Raporun söylemediği

Yıla başlarken “Türkiye Malezyalaşır mı?” sorusunu 'mahalle baskısı' kavramı eşliğinde tartışıyorduk; yıl sona erdi erecek, aynı konuyu bu defa 'hoşgörü' kavramı eşliğinde “Türkiye'de farklı olmak” başlığını taşıyan bir rapor vesilesiyle tartışıyoruz.

Boğaziçi Üniversitesi ile Açık Toplum Enstitüsü'nün ortak desteğine sahip rapora göre, bazılarının 'lâikçi' diye tanımladığı türden kişiler, Anadolu'da kendilerini baskı altında hissediyorlarmış...

Raporun sahipleri yaylım ateş altında kendilerini savunma telâşındalar...

Eleştirileri hak etmiyor mu rapor? Ediyor. Bir bilimsel çalışma için seçilen denek sayısı çok düşük bir defa. 'Denek' seçmek için CHP'nin, Atatürkçü Düşünce Derneği'nin ve Alevi derneklerinin kapısını çalmak da pek makul bir yöntem değil. İdeolojik kimlik taşıyan kişilerin -hadi 'yalana' demeyeyim ama- kolaylıkla abartıya kaçabileceklerini düşünmeliydi araştırmacılar...

Hoşgörüsüz, farklı yaşam tarzlarına ters bakan, müdahaleci, baskıcı bir toplum tablosu çıkıyor rapordan ve ortaya çıkan bu tabloya bakılırsa, görüşülen kişilerin, yaşadıkları muhitlerde nefes alamaz hale geldiklerini düşünmemiz gerekiyor.

Öncesi olmadığı için “Ne zamandan beri bu böyle?” sorusunun cevabı da alınamıyor bu rapordan... Araştırma konusu olmayan, konuyu açmak için kullanılan sorularda da yer almayan bir sonuca varması da rapora ayrı bir ilginçlik katıyor. “Bu durumun sorumlusu yaygın bir dinî cemaat” sonucu, bunu araştırmak için yola koyulmamış araştırmacıların ana bulgularından biri...

Araştırmanın başında saygın bir öğretim üyesi var, ama kendisine yardımcı seçtiği 'araştırmacılar' rapordan önce de raporun bulguları istikametinde görüşe sahip oldukları bilinen isimler... Zaten itirazcılar da en çok bu noktaya dikkat çekerek eleştirilerini dile getiriyorlar.

“Lâikçi kesim baskı altında” diye özetlenebilecek bulgu, yılın başlarında yürütülen 'mahalle baskısı' iddiasını destekliyor... Ramazan'da alenen oruç yiyememek, başını örtme baskısını üzerinde hissetmek, dayanışmacı gruplar içerisinde yer almaya yönlendirilmek... Şikâyet konularının başlıcaları.

Raporun 'bilimselliği' üzerindeki soru işaretleri ortada dururken içeriğine yönelik değerlendirme yapmak makul bir yaklaşım tarzı değil. Buna rağmen, araştırmalarda hareket noktanız ve yönteminiz yanlış olsa da -nâdirdir, ama imkânsız değildir- vardığınız sonuç doğruyu yansıtabilir. Bu sebeple, mülâkat yapılan kişilerin yakınmalarını kişisel temelde değerlendirmeye alabiliriz.

Yaygın değilse de eleştiri konusu yapılabilecek kişisel yanlış uygulamaların varlığını kabul etsek ne olur?

Şu olur: Hep muhafazakâr kesimin baskı altında olduğuna, inançları istikametinde yaşamak isteyen kişilere hoşgörüyle davranılmadığına alışmış ve bunu sineye çekebilen bir toplumda, baskı yapan ve hoşgörüsüz davranan kişilere karşı-tepki oluşmaya başladığı anlaşılır...

Baskının baskı doğurmaya, hoşgörüsüzlüğün yeni hoşgörüsüzlükler üretmeye yarayacağı evrensel bir tespittir; eğer bu rapor gerçek tabloyu yansıtıyorsa toplum iki taraflı bir rahatsızlık duyuyor demektir. Kendilerine baskı yapıldığı yakınmasını işittiğimiz muhafazakâr kesimden birileri, tepkisini başkalarına baskıya çevirmiş oluyor...

“Türkiye'de farklı olmak” giderek daha güçleşiyorsa ülkenin geleceğinden endişe duymamız gerekir.

CHP'nin başlattığı açılıma kulak veren başörtülüler de, CHP açılımına koltuk çıkanlar da bu endişeyi anlamış olmalı. Açılıma CHP'nin siyasal rakiplerinden ve muhalif kalemlerden verilen destek de böylece daha başka bir anlam kazanıyor.

Baskılardan rahatsızlık duyanlar kendilerinin ürünü baskıcı ortamın değişmesini taleple işe başlayabilirler. Daha demokrat bir ülke özgür bir toplumla gerçekleşebilir ancak...

Önceki ve Sonraki Yazılar