Piramitlerin gölgesinde...

KAHİRE (Mısır)
Piramitlerin efsunlu bir görüntüsü var gerçekten; öyle olmasaydı, dünyanın bütün önemli güçleri tarih boyunca Mısır'ı elde etmek için çaba göstermezlerdi. Nil havzasısız Mısır büyük bir çöl aslında; bütünüyle çöl bir coğrafyanın herhalde sözü edilmeye değer bir uygarlığı da olmazdı...

Dışişleri Bakanı Prof. Ahmet Davutoğlu 1980'li yıllarda Mısır'da geçirdiği üç ay boyunca piramitlere yakın bir evde oturmuş... Neredeyse her gün üç piramitten en küçüğü olan Mikonos'un tepesine çıkıp doktora tezi için aldığı notları gözden geçirmiş... Günlük ritüelinde yaklaşık 25 km ötedeki iptidai Sakkara piramitlerine kadar at sürmek de varmış...

İnsanların kimlikleri yetişme çağlarında oluşuyor. Geçmişin ufuklara at süren genci, bugünlerde dışişleri bakanı olarak, yetiştiği dönemlerde piramit üzerinde tuttuğu notlar istikametinde bir politik çizgi izliyor. Karşısına çıktığı her yabancı, hangi coğrafya parçasından olursa olsun, Davutoğlu'nun zihniyet dünyasında ülkesinin işgal ettiği yeri öğrendiğinde heyecanlanıyor.

Şu soruyu da sormayı ihmal etmeyerek: Bu heyecanla nereye kadar?

Nitekim Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun Mısır'daki yoğun temas trafiği sırasında görüşlerini açıklama fırsatı bulduğu kişilerden bazısı mutlaka bu anlama gelen bir soru sordu. İtibarlı El-Ahram Weekly'nin yayın yönetmeni Abdülmunin Said bir adım daha ileri giderek, gerçeklerle karşı karşıya geldiğinde Türkiye'nin yeni dış politikasının temel ilkelerinin sonuç getiremeyebileceği kuşkusunu dillendirdi.

Böyle bir ihtimal olabilir mi?

Türkiye bugüne kadar genellikle günün anlam ve öneminin gerektirdiği bir dış politika izledi. İsmet İnönü'nün damgasını taşıyan ve etkisini uzun yıllar sürdüren bir çizgiydi bu. Sorunlardan mümkün olduğu kadar uzakta durma, savaşlara katılmama, başka ülkelerin içişlerine ne pahasına olursa olsun karışmama ilkeleri etrafında şekillendi dış politikamız... Batı bloku ve örgütleri içerisinde yer almak nadir istisnalardan biridir bu politika için; o da ancak İnönü-sonrası dönemde mümkün olabilmiştir.

Davutoğlu'nun önceleri Başbakanlık Danışmanı, şimdilerde de Dışişleri Bakanı olarak oluşmasına katkıda bulunduğu dış politika, birçok yönden, geleneksel çizgiden sapma anlamını taşıyor. Ancak biraz yakından bakıldığında, yeni gibi görünen dış politik çizginin İnönü-öncesi tercihleriyle büyük çapta örtüştüğü görülebiliyor.

Atatürk dönemi dış politikası, o dönemin şartlarının müsaadesi oranında, Türkiye'nin etrafıyla sorunsuz ilişkiler kurmasını, kıyasıya mücadele verdiği Batı'yı önemserken irtibatını koparan Doğu'yu da ihmal etmemeyi öngörüyordu. 'Yurtta sulh, cihanda sulh' ilkesi ancak böyle bir Türkiye için mümkündü çünkü...

Dışişleri Bakanı Davutoğlu da gittiği yerlerde, taşı gediğine koyması gerektiğinde, 'yurtta sulh, cihanda sulh' ilkesinin önemine vurgu yapıyor. Batı, Doğu, Balkanlar, Kafkasya, Ortadoğu, Orta Asya yeni dış politik vizyon içerisinde gerektirdiği yoğunlukta yerlerini alıyorlar. Başka ülkelerin içişleriyle ilgileniliyor, ama barışı ve huzuru sağlamak üzere... İçinde yer aldığı coğrafyada rahat ve huzur içinde yaşamak isteyen Türkiye'nin bu vizyonun ışığında davranması gerekiyor.

Hayalci mi görünüyor bu vizyon, heyecanla hareket edildiği izlenimini mi veriyor? Bir yere kadar evet, ancak, tercihlerin arkasındaki akıl fark edildiğinde yapılmak istenen de bir anlam taşımaya başlıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar