Yağar, eser yolcu yolunda gerek

Köyümüzde henüz bir motorlu taşıtın bile bulunmadığı dönemlerdi. Ben ilkokul öğrencisiydim. Köylülerimiz haftada bir gün şehre giderek çay, şeker, yağ gibi temel ihtiyaçlarını temin eder, aynı günün akşamı köye dönerlerdi.

Şehre gitmek için iki yol vardı. Acil bir durum yoksa Çarşamba günü beklenir, o gün komşu köyden gelen kamyonla şehre gidilirdi. İkinci yöntem ise, ilçe ile il arasındaki yola kadar yürüyüp oradan geçen bir kamyon ya da otobüse binerek vilayete gitmekti.

Çarşamba günleri köye gelen kamyonla gitmeyenler, şoseye kadar beş kilometre yolu yürümek zorunda kalırlardı. Giderken yürünen yolun bir de akşam dönüşü vardı ki, o daha zordu. Çünkü şehir dönüşünde ellerinde yük bulunurdu.

O yıllarda dayım bir kaza geçirdi. Kestiği kavak bacağına düşmüştü. Kırılan bacağının acısını ilk günler fazla hissetmemiş. Günler geçtikçe acıdan kıvranmaya başlamıştı.

Dayım hastaneye gitmedi nedense. Onun için kırık çıkık işinden anlayan birisi arandı.

Köyümüze 35 km mesafede bulunan ilçeye bağlı bir köyde bir sınıkçı varmış, işinin ehliymiş.

Babam bu haberi alır almaz yollara düştü.

Köyden yaya olarak şoseye, oradan otobüsle ilçeye, oradan da yürüyerek sınıkçıya gitmiş.

Sınıkçı, artık kırık çıkık tedavisi yapmadığını söyleyerek babamın bizim köye gitme teklifini reddetmiş. Babamın ısrarları ise işe yaramamış.

Adam “Nuh demiş, peygamber dememiş!”

Ömrü boyunca kimseden bir iğneyi dahi istemeyen, kabul edilmediği yerde bir dakika durmayan babam, reddedildiği halde kalkıp gitmemiş sınıkçının yanından. Eli kolu bağlı, çaresiz, adeta yalvarmış adama ama bir türlü ikna edememiş. Öz kardeşi gibi sevdiği kayın biraderinin evde nasıl beklediğini bildiği için sinirlenememiş, sesini yükseltememiş, kızamamış da sınıkçıya. Oysa rahmetli babam çok çabuk sinirlenen ve Hak bildiği sözü söylemekten asla çekinmeyen bir kişilik özelliğine sahipti.

Babam bir kenarda beklerken, sınıkçı ev sahibi ise, “Kardeşim sen ne biçim bir adamsın. Ben gitmem dedim. Artık o işleri bıraktım” diye tekrar ediyormuş.

Bu gergin bekleyiş sırasında yağmur başlamış. Yağmur sağanak halinde yağıyormuş.

Bizim memlekette böyle durumlarda misafir gitmek istese bile izin verilmez, kalması için ısrar edilir.

Sınıkçı inatla bekleyen babama şöyle demiş, “Yağar eser, yolcu yolunda gerek.”

Babam ev sahibinin bu sözünü duyunca çaresiz, kalkmış ve ilçeye doğru yola çıkmış.

Yolda bir adamla karşılaşmış.

Adam sınıkçının köyünden ya da başka bir köyden olsa bile sınıkçıyı ve huyunu iyi bilen birisiymiş. Babamı yolda ilçeye doğru yorgun, bitkin ve üzgün bir şekilde yürürken gören adam bir derdi olduğunu anlamış ve sebebini sorup öğrenmiş.

Adam, sınıkçının nasıl ikna edileceğinin sırrını vermiş babama:”İlçeden bir jip kiralayın ve sınıkçının kapısına kadar gidin. Sizin kararlılığınızı gördüğünde kesin gelecektir!”

Babam söyleneni yapmış.

Evinin önünde jiple babamı gören sınıkçı, “Sen hiç pes etmez misin be adam!” demiş.

Sonra da hazırlanmış, birlikte çıkmışlar.

Geçtiğimiz Cumartesi günü Isparta’da Deniz Feneri gönüllüleriyle bir araya geldik. Benim için her seyahat, her toplantı yeni bir heyecan, yeni tanışmalar, yeni bilgiler ve yeni keşifler anlamına geliyor.

Isparta’da Eğitimciler Birliği Sendikası’nın ev sahipliğinde Deniz Feneri bağışçı ve gönüllüleriyle hasbihal ettik.

Toplantı çok verimli, yararlı ve güzel geçti.

Isparta yakınlarında bulunan Sav beldesinden de bir gönüllümüz vardı toplantımızda. Gönüllümüz Soner Can Isparta merkezde çalışıyor, 10 km mesafedeki Sav beldesinde ikamet ediyor.

Can, beldesi ile ilgili çok etkileyici bir bilgi verdi;”Merhum Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri Barla’da mecburi ikamete tabi tutulduğunda bir sayfa risale yazıp bizim köye gönderiyormuş. Köyümüzde o bir sayfa risale bir günde 2000 nüsha çoğaltılıyormuş. Okuryazarlığı olmayan köylülerimiz bile Osmanlıca ana nüshanın üzerine bir cam yerleştirip resim yapar gibi kopyalarlarmış. Ispartalılar Üstad’ın çok duasını almışlar..”

Bir gün sonra yani Pazar günü Denizli’de benzer bir buluşma gerçekleştirdik. Bu kez ev sahipliğimizi MÜSİAD Denizli Şubesi yaptı. Orada da anlatılanları pürdikkat dinleyen ve Deniz Feneri iyilik hareketinin yaşamasına desteğini sürdürme kararlılığında güzel insanlarla sohbet ettik.

Onlardan kuyumculuk yapan bir gönüllümüzün anlattıkları da unutulacak gibi değildi: “Deniz Feneri’ne karşı yürütülen karalama kampanyasının başladığı aylarda bir müşteri dükkânımdaki Deniz Feneri kumbarasını görünce, ‘Bunu hala kaldırmayacak mısın?’ diye sordu. Ben de ona, ‘Bunu buradan kaldıracak babayiğit henüz anasından doğmadı’ dedim. Bir müşteri de, ‘Biz bağış yapıyoruz, hırsızlar yiyor’ diye saldırdı, laf attı. Adam tam çıkmak üzereyken, ‘Deniz Feneri’ne ne kadar bağış yaptınız?’ diye sordum, ‘Beş lira’ dedi. Çıkardım beş lirayı eline verdim, ‘Şimdi hemen çık, bir daha da Deniz Feneri’ni konuşma’ dedim.”

İki ilimizde birbirinden güzel, fedakâr, vefalı gönüllülerimizle hasbihal ettikten sonra İzmir’e hareket etik.

Manisa’ya doğru giderken bir ilçeye uğradık. Ekip arkadaşlarımızdan birisinin bel ağrıları vardı. Ona yol üzerindeki bir adresten bahsedildi. Söz konusu kişi bel fıtığı rahatsızlıklarını, kırık ve çıkıkları tereyağından kıl çeker gibi tedavi ediyormuş.

Ekipten bir dostumuza daha önce bel fıtığı teşhisiyle “Ameliyat olmanız gerekiyor” denilmişken o marifetli el sahibine gitmiş, sıkıntılarından kurtulmuş.

Gün boyunca İzmir ekibimiz telefonla sınıkçı amcamıza ulaşmaya çalışmışlar, yakınlarından “Cumartesi Pazar günleri çalışmıyor. Prensip sahibidir. Prensiplerini uygulamada kararlıdır” cevabını almışlardı.

Amcanın ilçesi yolumuzun üzerinde olduğu ve arkadaşımız da bel rahatsızlığından kıvrandığı için, “Giderken uğrayalım. Belki kabul eder” deyip ilçeye girdik.

Aracımızı bir kenara çekip yeniden amcayı tanıyanlar aracılığıyla oğluna ulaştık. Oğlu, “Bu konuda ne kadar ısrar etseniz faydası yok. Benim annemin bir hafta sonu kolu kırılmıştı, babam onunla bile Pazartesi’ye kadar ilgilenmedi!” dedi.

Amca ile görüşülemedi.

“Akıl Oyunları” isimli bir film vardı. “Hafıza Oyunları” adıyla da bir film çevrilse yeridir.

Sınıkçı amcanın direnci karşısında, hafızam beni 40 yıl önceye götürdü. Dayım köyde acıdan kıvranıyor, babam sözünü geçiremediği için çaresizlikten sızlanıyor, dışarıda devam eden sağanak yağmura rağmen sınıkçı amca, “Yağar eser, yolcu yolunda gerek!” diyordu.

Manisa’da verdiğimiz kısa molada dostlarımızla hasret giderdik.

“Antalya’dan başlayan Isparta, Denizli, Manisa ve İzmir seyahatinden dilinize ne dolandı?” diye soranlara, dilime değil ama hafızama bir söz dolandı diyorum:”Yağar eser, yolcu yolunda gerek!”

Türkiye’nin neredeyse bütün bölgelerinde sağanak kar yağıyor, şiddetli soğukla karşı karşıyayız. Çoğu ilimizde sıcaklık dereceleri eksi puanlarda seyrediyor.

Deniz Feneri’nin iyilik erleri için söylenecek söz belli. Onlar vizyon cümlelerini, “Yeryüzündeki son muhtaç kişiye ulaşıncaya kadar çalışacağız” şeklinde belirlemişlerdi.

Şimdi onlar kar, soğuk, buz, karalamalar, çamur atmalar, iftiralar ve bütün zorluklar karşısında, “Yağar eser, yolunda gerek!” diyor ve iyilik yolculuğuna devam ediyorlar.

 

Not: Bu yazıya “Bunca tıbbi gelişme, bu kadar hastane ve sağlık merkezi yerine başka adreslere mi işaret ediyorsunuz?” eleştirisi gelebilir. Adını ve adresini vermediğim sınıkçı ya da benzer kişiler kendi halinde hizmete devam ediyor. Bazı doktorların bile bu kişilere hasta gönderdiği ise –inanılması zor ama- bilinen bir gerçek. Bunların istismarcı ve şarlatan olmayanlarını, nesilden nesle aktarılmış yüzyılların tecrübesini sağlık camiamıza bir destek olarak sunan kişiler olarak görmek de mümkün.

 

gumuslale@gmail.com 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
5 Yorum