Ahlaksızlık ve Azgınlık Ayyuka Çıktı

Ahlak, iyiyi ve kötüyü bildiren bilgi dalıdır. İnsanın aksiyonla ilgili bütün düşünceleri, davranışları ahlakla ilgilidir. Bir fiil ya iyidir, ya kötüdür, yahut ne iyi ne kötü olmamak şartıyla serbesttir.

Ahlak dinlere, ideolojilere, inançlara göre değişir mi?..

Cevap: Değişmeyen tarafları vardır, değişik olan tarafları vardır...

Örnek: Bir Müslümana göre zina haramdır, büyük günahtır, zina eden çiftler evli iseler idama kadar varan büyük suçtur... Bir ateiste, Allah'ı inkar eden bir kafire göre suç değildir.

Bu kısa girizgâhtan sonra iddiamı ve hükmümü tırnak içinde yazıyorum:

"1923'te başlayan Cumhuriyet'in 85 yıllık tarihinde, Türkiye bugünkü kadar ahlâksız olmamıştır!.."

Kısa ve açık bir cümle değil mi?

Mesela zinayı ele alalım:

M. Kemal Paşa zamanında suçtu,

Millî Şef İnönü zamanında suçtu,

Mason Celal Bayar zamanında suçtu,

27 Mayıs darbesi devrinde suçtu,

12 Mart devrinde suçtu,

12 Eylül devrinde suçtu...

Ama şimdi değil.

Bendeniz Atatürk devrini ve devrimlerini beğenen biri değilim ama o devirde, Yalova'dan İstanbul'a gelen vapurda bir kadın ile bir erkek herkesin arasında çılgın hayvanlar gibi öpüşüp sevişemezdi.

Atatürk, İnönü, Bayar devirlerinde bir kadın ile bir erkek otele birlikte geldiklerinde onlardan evlilik cüzdanı sorulurdu, yoksa tek oda verilmezdi,

Atatürk, İnönü, Bayar zamanında bira su, gazoz, limonata gibi serbestçe içilemezdi, ruhsatla satılırdı.

Atatürk, İnönü, Bayar zamanında da fuhuş, karı satışı vardı ama bu kadar yaygın değildi.

Atatürk, İnönü, Bayar zamanında sıcak mevsimlerde Bursa'daki Kültür parkı, her çalının altında bir çiftin seviştiği açık bir genelev değildi.

Bu ülkede 1923'ten bu yana çok densizlik ve dinsizlik olmuştur ama bugünküne pes doğrusu!

Atatürk ve İnönü zamanında kızlar genellikle ayrı liselerde okurdu.

O devirlerde liseli bir kızın mini etekle, seksî kıyafetle dolaşması hayal bile edilemezdi.

Evet o devirlerde dinsizlik vardı ama bu kadar densizlik kesinlikle yoktu.

Edepsizliğin, ahlaksızlığın, fuhşun, işretin de bir raconu vardı.

Bir sınırı vardı.

Utanma duygusu vardı.

Polis ve kanunlar nizamlar vardı.

Günahların çoğu korkarak işlenirdi.

Lağımlar, toprağın altındaki künklerden akardı.

Ahlaksızlık, iffetsizlik, faziletsizlik pislikleri sokaklara, meydanlara, açığa taşmazdı.

Bir Müslüman olarak açık konuşuyorum:

Bugünkü ahlaksızlığın ve edepsizliğin sonu iyi olmaz.

Ar, namus, iffet, fazilet şişesini taşa çalan toplumlar, eski Sodom Gomore gibi azaba ve gazaba uğrar.

Bela üstlerine ansızın iniverir.

Müzeyyen meskenleri, müzeyyen yazlıkları, lüks ve pahalı otomobilleri, gösterişli mobilyaları ve giysileri, efsanevî servetleri, sim ü zehebleri, dolar ve euroları, kara paraları, yağlı rantları onları kurtarmaz .

Müslüman bir yazar olarak bu satırları yazmak benim vazifemdi, yazdım.

Ahlaksızlıklara sessiz kalan Müslümanlara sesleniyorum:

Kötülüklerle mücadele etmezseniz, onları protesto etmezseniz dilsiz şeytan durumuna düşer ve siz de belânızı bulursunuz.
* (İkinci yazı)
Edeb Yahu!..

Her şeyin bir sınırı vardır. Bazı muhaliflerin Başbakana karşı üsluplarında sınırı çok aştıklarını sanıyorum.

Tenkit ve muhalefet elbette yapılacaktır. Hem de en sert şekilde... Lakin, bu sert muhalefetin de elbette bir sınırı olmalıdır.

Osmanlı'nın, Fransızca'dan tercüme ettiği bir söz vardır, "Üslûb-i beyan ayniyle insan", yani üslup ve tarz insanın kendisidir.

Kibar, medenî, ince insanların en sert tenkitleri bile kibarca, medenice ve ince olur.

1960'ların hangi yılıydı unuttum, Kara Harp Okulu Kumandanı Talat Aydemir Ankara'da darbe yapmaya teşebbüs etmiş, başarılı olamamıştı. İstanbul'da sıkıyönetim ilan edilmişti. Haftalık Yeni İstiklal gazetesini çıkartıyordum.

Sıkıyönetim kumandanı omuzu yıldızlarla dolu orgeneral beni, yazı işleri müdürünü, bir yazarımızı huzuruna çağırtmış ve bizi çok kaba bir üslupla azarlayıp tehdit etmişti.

Azar ve tehditlere değil, orgeneralin üslubunun kabalığına çok üzülmüştüm.

Nasıl olur da Türk ordusunun bir orgeneral paşası bu kadar hoyrat ve kaba konuşabilirdi.

Bizi edebî ve yüksek şekilde de tahkir ve tehdit edebilirdi...

Orgeneralin ve bizim kültürümüz müsaitti, mesela Koca Ragıb Paşa'dan, Ziya Paşa'dan bir beyit okuyarak bizi alçaltmağa çalışabilirdi ama bunu yapmamış veya yapamamıştı.

İnsanları (haklı veya haksız) tahkir için Ziya Paşa'da o kadar çok mısra ve beyit vardır ki...

Doğrusu devlet ve hükümet büyüklerinin tulumbacı ağzıyla tenkit edilmesi beni çok üzüyor.

Herkes biliyor ki, bendeniz muvafık değilim, muhalifim. Yağcılardan, yakalardan, dalkavuklardan nefret ettiğimi herkes bilir.

Halkın yüzde ellisinin oy verdiği ve desteklediği bir Başbakan elbette sert şekilde tenkit edilebilir ama edeb, terbiye, irfan, adalet ve insaf dairesi içinde.

Çok kaba, ayak takımı, tulumbacı üslubuyla tenkit edenlerin yabancı dil bildiklerinden şüphem yok ama Türk edebiyatına vakıf olduklarından şüpheliyim.

Edebiyat bilselerdi, yazılarına mesela Tevfik Fikret'ten mısralar, beyitler alabilirlerdi. Çok yazık!... Kültürümüz çok yozlaştı...

Medeniyetsizlik aldı yürüdü.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar