Türkiye'nin Saadet'i: Kurtulmuş ve Medeniyet iddiası

Bir yandan sömürgecilere karşı bağımsızlık savaşı veren ama öte yandan da sömürgecilerden daha acımasız, daha radikal bir sekülerleşme projesi başlatarak medeniyet iddialarını yitiren Türkiye, hem sürgit aynı sorunlarla boğuşmaktan, hem de bu sorunların kangrene dönüşmesini önlemekten kurtulamıyor bir tülü.

Medeniyet çapındaki iddialarını terkederek Batılıların gönüllü laiklik misyonerliğini üstlenmekle, Türkiye, Batılıların dünya üzerindeki hegemonyalarını pekiştirme girişimlerine taşeronluk yapan bir ülkeye dönüşmüş, böylelikle tarihte tatile çıkmış ve beklenmedik, hesapta kitapta olmayan büyük sorunlara gebe hâle gelmiştir.

Batılılar, modernlikle birlikte muazzam bir meydan okuma geliştirdiler. Ama bu meydan okuma bir medeniyet meydan okuması olmadı. Modernlik, sanıldığı gibi, bir medeniyet projesi değildi. Aksine medeniyet fikrini yok eden bir projeydi. Çünkü medeniyet fikri, kozmos fikrine, yani bütünlük, düzen ve uyum ilkelerine dayanır. Modernlik, kozmos fikrini yok etmiş; dolayısıyla bütünlük değil, parçalılık; düzen değil, kaos veya düzensizlik; uyum değil, çatışma üretmiştir.

O yüzden, modern / seküler ve kapitalist meydan okuma, hayatımızı daha anlamlı kılan, daha âdil, daha barışçıl, daha kapsamlı, kuşatıcı ve derinlikli bir medeniyet sıçraması sunmadı bize.

Aksine, hem iç, hem de dış düzlemde gerçekleşen çift yönlü bir saldırı üretti: İç düzlemdeki saldırı, felsefî ya da zihnî düzlemde gerçekleşti ve Tanrı'ya, Tabiat'a ve paradoksal olarak insana saldırı şeklinde tezahür etti.

Dış düzlemdeki saldırı ise, diğer kültürlere, medeniyetlere, dinlere ve toplumlara karşı sömürgecilik ve emperyalizm biçimlerini alan bir saldırı şeklinde gerçekleşti: İnsanlık tarihinde daha önce görülmemiş bir saldırı biçimiydi bu: Mevcut bütün medeniyetleri 3 asır içinde ya yok etmiş; ya da fosilleştirmişti. Ayrıca Avrupa'daki büyük aktörlerin birbirlerini mahvetmeleriyle sonuçlanan tarihin iki büyük dünya savaşının altına imza atmıştı.

Burada, Batı tecrübesine karşı körükörüne bir önyargı ve düşmanlık geliştirmediğimi, medeniyetler üzerinde kafa yoran birinin başka medeniyet veya insanlık tecrübelerine önyargıyla ve düşmanca yaklaşmasının saçma bir şey olacağını söylemem bile gerekmiyor.

Buradan gelmek istediğim nokta şu: Seküler-kapitalist Batı meydan okuması, medeniyet sıçraması ve atılımı değildi/r. Buna rağmen, modern Batı'da düşünce, sanat ve bilim alanında ortaya konan birikimden yararlanmaktan hiçbir zaman kaçınamayız.

Ancak Türkiye, Batı ile kurduğu ilişkiyi Batı uygarlığından yararlanma ilkesi üzerine değil, hâkim güce teslim olma anlayışı üzerine kurdu. Tam bir yenilgi psikolojisiyle hareket ederek, hem kendi medeniyet iddialarını yok etti; hem de böyle yapmakla, Batı saldırısının önündeki en büyük engel olarak tarihten çekilmiş ve Batılıların dünya üzerindeki haksız hegemonyalarının önünü sonuna kadar açmış oldu.

Oysa medeniyet kurmuş hiç bir toplum, aslâ yenilgi psikolojisiyle hareket ederek ve hâkim uygarlık tecrübesinin gönüllü acentalığını veya köleliğini üstlenerek hem tarihte varlık gösteremez; hem de varlığını bile sürdüremez kolay kolay.

Şu ân geldiğimiz noktada, Türkiye, medeniyet iddialarını yitirmekle; yönünü yitirmiş, omurgası çökmüş, ufku daralmış, zihni körleşmiş, yapay kamplaşmalarla ve krizlerle vaziyeti idare etmeye çalışan ve bütün bunların kaçınılmaz sonucu olarak da karşı karşıya kaldığı sorunların sürgit kangrene dönüştüğü traji-komik bir duruma düşmüştür. Bin küsur yıldır yaşamadığımız etnik kimlik sorununun Türkiye'yi tam ortasından ikiye bölecek, sosyal düşmanlıklar üretecek ve siyasî kopuşlar doğuracak kadar tehlikeli bir boyut kazanması, buraya kadar yaptığım analizleri doğruluyor.

Bütün bunları, Numan Kurtulmuş'un Saadet Partisi'nin (SP) başına geçişini anlamlandırmak için yazdım: Millî Görüş hareketini gerçek anlamda bir medeniyet projesine dönüştürecek bir aktör, şu ân SP'nin Genel Başkanı olmuş durumda. Kurtulmuş, Türkiye'deki siyasetçilerde görülmeyen bir entelektüel derinliğe, özgüvene, ufka, samimiyete, dürüstlüğe, asalete ve tevazuya sahip bir siyasetçidir. Teşkilata ve finans kaynaklarına vaziyet edebildiği ve güçlü bir ekiple çalışabildiği ölçüde, Numan Kurtulmuş, Türkiye'nin gelecek on yılına damgasını vuracak ve medeniyet iddialarına sahip çıkarak Türkiye'ye çağ atlatabilecek uzun soluklu bir yürüyüşe öncülük edebilir. Kendisine ve ekibine başarılar diliyorum

Önceki ve Sonraki Yazılar