçiler bize söylemektedirler. Ordumuza, Peygamber Efendimiz (SAV)’in, bizzat ordusunun başında savaşa katıldığı için bu ismin verildiği kabul edilmektedir.

Ben de günlük konuşmalarımda, askeriyemiz için severek kullanırım “Peygamber Ocağı” sözünü. Peki, gerçekten askeriyemiz Peygamber Ocağı mıdır? Osmanlının son dönemlerinde başlayan başı buyrukluk, Cumhuriyet’le birlikte sözde Kemalist ideolojiye evrilmemiş midir? Bu ideoloji çerçevesinde Genelkurmay’ın seçilmişler üzerinde tahakküm aracı olan tutumu, her halde Peygamber Ocağı düşüncesine hâkim olan komutanlar tarafından yapılmamıştır.

Neden FETÖ yapılanması özellikle askeriyede önemli bir aşama kaydetti? Utanmadan bazı mihraklar, AK PARTİ yaptı veya en azından göz yumdu algısı oluşturmaya çalışıyorlar. 15 Temmuz sabahı ortaya çıktı ki, FETÖ’nün altın nesil dediği kuşak, askeriyeye 1986-1995 yılları arasında yerleştirilmiş. Nasıl yerleştirildiği, basamakları nasıl çıkartıldığı herkesin malumu, tekrar etmeye gerek yok.

Ben bu hafta (ve inşallah gelecek hafta devam yazısında) Peygamber Ocağı olması gereken kurumun, tam tersine nasıl din-diyanet düşmanı haline geldiğini (haddimi de aşmak istemem getirildiğini diyelim) basit örnekler üzerinden giderek açıklayacağım.

Türkiye, 1960 yılından bu tarafa 10 yılda bir her türlü darbe çeşidi ile karşı karşıya bırakılmıştır. AK PARTİ iktidara geldiği 2002 ile 2007 yılları arasında en büyük muhalefeti maalesef siyasi rakiplerinden değil, basın destekli üst düzey generallerden görmüştür. AK PARTİ’yi ve Sn. Cumhurbaşkanımızı suçlamak isteyenler önce bu yıllarda gerçekleştirilen (ve teşebbüs olarak kalan) müdahaleleri incelesinler.

Bu yazıda verdiğim örnekleri kişisel algılamamanızı istirham ederim. Bu örnekleri yaşayanlar da yaşatanlar da bunları kişisel algılamaya meydan vermeden yaptılar.

Sözü uzatmaya gerek yok. Örneklere geçmeden bir hususun altını çizeyim. Yirmi dokuz yaşında askere gittim. Evli, iki çocuklu bir baba olarak. Askere gittiğim dönem Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeniydim. 257 KD olarak sekiz ay askerlik yaptım. 28 Şubat sürecini askerde yaşadım. Baba ve eş olmanın verdiği sorumluluk olmasaydı askerliğim uzun bir süre bitmezdi diye düşünüyorum. İddia ediyorum, yüksek lisansını da bitirmiş üniversite mezunları içinde benden daha zor askerlik yapan ikinci bir kişi olmamıştır.

Her şey ne güzel başlamıştı. Sanki bir rüya âleminin heyecanını yaşıyorduk. Acemiliğimiz topu topu 26 gün sürmüş, yemin töreninden sonra üç gün izin verilmiş ve 1 Eylül (1997)’de Alay içinde atandığımız bölüklerimize teslim olmuştuk. Benimle birlikte (yalan dünyada onun kadar mert çok az insan tanıdım) Bursa İlahiyat mezunu, benim gibi Din Kültürü öğretmeni Hüseyin’le aynı bölüğe düştük. Hüseyin’le yedi ay boyunca altlı üstlü ranzayı paylaştık. Dertlerimizi ve gözyaşlarımızı ekmeğimize katık yaptık.

2 Eylül sabahı spor içtimaından sonra bölük komutanımız bir konuşma yaptı. “Temizlik imandandır. Onun için tuvaletlerin temizliğini ikinci bir emre kadar bölüğümüze yeni gelen Din Kültürü hocalarına tevdi ettim. Her sabah kontrol edeceğim. Pırıl pırıl olacağına eminim.” dedi ve eğitim alanı ile koğuşlar tuvaletinin temizliğini (askeri jargonla) bize kilitledi. Tam 40 (yazıyla, kırk) gün boyunca bize yardımcı olacak eleman vermedi, yardım etmeye kalkanları da ayrıca cezalandırdı.

Burada hayatım boyunca unutamadığım (ve unutamayacağım) bir fedakârlığı Hüseyin’den gördüm. Bana, “Ağabey (benden bir yaş büyük olmasına rağmen, sen nikâh büyüğümsün, baba adamsın, ben bekârım elbet sana ağabey diye hitap edeceğim demiş ve istemediğimi bildiği halde ısrarla ağabey demeye devam etmiştir), sen eğitim alanındaki tuvaleti temizleyeceksin ben koğuşlardakini. İtiraz yok.” dedi. Ne kadar dirensem, “Bir gün sen, bir gün ben koğuşlar tuvaletini temizleyelim” diye yalvarsam da kabul etmedi.

Eğitim alanındaki tuvaletlerde büyük abdest bozmaya yer yoktu, bu iş için sadece koğuşlar tuvaletine gidiliyordu. Düşünün, suyun hiç akmadığı, affınıza sığınarak yazıyorum, su olmadığı için temizliğini elleri ile yapıp onu da tuvaletin duvarlarına sürterek gideren birçok erin kullandığı tuvaleti, hamam denilen yerden (yaklaşık 300 metre) defalarca bidonlarla su taşıyarak temizleyen insanın yaptığı fedakârlık unutulur mu?

(devamı haftaya)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum