Ahmet Müfit KUTLU

Ahmet Müfit KUTLU

YAKIN TARİHTEKİ ZULÜM ÖRNEKLERİ

B.

 

YAKIN TARİHTEKİ ZULÜM ÖRNEKLERİ

 

Mustafa Kemal yeni devleti kurarken çok dikkatli idi. Amacı hangi şartlarla olursa olsun dış düşmanlarla anlaşmak ve sonra serbest kalarak içerideki muhalifleri susturup, planlanan devrimlerin hemen  uygulanmasına başlamaktı. Sadece Yunan’lılarla savaşılmış ve kazanılan askeri zafer sonrası İngilizler ve müttefikleri ile  Lozan’da masaya oturulmuştu. İngilizler ve müttefikleri  hilafetin kaldırılması şartıyla, Ankara’dan  Musul, Kerkük,Batı Trakya ,Ege Adaları ve daha bir çok tâviz kopararak Lozan’da yeni Türkiye Devletinin kuruluşuna onay verdiler.

1923 Yılında ilân edilen  Cumhuriyetin anayasasında “Devletin dini İslamdır” maddesi vardır. Kurulan devlet bir İslam Devletidir. Ama hilafet kaldırılmış ve halife kovulmuştur. Anayasadaki “Devletin dini İslamdır” göstermelik maddesine rağmen “Hukuk birliği” “Öğretim Birliği” “Kıyafet devrimi” “Şer’iye ve Evkaf Vekaleti”nin kaldırılması, Arap harflerinin terk edilmesi, tekke,zaviye ve tarikatların kapatılması,Hacı,Hoca gibi dini lakapların kaldırılması, İsviçre Medeni Kanununa geçilmesi hep bu dönemin ürünüdür.

Ve 1928 yılında Anayasa maddesindeki “ Devletin dini İslamdır” maddesi de kaldırılarak devrimlerde büyük bir aşama daha gerçekleştirilir.

1937 Yılında “Laiklik” ilkesi Anayasaya girer ve  Meclis’te Hükümet adına konuşan  Şükrü Kaya maksatlarını açıklar : “ Laiklikten maksadımız dinin memleket işlerinde etkinliğini ortadan kaldırmaktır. Dinler vicdanlarda ve mabetlerde kalsın. Din , maddi hayat ve dünya işlerine karışmasın”

1937 Yılından  itibaren devlet yönetimindeki tek parti CHP’nin de tüzüğünde aynen bulunan “laiklik”  resmen uygulanmaya başlanır. Din sadece öbür dünyaya değil bu dünyada da yaşanması gereken bir inanç sistemi olmasına rağmen sadece inananların vicdanlarına hapsedilir. Bu baskı ve zulümler, bir şekilde mabetlere,ezan ve namaza kadar uzanır.  Toplum yaşamında da dinin öğrenilmesi ve öğretilmesi  yasaklanarak din vicdanlara hapsedilir. .

Yıl 1930 , İstanbul Müftüsü Fehmi  (Ülgüner) Hoca’dır. Muavini de Ömer Nasuhi (Bilmen)…Bir gün Müftü Efendi evine gelir,sedirin üzerine yığılakalır. Bitkin ve ölgün…Hanımı merak ederek niçin böyle bitkin olduğunu ısrarla sorar.Ne kadar gizlemek isterse de muvaffak olamayan Fehmi Hoca sıkıntısını şöyle anlatır :

- Bu gün Süleymaniye Camii’ne mahalle bekçisini imam tayin ettim .

- Hanım durumu hâlâ anlayamaz… Der ki :

- Efendi; tayin eden sensin.Bu nasıl iş ? Eğer üzülecek biriyse neden tâyin ettin ? Değilse neye üzülüyorsun ?

Fehmi Hoca’nın cevabı tarihin ibret sayfasında :

-Hanım, ne yapayım ? Koskoca cami uzun zamandır imamsız…Bomboş bekliyor.Bu bekçi ise gidip gelerek bana burada imam olmayı arzuladığını ifade ediyor. Ben de baktım, bir iki sureyi çat pat okuyan bir bekçinin imamlığıyla olsun, cami namaza açık bulunsun … diyerek Tâyinini yaptım!.. Ama hâlâ hazmedemedim. Bir türlü vicdanen rahat edemedim.Süleymaniye Camiine bir mahalle bekçisini imam tâyin etmek bana çok ağır geliyor, izah edemiyorum.

Ve Fehmi Hoca başlar hüngür hüngür ağlamaya … (1)

 

Mehmet Güneş 1926 yılında Şarkışla’ya bağlı İkantopaç’da doğup büyüyen bir vatandaşımız. Kendisi için pek bir şey söylemiyor ama İsmet Paşa devri söz konusu olduğunda bakınız neler anlatıyor :

“ Küçükken gözümüz yılmış. Bu gün bile hükümet denilince aklımıza jandarmayla tahsildar geliyor. Jandarma döver, tahsildar soyardı. Bize göre devlet bundan ibaretti…Bir gün aksakallı,elinde bir namaz tesbihi ile bir hoca efendi yoldan geçiyordu. Karşıdan jandarma üsteğmen gözüktü.Doğruca ihtiyarın üzerine vardı ve “Dur bakalım aksakallı !” dedi. Tesbihini elinden aldı,koparıp attı.İki tane de tokat aşk edip ‘Hayvan herif” dedi ‘Burası dağ başı mı ? Sakal bir arşın,doksandokuzluk tesbih elinde.’ Caddeden geçen herkes benim gibi durdu, bu olayı çıt çıkarmadan seyretmişlerdi.Tanıdığım bu yaşlı insana yapılan bu hakaretten dolayı hırsımdan ağladığımı hâlâ hatırlıyorum “ (2)

1932 Yılında Müslümanların ezanı Türkçe okunmaya başlamış, dini öğretim tamamen yasaklanmış, Fatih’in vakfiyesi Ayasofya Camii tamirat bahanesiyle ibadete kapatılıp müzeye dönüştürülmüştü. Aynı yıl  çıkarılan Vakıflar Kanunu ile cami ve mescitlerin çoğu haraç mezat yok fiyatına satılmışlardı.1938 -1950 arası “Milli Şef”lik döneminde de kalan camiler seferberlik bahanesiyle depo ve koğuş olarak Müslümanların namaz kılmalarına kapatılmış oluyordu.

“Velkanlı Hoca Mehmed Efendi bütün Muş’un sevip saydığı, çarşıdan geçerken ayakta selamladığı bir kimsedir. Günlerin birinde aralarında arazi ihtilafı bulunan komşusu,onu hangi suç için şikayet ederse daha çok mağdur edeceğini iyi bilmektedir ve bu hayırsız komşu ‘Evinde Kur’ân okutuyor’ gerekçesi ile Hoca Mehmed Efendi’yi şikayet ediverir. Muş Valisi derhal derdest ederek (tutuklatarak) Hoca Efendi’yi getirtir ve bu ağır suçtan(!) ötürü kendisine doğrusu bir ceza verir ki ne ceza ; bu kıymetli âlimin sırtına bir jandarma biner, ikinci bir jandarma da sakalından çekerek ‘hâşâ” Kur’ân okutmak gibi büyük bir cürüm işleyen(!) bu ihtiyar Muş çarşısında dolaştırılır.” (3)

İşte o devirler, bu cumhuriyeti kurmak için , kanı ve canı pahasına dini için binlerce evladını şehit vermiş bu aziz milletin sırtına, zâlimlerin bindiği bir devirdir.

 

 

  1. Ahmed Şahin,Olaylar Konuşuyor,Cihan Yay.İst.93,s.149
  2. Ahmet Ersöz, Laik Düşüncenin Mazi Aralığına Kısa Bir Bakış,ZAMAN,26Mart1994,s.3
  3. Recep Şükrü Apuhan “Batı’nın Darağacında İsyan”,Timaş,İst.19,s.44  

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum