Sebahattin BİLGİÇ
AH UHUD !
Medine’de bulunmak; sahabe iklimini, asrısaadeti koklamak, o harika zamanda yaşamak gibi.
Ravzayı mutahharaya girdikçe her bir köşesinde sahabeyi kiramın hatıralarını hissetmek büyük bir huzur veriyor insana. Müslümanların misafirleri olan Ashabı Suffe işte şurada kendileri için ayrılmış bölümde islamı öğreniyor. Ebu Hüreyre Efendimizin mübarek nefesini takip ediyor adeta. Efendimizden sadır olan her cümle takibi altında. Abdullah İbni Ömer fıkhın temellerini örüyor Efendimizin hal ve hareketlerini takip ederek. Akşam olunca hepsi Efendimizden gelecek ikramları bekliyor, bazısı sahabeye misafir gidiyor, bazısı mübarek haneyi saadete.
Bağrında binlerce sahabeyi barından mütevazı Baki Kabristanlığı ayrı bir hüzün mekânı. Medine’ye hicretten sonra mescit inşaatıyla beraber ilk yapılan işlerden birisi de Baki Kabristanlığının oluşturulması olmuş. İlk olarak ta Osman B. Mazun ahiret yolcusu olmuş sahabeden. Efendimizin aile efradından da niceleri metfun bu mübarek yerde. Kızları, amcası Abbas, oğlu İbrahim, eşi Aişe… ve binlerce sahabe.
Kadınların kabristanlığı ziyaretine müsaade edilmiyor. Kafilemizin erkekleri olarak sabah namazı sonrası, tarihten gelen hatıraların yok edildiği kabristanlığı dilimizde Fatihalar ve dualarla büyük bir hürmet ve tazimle baştan sona ziyaret ediyoruz. Kabristanlığın son bölümlerinde az önce sabah namazı akabinde cenaze namazlarına iştirak ettiğimiz kardeşlerimizin defin işlemlerinin sonuna yetişiyoruz. Tabi bütün ziyaret ve ibadet mekânlarında olduğu gibi Suudi görevlilerin uyarıları hiç eksik olmuyor.
Şimdi bu hatıraları satırlarla buluştururken hacı kardeşimin vasiyeti geldi aklıma. “Ben burada vefat edersem sakın beni Türkiye’ye götürmeyin, buraya Baki Kabristanlığına defnedin” demişti. Vade dolmamış, kardeşim bizimle beraber döndü. Ama ne mutlu ona. Niyetini halis tutmuş. Hadisi Şerifte belirtilen “Medine’de vefat edene şefaat edeceğim” müjdesine, inanıyorum ki sayılı nefesleri bittiğinde kabri Bakiye taşınarak erecektir.
Bugün ziyaret günümüz. Hendek savaşının yapıldığı yedi mescidler diye de anılan alanı, Kıblenin Mescid-i Aksa’dan Kabe’ye değiştirildiği Kıbleteyn Mescidini, Efendimizin hicrette bir süre kaldığı Kuba bölgesini ve mescidini rehber hocalarımızın anlatımları eşliğinde ziyaret ediyoruz. Efendimiz devesi Kusva’nın üzerinde yanında eşsiz yol arkadaşı Ebu Bekir’le tebessümle yaklaşıyor hasretle bekleyen Kuba ahalisine. Derinlerden gelen Talaal Bedrü Aleyna nameleri kulaklarımızda çınlıyor adeta. Çocuklar sevinçle koşuyor kutlu misafirlerine. Sahabenin coşkusunu, Efendimizin salim bir vatan kavuşmasının huzur ve mutluluğunu biz de yaşıyoruz bu mübarek mekânlarda.
Medine’de olup ta Uhud Şehitliğini ziyaret etmemek hiç olmaz. Efendimizin “Uhud bizi sever, bizde Uhudu severiz” dediği Uhuda doğru ilerlerken içimiz titriyor. Orada başında şehidlerin efendisi Hz. Hamza olmak üzere yetmiş şehidimiz var. Okçular tepesinin önünde hüzünle durup tepeye doğru çıkarken, her yerde ve her zaman okçular tepesini boş bırakmamanın ve asla terk etmemenin önemini tekrar idrak ediyoruz. Tepeyi korumakla görevli komutan sahabe Abdullah B. Cübeyr vazifesinin şuuruyla diğer arkadaşlarıyla beraber burada şehid oldu. O gün verdiği şehitlerinin hüznü okçular tepesinde gözle görülür hissediliyor.
Savaşın cereyan ettiği alanda içime gömülüp müthiş muharebeyi düşünüyorum. Ebu Dücane Efendimiz tarafından verilen kılıcın hakkını vermek için müşrik ordusunun içine dalmış vuruşa vuruşa düşman ordusunun en sonuna kadar varıyor. Durdurmak ne mümkün. O bin savaşçıya bedel kahramanlar kahramanı. Hz Alinin ne tarafa döndüğü, hangi tarafa saldırdığı kestirilemiyor, önünde kimsenin durması mümkün değil. Zübeyr B. Avvam, dövüşçü sahabe. Hem vuruşuyor hem Ebu Dücane’ye gıptayla bakıyor. Ya Hz. Hamza. Öyle kendinden emin, öyle yıkıcı savaşıyor ki kimse yaklaşmak istemiyor. Bir ara dere yatağında ayağı tökezleyip dengesini kaybedince olanlar oluyor. Şehitlerin efendisini yerde uzanmış yatıyor şimdi tüm heybetiyle. Vahşinin işkencesini hayal etmek tarifsiz bir sızı veriyor kalbime. Uhud Dağına sığınan Efendimizin etrafında sahabe kalkan oluyor adeta. İşte Talha B. Ubeydullah, Efendimize gelen darbeye kolunu uzatarak burada çolak kalıyor. Alemlerin Sultanının yarasından kanlar akıyor. Yarasını temizliyor Hz Fatıma, yanaklarından yaşlar süzülüp toprağa karışırken. Hz. Ali kalkanıyla su taşıyor yaralar temizlensin diye. Bu meydan hunharca işkenceden tanınamaz hale gelmiş yetmiş şehide şahitlik ediyor. Ah Uhud…

Ah Uhud, sen bağrına kimleri aldın. Sen göğsünde kimlerin kanını sakladın? Zaman zaman titremen, sallanman ondan mıdır?
Ey Uhud Efendimiz seni sevmiş, bizim sevmememiz ne mümkün. Biz de seni seviyoruz. Kokuna ve heybetine hasretiz. Kıyamet gününde bize de sevgini göstermeni ne kadar çok arzu ederiz.
Şehitliği çevreleyen duvarın dibindeyiz şimdi. İçimizi ferahlatan çok güzel bir koku geliyor Hz Hamza’nın kabrinden. Artık gözyaşlarımızı tutamıyoruz. Biliyoruz ki İslam bize ulaşana kadar çok bedeller ödenmiş, çok canlar feda edilmiş. Bugün de ödeniyor, bundan sonra da ödenmeye devam edecek hiç şüphesiz. Rabbim Efendimizin, sahabenin, şehitlerimizin yolundan ayırmasın. Amin.
Sebahattin BİLGİÇ
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.