Zehirli sarmaşık

Türkiye'de medya anlayışı, insanımızı şekillendirmek, biçimlemek, dönüştürmek ve belirli yönlere kanalize etmek felsefesiyle kurgulanmıştır. Aslında insanımıza bilgi vermek, enforme etmek, zihinlerini berraklaştırmak için varolması gereken medyamız, toplumun belirli zihniyetler etrafında dönüştürülmesi için bir manivela görevini görür. Özellikle derin devletin ve hakim paradigmanın borazanı olan medyamız, bu görevini farklı aktivitelerle, programlarla, dizilerle yerine getirir.

Önceki gece Habertürk Televizyonunda Yiğit Bulut'un sunduğu Sansürsüz programını bir müddet izleme imkanı bulduk. Programın konusu "Türk dizilerinin toplumu nasıl etkilediği?" konusu idi. Programın konukları arasında ise Yapımcı-Senarist-Yönetmen Osman Sınav, Yönetmen Mustafa Altıoklar, Oyuncu-Tiyatrocu Ahmet Yenilmez ve Gazeteci-Yazar Cüneyt Ülsever vardı. Programın konukları Türk dizilerinin toplumu belirli bir yöne çekip çevirmek için özel olarak üretildiği fikri üzerinde birleştiler. Gazeteci-Yazar Cüneyt Ülsever'in, "Gazeteci yazısını yazar, okuyucularıyla paylaşır. O'nun fikirlerinden ya etkilenir ya da etkilenmez. Bu durum dar bir alanı kapsar. Diziler ise çok farklı. Bugün diziler toplumu yönetiyor" şeklinde bir değerlendirmede bulundu.

Bu değerlendirmeye katılıyoruz. Bugün tüm televizyon ekranlarını işgal eden diziler, birer zehirli sarmaşık gibi insanlarımızın zihinlerini kuşatmıştır. Bu dizileri izleyen insanlar, oradaki kahramanlarla kendilerini özdeşleştirmekte, bu kahramanlara özenmekte, bu kahramanların giyimi, kuşamı, tavrı ve yaşadığı hayatla empati kurmaktadırlar. Dizilerin konuları, kahramanları, kahramanların kostümleri, kahramanların yaşadığı çevre, kahramanların yaşadıkları ortam insanlarımızın bu özdeşliklerinde etkili bir silah olarak kullanılmaktadır.

Hayatlarında kendilerine hiçbir değer sunulmamış ya da kendilerini değersizleştirilmiş olarak olarak gören kitleler, dizilerin kahramanlarını kendilerine örnek olarak alarak hayatlarına yeni biçimler vermenin yollarını aramaktadırlar. Onlar gibi giyinmeye çalışmakta, onlar gibi yürümeye çalışmakta, onlar gibi olmaya çalışmaktadırlar. "Onlar çok güzel, mutlu ve refah bir hayat yaşıyorlar. Ben de onlar gibi olmalıyım" empatisiyle dizilerde kendilerine sunulan sanal dünyaların içinde kaybolup gitmektedirler.

Gerek gazete köşelerinden gerekse internet ortamlarından yapılan haberlerle, bu dizilerin kahramanları 7 gün 24 saat hayatımızın bir parçası olarak takdim edilmekte, herkesin zihinleri bu karakterlerle doldurulmaya çalışılmaktadır.

Hiç kimsenin bu dizilerin va'zettiği kültür, va'zettiği ahlak değerleriyle ilgili kaygısı yoktur. Bu dizilerin bir çoğunda ahlak değerleri törpülenmekte, ahlaksızlık içselleştirilmekte, toplumun temeline dinamit koyan bir çok konu sıradan bir olaymış gibi takdim edilmektedir.

Amcası'nın karısına kem gözle bakan tip....Masum bir kadına tecavüz eden tipler....Kimin eli kimin cebinde belli olmayan karakterler... Asıl sorgulanması gereken, bu dizilerin toplumun ahlak iklimine yaptığı saldırı ve bu saldırıların bizleri götürdüğü uçurum olmalıdır. Türk toplumu bu dizilerle, bu dizilerin ortaya koyduğu ahlaksızlık ve değersizleştirme operasyonuyla kelimenin tam anlamıyla çürütülmektedir.

Ahlak çürürse, toplum çürür....

Toplum çürürse, gök kubbe o toplumun tepesine yıkılır.... Ve hiçbir güç, o enkazın altından toplumu kurtaramaz.

Bu kirli medya anlayışının dayattığı dizilerle, Türk toplumunun gittiği nokta, tam anlamıyla karanlıkların ortasıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar