Travma ve yok oluş süreci

Türk toplumu, Osmanlı modernleşmesiyle birlikte büyük bir dönüşüm ve dolayısıyla büyük bir travma yaşıyor: Batı uygarlığının modernlikle birlikte geliştirdiği ve üç asır içinde mevcut medeniyetlerin neredeyse hepsini yok eden meydan okuma, sadece Türk toplumunda değil, bütün dünya genelinde büyük bir travmanın yaşanmasına neden olmuştur.

Kendi iddialarını yitiren bir insan, bir toplum ve bir medeniyetin travma yaşaması kaçınılmazdır. Türkiye gibi tarih yapan medeniyet iddiaları yok edilmiş bir ülkenin travma yaşamadığını söylemek, aslında orada çok büyük bir travma yaşandığının göstergesidir.

Türk toplumu, Batı uygarlığının geliştirdiği meydan okumayla birlikte zorla kültür ve medeniyet değiştirme sürecine girdirilmiştir. Kültür ve medeniyet değiştirme çabaları, sonuçta bizim İslâm'a dayalı medeniyet iddialarımızı önce yitirmemizle, sonra da açıkça reddetmemizle sonuçlanmıştır. Burada “biz” derken toplumdan sözetmiyorum; küçük ve şaşkın bir elitten sözediyorum.

Medeniyet değiştirme sürecinde Osmanlı'da yaşanan travma, savunma psikolojisi üretmiştir; bu süreç Cumhuriyet'le birlikte yenilgi psikolojisi'ne dönüşmüştür. Bugün Batı'yı, Batı uygarlığını mitleştirmemiz, putlaştırmamız, bu yenilgi psikolojinin açıkça ilanı ve göstergesidir.

“Türkiye'de travma yaşanmamıştır; Türkiye'de beş vakit ezan okunuyor, insanlar namazlarını özgürce kılıyorlar, bu da gösteriyor ki, en iyi Müslümanlık Türkiye'de yaşanıyor. Kimse kimsenin inancına karışıyor mu?” diyen bir insan, hem İslâm konusunda zırcahil bir insandır; hem de yakın tarihte bu toplumun jakoben yöntemlerle dönüştürülmeye çalışılan yığınla operasyona, darbeye, türlü kataküllilere maruz bırakıldığını inkâr etmeye kalkıştığı için son derece vicdansız biridir.

Her şeyden önce, İslâm, bireysel bir inanç meselesi değildir. İslâm bir dünya-hayat tasavvurudur; hayatın her alanını içeren siyasî, entelektüel, kültürel, sosyal ve kozmolojik bir sistemdir. İslâm, sadece bireysel bir inanç meselesidir diyen ve hayatın başka alanlarına karışamaz diye dayatmaya kalkışan bir insan, zorba, vurgun yemiş, feleğini şaşırmış, faşist, ilkel, kötü niyetli biridir.

Türkiye'de yaşanan kültür ve medeniyet değişiminin sonuçları nelerdir? Kısaca özetleyelim:

Birincisi, bu toplumun, İslâm'a dayalı kültürel, entelektüel, sanatsal, siyasî ve sosyal iddiaları önce terk edilmiş, sonra da jakoben yöntemlerle reddedilmiştir.

İkincisi, imparatorluk bakiyesi ve çok sayıda etnik topluluktan oluşan bir toplumun yegâne birleştirici kaynağı İslâm'dır. İslâm, başka inançların veya inançsızlık biçimlerinin yok edicisi değil; aksine varedicisidir. İslâm, medeniyet 8. yüzyıl ile 18. yüzyıllar boyunca, İslâm bütün dinlerin, inanç veya inançsızlık sistemlerinin, kültürlerin, etnik unsurların, felsefelerin garantörü, sigortası, koruyucu ve kollayıcısı olmuştur. Eğer İslâm medeniyeti diye bir şey olmamış olsaydı, antik Yunan felsefesi de, Hint düşüncesi de, Mısır ve Mezopotamya medeniyetlerinin birikimleri de tarihten silinip gidecekti. Eğer İslâm medeniyeti olmamış olsaydı, Avrupa'da Rönesans ve reformasyonlar yaşanamazdı; Avrupa toparlanıp kendine gelemezdi; antik Yunan düşüncesini keşfedip bir uygarlık sıçraması ve meydan okuması geliştiremezdi.

Türkiye'de yaşanan travmatik tecrübe, hem bu gerçeklerin bizim entelijansiyamız tarafından kavranamamasına, hem de İslâm'ın hayatımızdan uzaklaştırılmasına ve bireysel alana hapsedilmesine neden olmuştur.

Batılı düşünürlerin bile, Batı düşüncesinin büyük bir kriz yaşadığını, başka kültürlere hayat hakkı tanımadığını, insanlığın önündeki tek seçenek olan İslâm'ın terörle özdeşleştirilerek yok edilmeye çalışıldığını haykırdıkları bir zaman diliminde, Türkiye'de İslâm'ın siyasî, kültürel, entelektüel, sosyal, sanatsal, estetik hayatımızdan zorba yöntemlerle uzaklaştırıldığını ve bunun Türk toplumunu Batılıların karikatürü hâline getirdiğini söyleyen insanlara zorba yöntemlerle karşı çıkmak, ateş püskürmek, bu toplumun nasıl bir zihnî çatışmanın, husûmetin, travmanın eşiğine sürüklendiğini göstermesi açısından oldukça düşündürücüdür.

Türk toplumunu hem yeniden birleştirebilecek, hem dünya tarihinin yapılmasında kilit rol oynamamıza imkân tanıyacak yeni bir medeniyet yürüyüşüne öncülük ettirecek yegâne kaynağın İslâm olduğu gerçeğini inkâr etmek, bu toplumun yürüyüşünü durdurmaktan, dünyevî, etnik çıkarları putlaştıran seküler projelerle bu ülkeyi bölünmenin, çatışmanın eşiğine sürüklemekten başka bir işe yaramayacaktır.

Türkiye, laikçilerin marifetiyle iyi, güzel ve doğru paradigmalarını yitirmiştir; bu yetmiyormuş gibi, bizim bütün insanlığa huzur, adalet, barış ve kardeşlik armağan edebileceğimiz İslâm'ın sunduğu iyi, doğru ve güzel tasavvurlarımız da yok etmeye çalışılmaktadır.

Tarih yapmış bir toplumun başına gelebilecek en büyük felâket budur. Bu yakıcı gerçekleri göremediğimiz ve üzerinde kafa patlatamadığımız sürece bu toplumu yok oluşun eşiğine sürükleyecek büyük travmalarla boğuşmaktan kurtulamayacağımızı hatırlatmak isterim.

Önceki ve Sonraki Yazılar