Türk sineması, tek öncü teorisyen-yönetmenini “kaybetti”

Birkaç hafta önceki yazılarımdan birinin sonuna eklediğim bir not'ta, Halit Refiğ Ağabey'in komada olduğunu hatırlatarak, “dualarınızı eksik etmeyin” demiştim.

Halit Ağabey'in sağlığı düne kadar yavaş yavaş düzeliyordu. Nitekim dün (Cumartesi günü) Yazarlar Birliği'nde yaklaşık bir yıldır düzenlediğimiz Film Atölyesi'nin uzun arasında arkadaşlardan Ayşe Karaköse ile Ümmügülsüm Sarıoğlu, hafta içinde Halit Ağabey'i ziyaret ettiklerini, sağlığının iyiye gittiği haberini getirmişlerdi. Halit Ağabey'in eşinin, hem Halit Ağabey'in sağlığının iyiye gitmesine, hem de öğrenci arkadaşların ziyaretine çok sevindiğini söylediklerinde, “çok şükür Allah”a diyerek derin bir nefes almıştım.

Ne var ki, bugün (Pazar günü), kahvaltıda, eşim “Halit Refiğ vefat etmiş” diye haberi verince ne kadar üzüldüğümü anlatamam. Yücel Çakmaklı Ağabey'den sonra yerli sinemanın ikinci önemli ismi Halit Ağabey'i rahmet-i rahmâna uğurlamak gerçekten çok üzdü beni. Allah rahmet eylesin, sevdiği kullarıyla haşretsin. Başta eşi, ailesi olmak üzere milletimizin başı sağolsun…


* * *
Halit Refiğ, Türk sinemasının yorgun ama yılmaz savaşçılarından biriydi. Yerli bir Türk sinemasının, dünyaya özgün bir film dili armağan edebilecek bir Türk sinemasının teorik kaynakları, kültürel, estetik ve entelektüel dayanakları konusunda henüz aşılamamış bir kitaba, -üstelik de 1971 yılı gibi oldukça erken bir tarihte Hareket Yayınları tarafından yayımlanan- Ulusal Sinema Kavgası başlıklı öncü bir çalışmaya imza atmış, Türk sinemasının teorisyen-yönetmen sıfatını hakeden tek ismiydi.

“Cins” adam Kurtuluş Kayalı, Türk sineması üzerine yazdığı makalelerinden oluşan ve Türk sineması konusunda yazılmış en önemli bir iki metinden biri olan Yönetmenler Çerçevesinde Türk Sineması başlıklı kitabında, özelde Türk sinemasının, genelde Türk kültür hayatının “kültür mafyası” tarafından nasıl çoraklaştırıldığını enfes bir şekilde anlatır.

İşte Halit Ağabey, Kurtuluş Hoca'nın kendinden emin bir dille ve hiçbir kınayıcının kınamasına aldırış etmeksizin “kültür mafyası” dediği ortamla sözünü esirgemeden mücadele etmiş, Türkiye'deki sığ ve platonik Batıcı sinema elitokrasisinin Türk sinemasını büyük bir çıkmaz sokağın, çölleşmenin eşiğine sürüklediğini yüksek sesle haykıran sorumlu bir aydın, birinci sınıf bir yönetmen, gözardı edilemez bir sinema düşünürüydü.

Halit Refiğ, Batıcı entelijansiyanın tam ortasında nefes alıp veriyor, yel değirmenlerine karşı mücade ediyordu: Çağdaş Türk düşüncesinin öncü isimlerinden biri olmasına rağmen “kültür mafyası”nın gözünü kırpmadan aforoz etmekte sakınca görmediği usta ve büyük romancı Kemal Tahir'le tanışınca şok geçirmiş, kendine gelmiş, ondan sonra yerli bir Türk sinemasının nasıl geliştirilebileceği üzerinde derinlemesine kafa yormaya başlamıştı.

Halit Refiğ, dünyaya özgün bir film dili armağan edebilecek Türk sinemasının kaynaklarının, herkesin nefes alıp verebildiği, herkese, bütün farklılıklara hayat hakkı tanıyan, herkesten alabileceği değerli ne varsa kendi kavramsal sistemi çerçevesinde almasını bilebilen bizim medeniyet dünyamızın, gökkubbemizin yapı taşlarını döşeyen, ruhunu oluşturan Yunus, Mevlânâ, Hacı Bektaş, Büyük Sinan, Itrî, Levnî, Fuzûlî, Bâkî, Şeyh Galip gibi kurucu figürlere; geleneksel Türk tiyatrosuna; dünyanın en leziz ve nefis şiir geleneklerinden biri olan derinlikli şiir geleneğimize yaslanarak, Tanpınar'ın deyişiyle, bu geleneği özümseyerek, içselleştirerek, çağdaşlaştırarak film diline aktarmayı başardığımız zaman, dünyaya özgün bir film dili armağan edebileceğimizi söylemişti. İşte Ulusal Sinema Kavgası kitabı,-Ayşe Şasa, Kurtuluş Kayalı, Seçil Büker, Nilgün Abisel, Sadık Yalsızuçanlar ve Sadık Battal'ın çalışmalarıyla birlikte- bu entelektüel arayışın çığır açıcı, öncü ilk örneğidir.

Bu görüşleri ben de yurt içinde ve yurt dışında verdiğim konferanslarda, derslerde, yazdığım yazılarda her zaman dile getirmiştim. Oxford University Press'ten çıkardığımız Oxford History of World Cinema başlıklı kitaba yazdığım Türk sineması bölümünde Halit Ağabey'e hak ettiği öncü ve kurucu rolü verdiğimi görünce, beni arayıp bulmuş ve o zamandan sonra aramızda derin bir dostluk ve muhabbet oluşmuştu. “Allah'ın bir kulu, sonunda gerçekleri gördü ve dünyaya anlattı” derdi her karşılamamızda etrafındakilere.

O yüzden davet ettiğim her yere hiç çekinmeden “derhal Yusuf Beyciğim” der ve gelirdi.

Önceki ve Sonraki Yazılar