Yeni CHP, 2002'nin AK Parti'sini andırıyor

GÜNLERDEN pazar... Sabahın 9'u...
 

Yer: Daha çok AK Parti'nin derin isimlerinin tercih ettiği Levent'teki Mövenpick Oteli'nin bir toplantı odası.
Pazar sabahları geç kalmaya alışmış medyanın anlı şanlı isimleri, mahmurluklarını üzerlerinden atamamış durumdalar.
Şöyle bir bakıyorum ortama: Bütün ağır toplar orada.
Algıda seçicilik faktörü devreye giriyor:
Fehmi Koru'yu görüyorum, Mehmet Barlas'ı görüyorum, hatta Taraf'tan Ayhan Aktar'ı bile görüyorum.
Üçüyle de yaptığım ağır kalem kavgasının harareti tam dinmemiş.
Gidip bir “merhaba” desem mi diye düşünüyorum ama biraz cesaretsizlik, biraz da kahrolası gurur engelliyor beni.
* * *
CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu “Bu işi pazar sabahı saat 9'da yapmak istemezdik ama sağ olsun Sencer Hoca bizi sıkı çalıştırıyor” diye bir latifeyle açıyor konuyu...
Konu: Demokrasi, özgürlükler, insan hakları...
Başta Kılıçdaroğlu olmak üzere söz alan CHP'liler, ağızlarını her açtıklarında “özgürlük” diyorlar.
-  “Özgürlükçü demokrasi” kavramının altını çiziyorlar.
-  Türk ordusunun sivil denetime açılacağını söylüyorlar.
-  TSK İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesinin değiştirileceğini vurguluyorlar.
-  Sivilleşme vaadinde bulunuyorlar.
-  İşkenceye son diyorlar.
-  Tutukluluğun cezaya dönüşmesine itiraz ediyorlar.
-  Gösteri hakkına sahip çıkıyorlar.
-  İfade özgürlüğünden dem vuruyorlar.
-  Özel hayatın gizliliğinin korunacağını belirtiyorlar.
-  “Kürt sorunu” konusunda eksiklikler barındırsa da önemli açılımlar getiriyorlar.
Kısacası...
“Eski CHP”den duymaya hiç de alışık olmadığımız hususları “Yeni CHP”den dinliyoruz.
* * *
Toplantının sonunda ağzımdan şu iki cümle çıktı:  “Bu CHP, 2002'nin AK Parti'sine ne kadar da benziyor. Sadece söylenenlerle değil, söylenirken taşınan heyecanla da 2002'nin AK Parti'sini andırıyor.”

Helal olsun diyorum

-  Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın kendisine yönelik ağır eleştirisi karşısında hiç de alttan almayan bir tarz ve kararlılıkla cevap veren TÜSİAD Genel Başkanı ÜMİT BOYNER'e...
-  AK Parti'yi değişimin dinamosu olarak gören onca liberal suskun kalırken Başbakan'ın Milliyet yazarı Abbas Güçlü hakkında söylediği vahim cümlelere en kararlı şekilde karşı çıkan HASAN CEMAL'e...
-  27 Mayıs'ın yıldönümünde Adnan Menderes ve arkadaşlarının yargılandığı Yassıada'nın demokrasi adası haline dönüştürüleceğini açıklayan Başbakan TAYYİP ERDOĞAN'a...
-  Diyanet İşleri Başkanı sıfatıyla bir Alevi dergahını ziyaret eden ve “canlarla buluşmaya geldik” açıklamasını yapan Diyanet İşleri Başkanı MEHMET GÖRMEZ'e...

Ajda vakası

DİYELİM ki...
Ajda Pekkan, o büyük gürültü koparan “Allah sizi başımızdan eksik etmesin, sizin için canımı bile veririm” cümlesini...
Devlet Bakanı Egemen Bağış için değil de CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu için söyleseydi...
Ne olurdu?
-  “Ajda'ya mahalle baskısı... Ajda'ya sahip çıkalım...” türü başlıklar atan yandaş medya aynı tutumu sergiler miydi?
-  “Ajda'ya büyük tepki... Yalaka Ajda...” türü başlıklar atan yandaş olmayan medya aynı tutumu sergiler miydi?
* * *
Mesele bir sanatçının, bir politikacıya övgüde aşırı giden cümleler sarf etmesi meselesi değildir.
Mesele kimin övüldüğü meselesidir.

Sibel Üresin aradı

TELEFONUM çaldı.
Hayır, acı acı değil. İddiasız bir şekilde... Olağan bir ses tonuyla...
Vakit, pek de manidar olmayan bir vakitti: Telaşsız ve anlamsız bir öğle sonrası...
Açtım, “Buyurun efendim” dedim.
Karşıdan önce kararlı bir “Alo” nidası geldi, ardından da “Ben Sibel Üresin” cümlesi.
İki saniye kalakaldım.
Kimdi Sibel Üresin?
“Üresin” soyadından türetilen sayısız espri sayesinde üçüncü saniyede çıkardım: Çokeşlilik savunucusu Sibel Üresin idi arayan.
* * *
Önce “Hakkımda yazdığınız yazı için arıyorum” dedi.
Ardından da basınla ilişki kurmaya alışmış, hatta alışmak ne kelime, bunu bir ganimete dönüştürmeye çalışan bir edayla başladı konuşmaya:
“Bazı haberlerle ilgili olarak basın açıklamaları yaptım. Bazı gazetecileri de bizzat arıyorum. Sizi de aramak istedim.”
Şu iki mesajın altını çizdi:
BİR: Çokeşlilik ile ilgili yaklaşımımı iki yıldır seslendiriyorum. Yani amacım seçim öncesi ortalığı karıştırmak değildi.
İKİ: Ben AK Parti'li değilim. AK Parti'li belediyelerle çalışıyor olmam benim AK Parti'li olmamı gerektirmez. Gönlümde yatan parti farklı...
* * *
Sordum: 
“Gelen tepkilerin ardından görüşleriniz değişti mi? Pişman mısınız?”
Sibel Üresin gayet kararlı bir şekilde şunları söyledi:
“Ne münasebet! O kadar çok olumlu tepki aldım ki... İsimlerini açıklamak istemediğim çok önemli mevkilerdeki kişilerden bile destek gördüm.”
Biraz durdum ve sordum:
“AK Parti'li olmadığınızı söylüyorsunuz. AK Parti'den tepki mi aldınız? Seçim öncesi bu konuyu neden dile getiriyorsun mu dediler size?”
Açıkça cevapladı:
“Evet. Bana tepki gösterdiler. Ama ben AK Parti'li olmadığımı zaten basın açıklamasıyla kamuoyuna açıklamıştım.”
Sibel Üresin, başını örtme biçimi nedeniyle diğer başörtülülerle karıştırıldığını, bu yüzden iki haftadır başını örtme biçimini değiştirdiğini söyledi.
Utandığım için “yeni baş örtme biçimi” hakkındaki detayları soramadım.
Karşılıklı “iyi günler” dilekleriyle kapattık telefonu...
Soğuk ve hayli mesafeli bir tarzda...

Önceki ve Sonraki Yazılar