Şeyhefendinin Rüyası ve Türkiye

Tayland’ın Patani bölgesinde yaşayan 65 yaşlarındaki bir Müslüman lider Deniz Feneri’nin kurbanlarını kesmeye giden Turgut Durmuş’la tanışınca ona sıkı sıkı sarılmış, ellerini kaldırıp Allah’a şükretmiş, “Bu günleri 65 yıldır bekliyorduk” demiş.

Kesilen kurbanların etlerini birer kilo tartarak pay ettiklerini görünce Durmuş merak edip, “Neden bu kadar küçük parçalara ayırıyorsunuz, bizde göz kararı dağıtılır” diye sorunca Patanili Müslüman liderin cevabı şöyle olmuş; ”Daha çok eve kurban eti girsin ve Türkiye Müslümanlarına, Recep Tayyip Erdoğan’a daha çok kardeşimizin duası gitsin istiyoruz.”

İsmail Kara’nın “Şeyhefendinin Rüyasındaki Türkiye” kitabını yayınlandığı yıllarda okumuştum. Kitaba ismini veren yazı Yeni Şafak Gazetesinde yayınlandığında da okumuştum. Yazı hayli ilgi çekici ve düşündürücü idi. Geçtiğimiz günlerde kitabı yeniden elime aldım. Söz konusu yazıyı yeniden okudum ve şu günlerde hatırlanmasının yararlı olacağını düşündüm. Bu yazıyı hazırlarken Dr. Hayati Bice’nin bu yazıyı konu eden uzunca bir yazısına ulaştım. Şimdi hem Şeyhefendinin Rüyası’nı hem de Bice’nin yazısından bazı bölümleri dikkatinize sunuyorum:

“II. Abdülhamid döneminde Şeyhülislâmlık'ta görev yapmış Şeyh Rahmi Baba 1930'lu yıllarda şeyh ve halife arkadaşlarını gizlice Anadolu'nun bir kasabasına davet eder. "Kahriye" okunacak, yani "Ya Kahhâr" zikri çekilerek Mustafa Kemal'in ve rejiminin "kahr u tedmiri" için dua edilecektir. Davet kabul görür ve gizlice toplanılır. Kahriyenin okunacağı sabaha birkaç saat kala Şeyh Efendi bütün niyetlerini altüst edecek bir rüya görür:

Bir dünya haritası. Ortasında Türkiye. Türkiye toprakları dünyanın diğer bölgelerinden bariz bir şekilde ayrılırcasına yemyeşil. Fakat etrafı, sınırları simsiyah, hayli kalın, lakin alçak duvarla çevrili. Peygamber Efendimiz haritanın başında ve insanların gözü önünde dünyayı yeniden taksim ediyor; şurayı şuna, burayı buna verin diye emirler veriyor, etrafındakiler de gerekeni yapıyorlar.

Mustafa Kemal, Trakya bölgesi gibi bir yerde duruyor. Yüzü Peygamber Efendimiz’e dönük değil ve duruşundan anlaşıldığına göre mahcup ve tedirgin bir durumda; bu yüzden Efendimiz'e bakamıyor. Sıra Türkiye'nin kime verileceğine geldiği zaman Şeyh Efendi gözlerini beş açıyor ve pürdikkat kesiliyor Peygamber Efendimiz yüzünü çevirmeden yalnız eliyle işaret ederek "burayı şuna verin" buyuruyorlar. Burası dediği Türkiye'dir, şu dediği de Mustafa Kemal'dir.

Şeyh Efendi kan ter içinde uyanır. Düşüncelidir. Niyetiyle rüyası arasında bir müddet gider gelir. (Tasavvuf ve tarikat kültüründe rüya, doğrudan bilgi kaynaklarından biridir). Abdestini alır, namazı cemaatle kılmak için arkadaşlarının yanına gider. Namaz eda edilir, dua biter. Fatiha çekilir. Herkesin kahriye okumaya geçilecek dediği bir anda Şeyh Efendi rüyasını anlatmaya başlar...

Rüyayı şöyle yorarlar: Türkiye yemyeşil olduğuna göre bu hayra, İslâm'a alâmettir ve durumun esas itibariyle iyi olduğunu gösterir. Etrafındaki duvarların kalın ve siyah oluşu tedirginlik verici; çünkü siyah küfür işaretidir, fakat alçak oluşları mevcut menfi durumun çok uzak olmayan bir zamanda aşılabileceğini gösteriyor. Gerek Efendimiz'in ona karşı tavrı, gerekse Mustafa Kemal'in duruşu menfi... Fakat Türkiye'yi ona veren Hz. Peygamber olduğuna göre buna karşı çıkamayız. Kahriye okumaktan vazgeçilir ve şeyhler, halifeler memleketlerine dönerler..

İsmail Kara’nın ifadesine göre bu rüya, 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın cumhurbaşkanı seçildiği günün ertesinde Cağaloğlu'nda karşılaştığı ciltçi -ve Sezgin Neşriyat'ın sahibi- Ahmet (Mehmetbaşoğlu) Ağabey isimli bir dervişten nakledilmişti. Yazarın dostu olan râvi, bu rüyayı gören Şeyh Rahmi Efendi'den el alan bir zata mensuptu ve tabii olarak alçak siyah duvarların aşılacağı zamanın gelişini bekliyordu. Turgut Özal’ın Türkiye Cumhuriyeti’nin kaderi değiştireceğine inandığı anlaşılan derviş, İsmail Kara’ya "Yarın cuma. Cumhuriyet tarihinde ilk defa, cumhurbaşkanlığı forsunu taşıyan bir araba Kocatepe Camii'ne yanaşacak. Siz de göreceksiniz…" diyerek ilahi işaretin tecelli edeceği günün geldiğini hevesle söylemişti...

Nakledilen bu manidâr rüyanın sahibi olan zat, Mevlüt Rahmi Efendi isimli bir zat-ı şerif idi. Osmanlı’nın son döneminin, cumhuriyetin de ilk günlerinin maneviyat ehli arasında saymamız gereken bir mürşid-i kâmil idi ve Nakşî-Kadirî icazetine sahibi olmakla beraber Kadirî usulünü öne çıkartan bir meşrebe sahipti.

1925’de yasaklanan tarikat hayatından sonra Mevlüt Rahmi Efendi’nin dergâhı, pek çok benzeri vakıada olduğu gibi, evi olmuş. Mütevazı köy evinin bitişiğindeki bağımsız misafir odası, dervişleri ve hiç eksik olmayan misafirleri için tahsis edilmiştir ki, bu misafirlerinin de genellikle dışarıdan gelen dervişleri olduğu anlaşılmaktadır. Kahriye okunması için toplanılan mekân da burası olmalıdır. Yozgat'ın yakın dönemde tanınmış gönül erlerinden ünlü Nakşî şeyhi Şeyhzade Ahmet (Ergin) Efendi, Mevlüt Rahmi Efendi’nin çağdaşı ve haldaşı imiş.

Son günlerde kimi çevreler yeni haritalar, yeni paylaşımlar peşindeler. İslam dünyasından milyonlarca Müslüman ise kendi ülkelerinden önce Türkiye’nin başarısı için dua ediyor. Onlar biliyorlar ki, Türkiye’nin güçlenmesi bütün Müslümanların güç kazanması anlamına geliyor.

Dr. Hayati Bice’nin konumuzla ilgili, “Cumhuriyet Kurulurken Maneviyat Âleminde Neler Oldu?” başlıklı yazısının tamamını aşağıdaki linkten okuyabilirsiniz. http://www.haber10.com/makale/25840/

 

recep.kocakk@gmail.com

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.