Süper Devlet İstanbul Depremini Tetikleyebilir mi?

Komplo teorilerinin hepsi de bizim ülkemizde çıkarılmış rivayetler değildir. Bütün komplo teorileri yalandır, uydurmadır, hezeyandır, deli saçmasıdır demek doğru değildir.

17 Ağustos 1999 büyük depreminden sonra ortaya birtakım komplo teorileri atılmış, yer sarsıntısının dış güçler tarafından tahrik edildiği (harekete geçirildiği) iddiası ortaya atılmıştı. Hattâ bu konuda kitaplar bile yazılmıştı.

Bu gibi iddiaların üzerinde durmak gerekir. Doğruluk ve ciddiyet payı varsa tedbir alınır. Doğru ve ciddî değilse reddedilir.

Komplo teorisi ile komplo fobisini birbirine  karıştırmamak gerekir.

Bütün uzmanlar ağız birliği ettiler ve büyük İstanbul depreminin yaklaştığını, nice alâmetlerinin belirdiğini söylüyorlar. Bazı siyasetçiler, belediyeciler, bürokratlar deprem konusunda telâş ve tedirginlik içindeler.

İlgililer ve sorumlular ne kadar telâş etseler, ne kadar tedirgin olsalar, ne kadar vicdan azabı çekseler yeridir. 1999'dan bu yana neredeyse 11 yıl geçti ve alınması gereken tedbirler alınmadı. Artık deprem yumurtası kapıya gelmiştir ve belki de alınacak tedbirler için zaman kalmamıştır.

Son Haiti depremi için de ortaya birtakım komplo teorileri atıldı.

Yaklaşan İstanbul depremi için de vahim şeyler söyleniyor.

Büyük, süper bir dış güç depremi tetikleyecek, büyük yıkımı ve kargaşayı fırsat bilerek:

* Türkiye'nin Marmara ve Trakya bölgesini işgal edecek.

* Veya kendisine bağlı ve sadık işbirlikçilere işgal ettirecek...

Ergenekoncu, çağdaş, lâik, resmî ideoloji taraftarı, aşırı Kemalist, antiklerikal bir profesör depremle ilgili beyanatında bütün Türkiye'yi kapsayacak bir sıkıyönetim ilanından bahs etti.

Sivil bir iktidarı, seçim ve sandık dışı metotlarla düşürmenin ve devirmenin yolları vardır.

* Darbe yaparak...

* Büyük bir depremi fırsat bilip, yabancı bir devletin teşvikiyle askerî bir cuntayı iktidar yaparak...

Allah saklasın, Türkiye'nin geleceğinde iki büyük kıyım görünüyor:

* Deprem kıyımı...

* Askerî cunta kıyımı...

Ülkemiz maalesef temiz ve şeffaf bir ülke değildir. Böyle bir ülkede her türlü siyasî, mecazî, iktisadî depremler olabilir.

Komplo fobilerine kapılmayalım ama komplo teorilerini de ceffelkalem reddetmeyelim.

Beklenen büyük depremden sonra sağ kalan birtakım büyük ve azılı rantçıların büyük çapta yağma yapmaları küçük ve uzak bir ihtimal değildir. Ölen rantçılar ölür, kalanlar yağmaya devam eder.

Hemen ilk alınması gereken tedbirler şunlardır:

* Büyük depremi fırsat bularak yabancı bir ülkenin, yurdumuzun bir kısmını işgal etmesini önleyecek tedbirler.

* Sıkıyönetim ilan edilmesini ve iktidarın seçilmemiş bir askerî cuntanın eline geçmesini önlemek için alınacak tedbirler.

* (İkinci yazı)

Yeni okullar yeni cezaevleri

Kaç ay geçti, zamanını kesin olarak hatırlamıyorum. Adalet Bakanımız beyanda bulundu, ülkemizdeki (bazıları Alamut Kalesi gibi olan) dev hapishanelerin ihtiyaca cevap vermediğini, devletin boş binalarının cezaevine dönüştürüleceğini bildirdi.

Çağdaşların bir sözü vardır: Her yeni okul açıldığında bir cezaevi kapanacaktır diye. Onların sözleri doğru çıkmadı, tam tersine bir durum meydana çıktı. Okullar çoğaldıkça suçlar artıyor, cezaevleri dolup taşıyor.

Mevcut cezaevlerimiz lebaleb, tıklım tıklım doluymuş. Aşırı dolu bir cezaevi ne demektir, içine düşmeyenler bunu bilmez. Bendeniz bilirim. Yatacak yerler yetmez...Şu anda bazı hasiphanelerimizde mahkum ve tutukluların vardiya ile yattıklarını işitiyorum...Helâya gitmek, yıkanmak bir derttir. Bir mekâna, gerektiğinden fazla adam koyarsanız insanlar sinirlenir, kavga gürültü çoğalır...

Eskiden böyle değildi.

1962'de bendenizi Sultanahmet Hapishanesi'ne atmışlardı. Orada, Hilton denilen 5'inci kısımda yatıyordum. Zaten o bina şimdi dünyanın en lüks otellerinden biri olan Four Seasons haline getirilmiştir.

5'inci kısımda Yassıada-zede milletvekili İbrahim bey vardı, Eminönü eski Emniyet âmiri Zeki Şahin vardı, Adnan Menderes'in korumalarından Bumin bey vardı, meşhur döviz kaçakçısı Ruben Asa vardı, Türkiye'nin ilk Amerikanvari gangsteri (adı Necdet miydi?) vardı. Mahpustuk ama orada insanlık vardı.

Kahveocağında çay içerdik, berberde traş olurduk. Cezaevinin lokantası vardı, camisi vardı, kütüphanesi vardı, hamamı vardı.

Ziyaretçiler kapıya gelirler, bir pusula yazarlar, getirdikleri hediye veya eşyayı içeriye gönderirlerdi. Bunları bize ulaştıran fakir mahkumlara bahşiş verirdik, onlar da geçinirdi.

Üstad Necip Fazıl savcıdan özel izin almış, ziyaretime gelerek beni şereflendirmişti. O zaman vefa vardı. Büyükler, kötü günlerde küçükleri ziyarete gelirdi.

Rahmetli anneme sakın gelmemesini tenbih etmiştim. O da bir gün gelmiş, hapishane kapısından ağlaya ağlaya geri dönmüş.

Rahmetli Hamdune teyzem gelmişti.

Rahmetli Hacı Nazif Çelebi, uzun müddet her gün evinden bana Yeni İstanbul gazetesi yazı işleri müdürü Yücel beye yemek göndermişti. O cömert ve kerim bir zengindi.

Biz yine sadede gelelim: Bugünkü Ceza Kanunu ile Türkiye'de asla huzur, âsâyiş, toplumsal barış olmaz. Bu kanun toplumun yapısına uygun değildir.

Yeni okullar açıldıkça cezaevleri kapanacak lâfı bugünkü sistem içinde geçerli olmaz. Bırakın hapishanelerin kapanmasını, okullarda cinayetler işlenmeye başlandı. 16 yaşındaki liseli genç, 15 yaşındaki sevdiği kızı dershanede bıçakla öldürüyor.

Okullarda uyuşturucu kullanma yaşı 10'a düşmüştür.

Birileri istese (kimdir o birileri?) uyuşturucu mafyası birkaç ayda çökertilir.

Büluğ yaşındaki okul çocuklarının şehvetlerini kamçılamak için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar. Liselerde prezervatif dağıtıyorlar.

Küçük bir kız hamile kalsa üzerine kanat geriyorlar.

Bir seks skandalına karışan kızın bekaret muayenesi yapılmak istense kızılca kıyamet kopartıyorlar.

17 yaşındaki liseli kız gece yabancı bir erkeğin evine gidiyor ve canlı canlı başı testere ile kesiliyor.

Bir ara Diyarbakır (Bu isim Diyarbekir'e çevrilmelidir) Cezaevi PKK'nın üniversitesi, kurmay mektebi haline gelmişti.

Ergenekon'un, bir mahkumu içerideki bir gruba öldürttüğünü biliyorsunuzdur sanırım.

Cezaevleri Türkiye'nin kanayan yarasıdır.

Bir kısım cezaevlerimiz cehenneme dönmüştür.

Büyük mağduriyetler, haksızlıklar yaşanmaktadır.

Bunun sebebi Türkiye'nin bozuk düzeni ve sistemidir.

Resmî ideolojidir.

Türkiye'nin sosyal ve kültürel yapısına uymayan hukuk sistemidir.

Bilhassa Ceza Kanunu ve mevzuatıdır.

Çok kötü olan eğitim sistemidir.

Her toplumda suç işlenir ama bizdeki suç, cinayet, adam öldürme, uyuşturucu, fuhuş, hırsızlık, dolandırıcılık, rüşvet ve saire haddi aşmıştır.

Sağlıklı ve dengeli bir toplumda az suç işlenir, suç ve suçlular istisnaîdir. Bizde yaygın ve genel hale gelmiştir.

Fahişelik yapsa göz yumuyorlar, başını örtse kapıdan içeri almıyorlar...

Ülkemiz temizlik ve şeffaflık bakımından çok kötü durumdadır. Zavallı Türkiye'miz kokuşmuş hale getirilmiştir.

Okullarımız genç nesillere ahlâk ve karakter terbiyesi veremiyor.

Büyük medya sanki ahlâka, iffete, fazilete savaş açmıştır.

Toplum seks manyağı haline getirilmek isteniyor.

Dindar ve gerici olmasın da ne b.. olursa olsun felsefesi.

Hedonizmin en âdisi ve bayağısı hayat felsefesi yapılmıştır.

Yeni yeni okullar ve yeni cezaevleriyle yola devam. On yılda onbeş milyon genç yaratmışlar. Çıktık açık alınla. Federal İsviçre Medenî Kanunu ve Faşistİtalya Ceza Kanunu... Aman millî olmasın. Lâiklik. Çağdaşlık. Al sana çağdaşlık!..

Bu gidiş hep böyle devam eder mi?

Önceki ve Sonraki Yazılar