Üskül Tuzu Kokutmuştur

İnsanlar; devletten taleplerini, ya bireysel ya da oluşturdukları örgütleri aracılığıyla dile getirirler. İsteklerin örgütlü ya da bireysel dile getirilmiş olması, isteklerin meşruiyetinde belirleyici değildir. Kim tarafından dile getirilirse getirilsin, önemli olan o isteğin meşruiyetine bakılmaksızın makul olup olmadığıdır. Makul olup da, meşru kabul edilmeyen birçok istek vardır. Bunun tam tersi ise, meşru olup, makul olmayan yasaklardır. Meşru taleplerin zamanı ve yöntemi tartışma konusu olabilir. Bu tartışmalarda ileri sürülen görüşler sübjektiftir. Birileri için uygun olmayan zaman ve yöntem bir başkası için elzemdir.

Bu ülkenin en yakıcı sorunlarının başında örtü yasağı gelir. Bu yasak, toplumun kahir ekseriyetini etkilemekte, büyük bir kitlenin eğitim ve çalışma özgürlüğünü ortadan kaldırmaktadır. Bu yasağın kaldırılmasına yönelik taleplerin her gün yeni baştan dile getirilmesi ve özgürlüklerle, demokrasiyle, insan haklarıyla ilgili her tartışmanın konusu olması; bazıları için şaşırtıcı, gereksiz görülebilir. Ancak bu yasak, her gün yeni baştan ve her gün başkaları için yeni mağduriyetler üretmekte ve bunu sürekli kılmaktadır. Bu sebeple, bu yasağın dile getirilmesinin zamanlamasının uygun olup olmadığıyla ilgili değerlendirmeler anlamsızdır.

Başörtüsü mücadelesinin tarihi oldukça eskidir. 1960’lı yıllardan beri yaşanan mağduriyetleri ve verilen mücadeleleri anlatmak gerekmiyor. Çünkü bu konu, bu ülkede yaşayan herkesin malumudur. Bugün gelinen noktada, bu yasağın insanlık dışı bir dayatma olduğu artık herkes tarafından kabul ediliyor. O nedenle de, çeşitli nedenlerle “Özgürlükçüyüm” deme gereksinimi duyan CHP dâhil, herkes artık bu yasağın kaldırılması gerektiğini söylemektedir. Bu söylem, referandum sürecinde siyasilerin konuyu miting alanlarına taşımasıyla birlikte bugünlerde daha yoğun olarak kullanılmaktadır. Ancak CHP’nin de içinde olduğu dar bir laik kesim, yasağın üniversitelerde kaldırılması karşılığı olarak, başörtüsünün çalışma hayatında ve üniversite öncesi eğitim kurumlarında yasayla yasaklanmasını istiyor ve bunu da bir lütufmuş gibi sunuyor. Görünen o ki, AK Parti bu oyunun farkındadır ve bu oyunun oynanmasına fırsat vermemektedir. Bu keskin laikler, AK Parti’nin direncini kırabilmek için, bütün varlıklarıyla mücadele etmekte, “Başörtüsü, ya çalışma hayatına sıçrarsa ya ilk ve orta dereceli okullara sirayet ederse” diyerek, kendilerince ürkütücü bir gelecekten bahsedip, yasakçılıklarına haklılık kazandırmaya çalışıyor.

Yıllardır, başörtüsü serbestisiyle ile ilgili talepler bilinçli olarak sadece üniversiteyle sınırlıymış gibi gösterildi. Hâlbuki yasağın yoğun olarak uygulanmaya başladığı 28 Şubat sürecinde binlerce kamu çalışanı işlerinden atıldı. Hatta özel eğitim ve sağlık kurumlarında da bu yasak uygulanarak mağdurların sayısı on binlere ulaştırıldı. Ancak bu mağduriyetlere ve karşı duruşlara medya kör ve sağır oldu. Bu görmezden gelmeyle, başörtüsünün mağduru sadece üniversitede okuyan kızlarmış gibi bir algı oluşturuldu. Yasak nedeniyle kız çocuklarını liselere gönderemeyen ailelerin yaşadıkları görmezden gelindi. Hatta polis zoruyla, para marifetiyle “Haydi kızlar okula” şovlarını sergileyenler, gördükleri, başörtüsü yasağı nedeniyle okula gönderilmeyen çocuklar gerçeği karşısında susmak zorunda kaldılar.

Yıllardır, üniversite önlerinde öğrencilerin başörtülerinden dolayı yaka paça edilişlerini, çalışma hayatından örtüsü nedeniyle kovulanları, kız çocuklarını liselere gönderemeyenleri yok sayanlar, şimdi üç ilde meydana gelen olayları ekranlara taşımakta, tartışma programlarının konusu haline getirmekte, manşetlerde sergilemektedir. Bunu normal bir haber anlayışıyla izah etmeye çalışanlar, sadece kendilerini kandırmaktadır. Bu haberlere kimse şaşırmıyor, amacını da herkes iyi biliyor. Bu konu da şaşırtıcı gelişme, bunların dışındadır.

Yıllardır, başörtüsü yasağına ve bu yasağın oluşturduğu mağduriyete kulağını kapayanlar, Adana ve Mersin’de yaşanan olayların üzerine abanıp manşetlere taşıyınca, gaza gelen Meclis İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Zafer Üskül’ün çıkışıdır, şaşırtıcı olan. Gerçekten bu çıkış, bir insan hakları komisyonu üyesi için ilkel ve barbarca oldu. Adana ve Mersin’deki insanların talepleri tartışılabilir ve zamanlaması da uygun bulunmayabilir. Ancak bu ailelerin çocuklarının eğitimi ve yetişmesiyle ilgili bu taleplerine, mafyavari jargonla, “Çocuklarınızın velayetini elinizden alırız” kabadayılığını, hukuksuzluğunu kimse sergileyemez. Böyle bir hak kimseye verilmemiştir. Bu beyefendi, öncelikle Din Kültürü dersiyle ilgili Alevi babanın açtığı dava nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin vermiş olduğu kararı okumalıdır. Yoksa, Alevilerin ya da başka kesimlerin ebeveyn hakları var da; çocuklarına dini bir eğitim ve yaşam sunmaya çalışan dindar ebeveynlerin, ebeveyn hakkı yok mu? Bu sözü Meclis İnsan Hakları Komisyonu Başkanı’nın söylemesi ise, tuzun kokmasıdır.

Bu beyefendi, acaba üniversite öğrencilerinin okuma hakkını elinden alanlara, insanları başörtülerinden dolayı çalışma hayatından uzaklaştıranlara bu kabadayılığı sergileyebilmiş midir? Aynı kayığa Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf’ın binmiş olması ise, özellikle de kadın olması ve de ‘aileden sorumlu’ olması nedeniyle ayrı bir garabettir. Adı geçen beyefendi ve hanımefendi, çocukları aracılığıyla farklı taleplerde bulunan başka hangi aileyi bu şekilde tehdit edebilme cesaretinde bulunabilmiştir.

Kılık kıyafet yönetmeliğinin “baş açık olmalı” bölümüne karşı gelen ailelere bu tehdidi yapabilen kişiler, yönetmeliğin diğer maddelerini ihlal edenlere, karşı gelenlere aynı tehdidi savurabilirler mi? Mesela, çocuğunu rujlu, ojeli okula gönderenlere ve bunda diretenlere karşı. Bunu söylemekle, bu kör cesareti bu insanlara karşı da ortaya koysunlar demiyorum. Farklı taleplere karşı da olsa, bu meydan okuyuşu, bu nara atışı asla onaylamak mümkün değildir. Söylemek istediğim, bu ülkede dindarlara karşı çok kolay kabadayılıkta bulunulabilinmektedir. Bu kabadayılıklar için gerekçe hazırlamak çok kolay. Dindar insanların taleplerinin ardına bir kulp takılarak, en haklı talepleri bir suç haline dönüştürülebiliyor. Yıllardır bu oyun böyle oynandı.

Bu ülkede nedense bütün kesimlerin topluma ters düşen en marjinalleri bile sempatiyle karşılanıp, onların ahlak dışı talepleri müsamaha görürken, dindar insanların laik dayatmalara uygun düşmeyen en masum talepleri dahi ya provokasyon ya da ajanlık olarak değerlendirilir. En makul taleplerin bile ismi provokasyon olarak konulunca; bu talepler, huzurdan çok kolaylıkla kovulabilmekte, yalnızlaştırılmakta ve bir daha dile getirilmesi ebedi olarak önlenmektedir.

Bu oyunun üstesinden mutlaka gelinmelidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.