Üç büyükelçi... Üç tavır...

Son yıllarda Türkiye'nin bölge içinde gelişen faaliyetleri, NATO içindeki  hedef ve kavram değişiklikleri ile Türkiye'nin yükleneceği yeni roller ve BM'nin yaz toplantısında İran'a karşı ambargo girişimlerine Brezilya ile birlikte karşı çıkması, dünya devletlerinin dikkatlerini Türkiye üstüne toplamış bulunmaktadır.

Dünya değişmekte, yeni akımlar ortaya çıkmakta ve siyasi ilişkiler, yeni dengeler üstünde kurulmaktadır. Bu gelişme ve yeni akımlar  içinde "ırkçılık- neo nazizm" ve "din düşmanlığı" gibi olumsuz akımlar da tırmanışa geçmiş bulunmaktadır. Avrupa'da ve dünyada  "yabancı düşmanlığı- xenophobia" artmaktadır.  Avrupa'da da "Türk düşmanlığı"nın gelişmekte olduğu gözlerden kaçmamalıdır.

Türkiye'nin daha güçlü olmasını istemeyen bir çok gizli veya açık düşman da bu gelişmeleri fırsat bilip, çalışmalarına hız vermişlerdir. Yine 2001'den itibaren Batı da gittikçe  artan bir "İslamofobya" (İslam düşmanlığı ve korkusu) son alınan NATO kararlarına kadar herşeyi etkilemeye başlamıştır. Anlatılacak olayların bu paradigmalar içinde tahlil edilmesinde yarar vardır.

Amerikan Büyükelçiliği:

ABD'nin en önemli büyükelçiliklerinden birisi olan Ankara Büyükelçiliği tam 5 aydır boş bulunmaktadır. Halbuki Ankara kritik bir merkezdir. WikiLeaks haberlerinin "sayı yoğunluğu" hesabı ile değerlendirmesi yapıldığında, Amerikan Dışişleri Bakanlığı'ndan kaynaklanan 8,017 haberleşme ünitesinden sonra, 7,918 haberleşme ile en yoğun yazışmanın Ankara ABD Büyükelçiliği'nden  olduğu ortaya çıkmıştır. Bu durum, Ankara'nın ne derece önemli bir merkez olduğunu bir kere daha gözler önüne sermiştir.

Yine NATO da "konsept" değişiklikleri  yapılıp, bu yeni hedeflerin tam ortasında Türkiye bulunurken ve de son yılların en önemli olaylarından biri olan "Füze Kalkanı" projesinin* büyük ayaklarından birinin Türkiye'de  olması düşünülürken, Ankara'daki ABD Büyükelçiliği'nde  bir büyükelçi'nin bulunmaması pek  normal bir durum değildir. Özellikle Türkiye ve ABD arasında İran konusunda  büyük bir ayrışmanın yaşandığı bu son dönemde, bu durum, aradaki  diyaloğu daha da zor bir  hale getirmektedir. Acaba burada hedeflenen nedir?

Geleneksel olarak, ABD tarafından Türkiye'ye atanan büyükelçilerin büyük bir kısmı belli bir dini inanca sahip kimselerden oluşmaktadır. Geçmişte, ABD Dışişleri Bakanlığı  adeta Türkiye'yi  en iyi anlayabilecek kişilerin belli bir grup içinden çıkabileceği  varsayımı ile seçim yapıyor izlenimini vermiştir. Oysa,bir bölgeyi tanımanın, anlamanın ve o bölgede etkili olabilmenin her hangi bir din ile veya görevlinin kişisel inançları ile pek bir ilişkisi yoktur. Olmamalıdır.

Başkan Obama, Ankara'ya kıdemli bir diplomat olan Francis Ricciardone'yi atamak istemiş, Dışişleri Bakanlığı ve  ilgili komisyonlar bu kişiyi onaylamış ve desteklemişlerdir. Ricciardone, daha önce Ankara'da görev yapmış, sonra Mısır'a büyükeçilik yapmış deneyimli bir diplomattır. Ancak atanması henüz gerçekleşememiştir. Son onaylamayı yapacak olan  Senato  Dışişleri Komisyonu'nun Cumhuriyetçi üyesi Kansas senatörü Sam Brownback, "Ben bu konuda ikna olmadım" diyerek büyükelçi atanmasını engellenmiştir. Tam 5 aydır bu makam boş bulunmaktadır.

Budurum, lobilerin ABD politikalarında ne denli etkili olduğunun ve partiler arası engellemelerin, milli çıkarların bile önüne geçebildiğinin çarpıcı bir örneğidir. Bu zarar verme iki taraflı çalışmaktadır. Türkiye gibi bir yerde en kritik zamanlarda, olayları iyi şekilde anlayıp, yorumlayabilecek bilgili ve deneyimli bir yetkili bulunmamaktadır. Bunun arkasındaki motifler iyice ve dikkatle yorumlanmalıdır.

Viyana Türk Büyükelçiliği:

Diğer enteresan bir gelişme de Viyana'da yaşanmaktadır. Avusturya'ya atanan büyükelçi Kadri Ecvet Tezcan, Avusturya'nın geniş tirajlı Die Presse gazetesine bir demeç vermiş ve kendisi ile yapılan bir röportaj yayınlanmıştır. Sorulara büyük bir açıklıkla net cevaplar veren büyükelçi, hiç çekinmeden Avusturyalı'ların pek de yabancıları tanımaya hevesli olmadıklarını, yabancılarla karışmak, kaynaşmak gibi bir istek ve niyetlerinin bulunmadığını izlediğini belirtmiştir. Viyanalıların halka açık, yabancılara ait kermes ve eğlencelere bile ilgisiz kaldıklarını ve yabancı kültürlere karşı uzak durduklarını ifade etmiştir.

Büyükelçi'nin en çarpıcı tespitleri arasında Türklere belli bölgelerde ev satıldığı, yeni gelenlerin de oralara yerleşmelerinin teşvik edildiği hususudur. Bu mahallede yerli halkın yani Avusturyalıların ev almadığı ve hatta oralardan uzaklaştıklarını söyleyerek, bu mahallelerin adeta "Getto"laştırıldıklarına dikkat çekmiştir. (Aynen 70 yıl önce Almanya'da Nazilerin Yahudi asıllılara yaptıkları gibi.)

Artmakta olan bir yabancı düşmanlığına farklı dinlere karşı gösterilen toleransın azalma eğiliminde olduğuna da dikkat çeken büyükelçi, karşılıklı bir dostluk ve işbirliği köprüsünün gerekli olduğunu vurgulamıştır.

Büyükelçinin bu samimi ve belli olaylara dayalı olarak yaptığı objektif değerlendirmelere karşın, Avusturya hükümeti hemen Türkiye Dışişleri Bakanlığı nezdinde adeta bir şikayette bulunmuştur.

Ne yazıktır ki bizim basınımız bu olaya çok az yer vermiştir. Halbuki Türk büyükelçisi son derece onurlu, dik bir duruş sergilemiştir ve yapılan hataları belirterek Türklerin haklarını korumaya çalışmıştır.

Avusturya ve Avrupa basını bu olaya daha fazla önem vermiş ve olayı "Uyarı Ateşi" gibi enteresan bir başlıkla halka duyurmuşlardır. Türklerin artık AB kapısında beklemekten yorulduklarını, çalıştıkları ülkelerde daha iyi bir muamele görmek istediklerini ve bu konuda net bir duruş sergilediklerini anlatmışlardır. Yine yabancı basın, Avrupalıların bunu görmezden gelmelerinin hata olacağını belirtmişlerdir. Kısacası; Türkleri yerli basından daha iyi değerlendirmişlerdir. Yalnız büyükelçimizin dikkat çektiği husus: "Türk mahallelerinin gettolaştırılmaya (ghetto) doğru gidişi çok tehlikeli bir gelişmedir. Dikkatle izlenmelidir."

Belçika Büyükelçiliği'nden haberler:

Belçika'da 1 Aralık Çarşamba günü, Flaman bölgesinde faaliyet gösteren VRT adlı bir televizyonda(Flemish Public Radio and Television Broadcasting Federated) yapılan bir bilgi yarışmasına  Belçika Flaman Parlamentosu Başkanı Jan Peter Peumans (59) da katılmış ve orada sorulan sorulara son derece kaba ve ırkçı bir tarzda cevap vererek herkesi şaşırtmıştır. Soru meşhur Fransız yazar ve düşünürü Voltaire'nin "en kötü ve berbat millet olarak kimleri düşündüğü" şeklinde bir sorudur. Cevap için 3 şık sunulmuştur: (a) Flamanlar (b) Yahudiler (c) Türkler. Flaman Meclis Başkanı'nın cevabı "Türkler" olmuştur. Salondaki katılımcıların kahkahalarından sonra soruyu soran, bunun yanlış cevap olduğunu ve Peuman'ın doğru cevabı mutlaka bildiğini, çünkü cevabın "Yahudiler" olduğunu herkesin bildiğini söylemiştir.

Peuman, cevaben "Evet, biliyorum ama onlara(Yahudilere) karşı TV'de bunu söyleseydim kıyameti kopartırlardı" demiştir. "Türkler kıyameti kopartmaz mı?" sorusuna da başını "hayır" anlamında sallayarak cevap vermiştir.

Bu olay son derece ciddi ve vahim bir olay olup, büyük bir titizlikle takip edilmeli ve gereği yapılmalıdır. Hemen artmakta olan "Türk düşmanlığına" dur denilmeli, gerekli tedbirler alınmalıdır.

Türkiye'nin Belçika  Büyükelçisi, Murat Ersavcı son derece bilgili, güzel nokta vuruşu yapan ve ders veren bir cevap hazırlayarak, Flaman Meclis Başkanı'na göndermiş bulunmaktadır. Oradaki Türk asıllı milletvekilleri de tepkilerini göstermişlerdir.

Elbet, bizler de kibar, ölçülü ve diplomatik bir dille kızgınlığımızı ve bu durumu protesto ettiğimizi belirtmeliyiz. Ama en büyük görev Türk dışişlerine ve Türk elçiliğine düşmektedir:

1- Herşeyden önce böyle bir yarışma yapan, bu tür soru ve bu denli yalnış ve kötü cevapları hazırlayan, bu gelişmelere yol açan TV kanalı ve çalışanları protesto edilmeli, yaptıkları hatadan dolayı "özür  dilemeleri" istenmelidir.

2- Sonra da bir daha böyle bir şeyi tekrarlamamaları için  bir izleme komitesi kurulmalıdır. (İzleme ve yerinde ve sert tepki verme komitesi)

3- Hem Flaman Parlamentosu ve hem de Peuman'ın partisine protesto mektupları gönderilmelidir.

4- Tabii en başta da kendisi şiddetle  protesto edilmelidir.

Nitekim, Büyükelçi Ersavcı, Peuman'a gönderdiği protesto mektubunda aynen şöyle bir soru sormaktadır:" Bir bilgi yarışmasında size, Belçika'yı işgal eden Nazi Almanların, Belçikalılar hakkında ne düşündükleri sorulsaydı ve  seçilecek cevap şıkları olarak da, Belçikalıların (a) korkaklar, (b) kendilerini ucuza satanlar, (c) her ikisi de gibisinden terçihler verilseydi acaba hangisini seçerdiniz? Acaba, stüdyo konukları da bu cevaplara kahkahalar atacak kadar komik bulurlar mıydı?

Sonuç:

Türkiye olarak büyük ve güçlü olacaksak haklarımızı da korumasını çok iyi bilmeliyiz.

* Bu konularda daha önce yayımlanan  "Nato'nun yeni stratejik konsepti" ve "Nato'nun Füze Kalkanı Projesi ve İkili Oyunlar" adlı yazılarımı okuyabilirsiniz.

Önceki ve Sonraki Yazılar