Yalanlı Dolanlı Demokrasi

Çocukluğumda okulda "Yurt Bilgisi" kitaplarında şöyle yazardı:

Türkiye'de egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur. Halk vekillerini seçer Kamutay'a (Meclis'e) gönderir. Onlar da halkın iradesine göre âdil kanunlar yapar, hükümeti denetler, devletin ve memleketin, halkın istediği gibi iyi idare edilmesini sağlar.

Bu anlatılanlar doğru muydu?.. Heyhat kocaman bir yalandan ibaretti.

Bir kere memlekette katı bir diktatörlük vardı.

Başta, Millî Şef unvanıyla İsmet Paşa saltanat sürüyordu.

Tek parti rejimi vardı.

Sistem oligarşi idi.

İnkılap ideolojisi terör estiriyordu.

Seçimlerde oy verme işi açıkta yapılıyor, oyların sayımı gizli oluyordu.

İkinci dünya harbi boyunca sıkıyönetim vardı.

Muhalefet yapmak yasaktı.

Halkın dediği, istediği değil, diktatörün ve avanesinin istediği oluyordu.

Diktatörün İstanbul Teknik Üniversitesi'nde okuyan oğlu DolmabahçeSarayı'nın bir kısmını tek başına yurt olarak kullanıyor ve kışın burasını ısıtmak için astronomik bir masraf yapılıyordu. Bunu tenkit etmek, halk sürünürken böyle israf yapılmaz demek mümkün değildi.

Ekmek vesika ileydi. Yurdun bazı bölgelerinde zaman zaman kıtlık ve açlık oluyor, insanlar ölüyordu.

Köylerin büyük kısmının yolu, suyu, okulu, sağlık hizmetleri yoktu. Hiçbir köyde elektrik yoktu.

Fakir halk yığınları veremden, sıtmadan, frengiden kırılıyordu.

İşçilerin hiçbir sosyal hakkı, sigortası, emekliliği yoktu.

Zonguldak kömür ocaklarında, civar halkı mecburî çalışmaya tabiydi, işten kaçanlara asker kaçağı muamelesi yapılıyordu.

Din, inanç ve vicdan hürriyeti yoktu. Binlerce tarihî cami kapatılmış, yıkılmış, satılmış, kiraya verilmişti. 1943'te Sultan Ahmet Camii bile ibadete kapatılmış, asker deposu yapılmıştı. Din ilimleri, tarikat şeyhleri büyük baskı altındaydı.

O devrin kötülükleri saymakla anlatmakla bitmez. Böyle bir düzen, sistem, idare için "Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur" demek gülünç değil midir?

Lakin öyle diyorlardı, öyle öğretiyorlardı. Ankara Meclisi'nin başkanlık kürsüsü üzerinde böyle yazıyordu.

Aradan yetmiş yıl geçti, devir değişti, sistem ve düzen değişti ama yalanların saltanatı değişmedi.

Yine bazıları göğüslerini gererek "Egemenlik  kayıtsız şartsız ulusundur"  diye haykırıyor ama öyle midir?

Egemenlik gerçekten ulusun olsaydı:

Bugünkü başörtüsü zulmü ve terörü olur muydu?

Ayasofya hâlâ müze olarak durur muydu?

Hukukun, insan haklarının, millî kimlik ve kültürün üzerinde resmî ideoloji sultası olur muydu?

Tek parti sistemi yıkıldı, çoğulculuk geldi ama yalanlar gitmedi. Sadece renk ve kabuk değiştirdiler.

Türkiye'de egemenlik ulusun değildir, birtakım egemen azınlıklarındır.

Sabataycılar.

Kripto Ermeniler.

Kripto Yahudiler.

Birtakım güçlü lobiler ve baskı grupları.

Yüksek finans.

Demokrasi ve hürriyet geldi de gerçek tarih ortaya çıktı mı?

Hele bazı konuları açıkça yaz da başına neler geleceğini gör.

Demokrasinin, çoğulculuğun, hürriyetin büyük faydalarından biri, yolsuzlukları ve hırsızlıkları önlemesidir. Bizde böyle oldu mu?

Diktatörlük rejimi yıkıldı da nepotizm kalktı mı?

Egemenlik ulusunmuş... Pöh!.. Büyük havaalanlarına gidiniz ve egemenliğin, şan ve şerefin, itibarın kimlere ait olduğunu görünüz. Halk olarak VİP kapılarından geçebilir misiniz, VİP salonlarında oturabilir misiniz?

Demokrasi ve hürriyet, mâruz kalınan bir şeydir. Bir halk, bir toplum layık ve ehil değilse bunlardan doğru dürüst yararlanamaz.

Adalet yoksa hürriyetin, demokrasinin ne kıymeti olur?

Adaletsiz bir hürriyet mi, yoksa hürriyetsiz bir adalet mi ehven ve yeğdir?

Gerçeklerin, anadili Türkçe olan bir halka Türkçe anlatılması yeterli midir? Yeterli bir birikim ve kültür olmadan gerçekleri anlamak mümkün müdür?

Demokrasi varmış... Yakın tarihi bütün çıplaklığıyla yazabiliyor musun?

Türkçe üzerindeki baskıları, zorlamaları, tabuları kaldırabiliyor musun? Bu ülkede Çince, Hintçe gazete ve kitap çıkartmak serbest ama Osmanlıca yayın yapamazsın.

Yahudinin kutsal günü olan cumartesi resmî tatil, Hıristiyanın kutsal günü olan Pazar yine resmî tatil. Peki Müslümanın kutsal günü olan Cuma niçin değil?

Egemenlik ulusunmuş, eşitlik prensibi varmış. Pöh pöh pöh...Başları açık olanlarla başları açık olmayanlar eşit midir?

Başörtülü Müslüman bir kız Fransa'da üniversitede okuyabiliyor da, Türkiye'de niçin okuyamıyor?

Bu ne biçim eşitliktir ki, Mason tarikatları serbest, İslâm tarikatları yasak.

Yalan yalan yalan... Her yer yalan dolu.

Bir yalan tufanı içinde yaşıyoruz.

Eskiden diktatörlüğün gölgesinde yalan vardı, şimdi kör topal demokrasinin gölgesinde.

Sen bu satırları diktatörlük devrinde yazamazdın!.. Doğrudur ama konuyu çarpıtmayın. Yalanların saltanatı yine devam ediyor.

Şair Eşref 1908'de hürriyetin ilanından sonra bir kıt'asında meâlen (Tam metni hatırımda değil) "Eskiden hürriyet yoktu, yazdırmazlardı, şimdi hürriyet geldi, önce yazdırırlar, sonra benzetirler aneni!" demiştir.

* (İkinci yazı)

Avrupa Birliği hutbesi

Önümüzdeki cumalardan birinde camilerde Avrupa Birliği hutbesi okunacak diye kasavet çekiyordum. Çok şükür, Diyanet İşleri Beşkanı beyanat verdi, "Biz dışarıdan hazır hutbe kabul etmeyiz, konu verilmesini de istemeyiz" dedi.

12 Eylül 1980 darbesinden sonra Diyanet'e çok baskılar yapıldı. Darbeciler, militer vesayet rejimi taraftarları, Kemalistler, Sabataistler ve onlara paralel güçler dini ve dindarları rahat bırakmıyorlar.

Kur'ân Türkçe okunmalıymış...Sana ne? Biz Müslümanlar kiliselerdeki, havralardaki, Mason localarındaki âyin ve erkana karışıyor muyuz?

Diyanet üzerindeki baskılar devam ediyor. Halkın çoğunun bundan haberi yok. Mezhepler üstü bir Diyanet isteniyormuş. Sünnîlik ve Alevîlik bağdaştırılacakmış. Bazı konularda Sünnîlik ile Alevîlerin anlaşması mümkün değildir. Her iki taraf da inançlarından, temel prensiplerinden ödün vermez. Binaenaleyh bu gibi zorlamalar, manevralar iyi netice vermez.

Bir ara, Türkiye'ye Fazlurrahmancı zihniyeti hakim kılmak için yoğun çalışmalar yapılmıştı.

Diyanet üzerindeki Diyalogçu baskı da devam ediyor.

Bazı reformcular "Biz de Müslümanız ama Şeriatsız bir İslâm istiyoruz" diyorlar. Ne kadar boş ve saçma bir istek. Hiç Şeriatsız İslâm olur mu?Şeriat, Kur'ân'dan ve Sünnetten çıkartılan hükümlerin tamamına verilen isimdir.

Sık sık, bol bol tekrar etmeliyiz:

Türkiye'de lâiklik yoktur, lâikçilik vardır.

Lâikçilik İslâm'a karşı ve rakip yeni bir din gibi gösterilmektedir.

Diyanet devlete bağlı bir kurumdur, kesinlikle bağımsız, hür ve özerk değildir.

Haçlılarla ve Siyonistlerle işbirliği yapan bir cemaat Diyanet kadrolarını kendi elemanlarıyla doldurmak için yoğun ve planlı faaliyette bulunmaktadır.

Bundan birkaç yıl önce Mardin Kâzimiye medresesinde Dinlerarası âyin yapılmış, Ezanlar okunmuş, aynı anda çanlar çalınmış, papazlarla sarıklı bir Diyanet müftüsü havuz üzerindeki salaş köprüden birlikte geçmiştir. Güya bu köprü Sırat köprüsüymüş ve sözde "Üç ibrahimî din" mensupları işte böyle Cennete gireceklermiş... Diyanet hocaları elbette böyle tiyatrolarda oynamak istemezler ama baskı yapılmıştır.

Diyanet İşleri Başkanı'nı, Avrupa Birliği hutbesi konusundaki çıkışı dolayısıyla tebrik ediyorum.

23 Nisan, 19 Mayıs, 29 Ekim haftalarında okunan hutbelerde ideolojik cümleler kullanılmamalıdır. Cami minberleri resmî ideolojinin övgü makamları değildir.

Padişahların, Valide Sultanların,Sadrazamların, eski devlet ricalinin yaptırmış oldukları camilerde bâni veya bâniyelerine dua edilmesi tabiîdir ama ideolojik lâik şahsiyetlere dua edilmesi gayr-i tabiîdir.

Fitne ve fesat çıkartmak istemem ama bundan sonra böyle hutbeler okunduğunda camiyi terk etmeyi ciddî ciddî düşünmekteyim. Bunun vebali ve günahı da bana değil, Diyanet'e ve personeline râci olacaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar