Vicdan ve gönül

Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Davos'taki çıkışı ve seçim kampanyası sırasında sarf ettiği bazı sözlerden sonra, Türkiye'yi yakın takip altında tutan çevrelerde başgösteren bir merak giderek burada da duyulmaya başladı: “Türkiye saf mı değiştiriyor yoksa; ilgisi Batı'dan Doğu'ya mı dönüyor?”

Sahi ne oluyor, Türkiye Batı ile ittifaklarını koparıp Doğulu bir ülke olmaya mı karar verdi? Ak Parti istikametimizi değiştirmeye mi çalışıyor?

Aralarında şahsen tanıdığımız aydınlar da bulunmasa, yabancı zeminlerde dillendirilen bu tür yaklaşımları klasik 'Türkiye karşıtlığı'nın depreşmesiyle açıklamak mümkün olurdu; ancak bu tür değerlendirmeleri yapanlardan bazısı iyi niyetlerinden kuşku duymadığımız kişiler... Onların seslerinin malum tiplerin eleştirilerine katılması, Türkiye açısından görüşleri önemli çevrelerin kafasını da karıştırıyor.

Hayır, bir tavır değişikliğinin varlığını inkâr edecek değilim; Türkiye'de -özellikle iktidara yakın çevrelerde- Batı ile ilişkiler konusunda kuşkuculuk giderek yaygınlaşıyor ve bu da tabandan yukarıya etkisini göstererek hükümetin söylemine bir biçimde yansıyor. ABD ile ilişkilere verilen önem, Türkiye'nin Avrupa Birliği (AB) üyeliğini elde etme arzusu yok olmuş değil; ancak bir adım ötede o tehlike de söz konusu olabilir.

Batı'da başgösteren değerlendirmeler bizim medyaya da yansımaya başladı, ama gönül kaymasını tahlil eden bizdeki değerlendirmelerin bütün derinliğiyle Batı'ya ulaştığından tam emin değilim. Eleştirilerin yüzeyselliği, kişiselleştirilmesi Batı'dan bakanların Türkiye'deki gönül kaymasını doğru değerlendiremediklerini gösteriyor.

Davos'taki çıkışın sebeplerini doğru anlayamayanlar ileride büyük hayal kırıklığına uğrayabilirler. Bosna-Hersek'te ve Kosova'da yaşayan 'Batılı Müslümanlar' Sırplar tarafından soykırıma uğratılırken Avrupa ülkelerinin sergilediği sessizlik toplumsal belleğe not olarak düşmüştü; ABD devreye girdi de o dönemde Batı'nın yekpare bir 'hasmane cephe' olarak görülmesi engellendi.

Bosna-Hersek ve Kosova'da Batı'nın fiyakasını yere düşmekten kurtaran ABD, zaten sabıkalı Avrupalı müttefiklerini de arkasında toplayarak, Lübnan ve Filistin'de tek-taraflı davranabildi. Dünyanın en gelişmiş silâhlarına sahip İsrail ordusunun önce Lübnan'da şimdilerde Gazze'de çoluk-çocuk-kadın ayırt etmeksizin insan sürek avına göz yumdu bütün Batı...

Vicdanı olan Batılıları da müthiş rahatsız eden bir sorunu var Batı ittifakının: Vicdanı yok... Ya da, varolan vicdan Müslümanlar söz konusu olduğunda ortadan kayboluveriyor...

Türkiye gibi tarafını 'Batı ittifakı içinde yer almaktan yana' seçmiş Arasat'taki bir ülkede, Batılılar vicdanlarını kaybettiğinde, bu durum bir kimlik sorunu haline dönüşüyor. Batılı ittifak içinde neden yer alır Türkiye? Onlara 'vicdani' eksikliklerini hatırlatmak için elbette; bu noktada etkili olamaz hale geldiğini fark ederse ne olacak peki?

Burada olup bitenleri anlamaya çalışan iyi niyetli Batılılar'ın, projektörlerini biraz da kendi içlerine çevirip, buralarda nicedir fark edilen 'vicdan yoksunluğu' konusu üzerinde yoğunlaşmaları gerekiyor: Müslümanlara neden “Vurun abalıya” diye bakılıyor? İsrail'in her yaptığı neden yanına kâr kalıyor?

Elbette bu tür soruların şimdilerde buralarda daha fazla sorulmaya başlaması, Türkiye'nin birdenbire saf değiştirmesine yol açmaz, açmayacaktır. Türkiye için doğru olanın her çevreyle iyi ilişkiler kurmak ve geliştirmek olduğunu aklı olan herkes görüyor. 'Batı ittifakı' karşısında derhal yanında saf tutulacak bir 'Doğu ittifakı' bulunmadığını fark etmek için ise uluslararası ilişkiler uzmanı olmaya gerek yok.

Ülkemizle ilgili değerlendirmeler yapan dostlarımızın tedirginlik duymalarına gerçekten bir sebep yok. Ancak buradan bakınca 'vicdanı' olduğu konusunda ciddi kuşkular duyulan Batı'nın kendisini ince bir ayardan geçirmesi de şart. Bu yapılmadığı taktirde Batı'nın buradaki dostlarının kendilerini anlatmada zorlanacakları kesin.

Vicdansız bir değerler sistemini insanoğlu neden kabul etsin?

Önceki ve Sonraki Yazılar