Yalan söyleyen tarih utansın

Tarih bilinci, bir ülkenin sosyal dayanışma, kaynaşma ve bütünleşmesinin temel argümanlarının başında gelir. Tarih bilinci, insanların geçmişleriyle gurur duymasının, geçmişiyle tüm detaylarıyla hesaplaşmasının en önemli belgesi niteliğindedir. Tarih bilinci, ülkelerin neden varolduklarının ve geçmişten geleceğe yürümek adına önlerine koyacakları yol haritalarının belirlendiği sosyal kontratlardır.

1986 yılında Milli Gazete'ye stajyer bir öğrenci olarak ilk başladığımız tarihlerde Birlik Vakfı'nda çok özel konferanslara katılır, haber yapar, hepsinden önemlisi bu konferanslardan kendimiz adına çok özel bilgiler çıkarırdık. O tarihlerdeki konferanslar içinde en sevdiklerim, Tarihçi-Yazar merhum Mustafa Müftüoğlu'nun "Tarih Sohbetleri"ydi. Müftüoğlu, anlattıklarıyla ezberimizi bozardı, yakın tarihimize damga vuran olayları bizim bildiklerimiz dışında argümanlarla ortaya koyar ve çok farklı bir ufuk turu yapmamızı sağlardı. Zaten, konferanslarına temel olan Yalan Söyleyen Tarih Utansın kitap serisiyle de, milletimizin tarih bilincini oluşturabilmek için vargücüyle mücadele etmişti.

Geçtiğimiz günlerde TV5 ekranlarında Tarihin Işığında adlı bir programı izledim. Programın sunucusu Tarihçi Kemal Arkun, beni Mustafa Müftüoğlu ağabeyimizden 20 yıl önce dinlediğim konulara taşıdı. Bir nevi tarih tüneline giderek, tarihimizle nasıl hesaplaşmamız gerektiğini bir kez daha düşündüm.

Kemal Arkun, programın başında bugün hala ilkokuldaki ders kitaplarımızda Vatan Haini olarak bizlere ve çocuklarımıza belletilen son padişah ve halife, Vahideddin hakkında çok önemli gerçekleri aktardı. Vahideddin ülkeden çıkarıldıktan sonra, kendisine denilmiş ki, "Padişahım, çok kalabalık bir aileyle yabancı ülkelere gidiyorsun. Şu Topkapı Sarayı'ndaki hazineler, sizin atalarınızdan size intikal eden çok önemli değerlerdir. Bunlar sizin şahsi malınız sayılır. Ailenizin iaşesini temin etmek için bu hazinenin bir bölümünü alın ve vatanınızdan öyle ayrılın"  Vahideddin, "Hayır" demiş, "Bu hazineler benim milletimin malıdır. Bir altına dahi elimi süremem"

Yolsuzlukların, arsızlıkların, vurgunların ve düzenbazlıkların ayyuka çıktığı günümüzde, Vahideddin'in söylediklerini duyunca, inanın daha çok yüzümüz kızardı ve kendisini sütten çıkmış ak kaşık gibi sunan idarecilerimize bir kez daha rahmet okuduk.

Vahiddedin uzun süre İtalya'nın San Remo kentinde yaşamış.... Hem de çok büyük bir geçim sıkıntısı içinde, ailesinin iaşesini bile zor temin eder pozisyonda. İtalyan Kralı bir gün gelmiş, "Biz size ülke olarak maaş bağlamak istiyoruz. Çektiğiniz geçim sıkıntısından kurtulmanız için lütfen teklifimizi kabul edin" demiş. Vahideddin sözleri ise gerçekten tokat gibi olmuş: "Tarih boyunca hiçbir Türk hakanı ve İslam halifesi, yabancı bir ülkeden maaş almamıştır. Lütfen bu teklifinizi bir daha yinelemeyin"

Çektiği çilelere rağmen, kendisine altın tepsi içinde sunulan imkanları, "Türklük gururuyla" reddeden bir Sultanı biz ders kitaplarımızda hain olarak belletiyorsak, bu ülkenin resmi tarih algısında çok büyük bir sorun var demektir.  Bu algının değiştirilmesi tarihimizi bize yanlış aktararak geçmişimize buğzetmek zorunda bırakanların görevidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar