AİLENİN EKONOMİ POLİTİĞİ

Aile ile ilgili makalelerde meselenin ahlâk yönüne bakarak çözümlemeler yapılıyor. Örneğin deniliyor, Amerikan toplumunun 18 yaş üstü kız öğrencilerinin % 70’i fuhşa batmıştır. ABD dahilinde her yıl 700 bin kadın tecavüze uğramaktadır. ABD’de her gün doğan 9100 çocuğun 1300 kadarı babası belirsiz kategorisindedir. Babası belirsizlik kategorisi evlilik dışı çocuk kategorisinin ötesine geçen bir ahlâkî sapmayı işaret etmektedir. Avrupa Birliği (AB) istatistik kurumu Eurostat’a göre, Avrupa’da da durum farklı değil. AB’de evlilik dışı dünyaya getirilen çocukların oranı son 20 yılda arttı ve yüzde 35’i aştı. AB’de 1990’da yüzde 17.4 olan evlilik dışı çocuk oranı 1998’de yüzde 25.1’e, 2008’de yüzde 35.1’e ulaştı. AB’de her bin kişiye düşen evlilik sayısı 1990 yılında 6.3 iken 1998’de 5.1’e ve 2008’de 4.9’a geriledi. ABD’de kayda geçmeyenler de dahil toplam ırza tecavüz vakıası yılda 5 milyonu bulmaktadır. Bu arada erkek çocukların da yüzde 22'sinin küçük yaşlarda iken ırza tecavüze maruz kalmaktadır. Rusya’dan da gazetelere yansıyan bir iki rakam verelim: Rus Milletvekili bayan Elena Mizulina, Rusya’da 26 milyon çocuktan 8 milyon çocuğun evlilik dışı dünyaya geldiğini beyan ediyor. Rusya’da dünyaya gelen çocuklardan yüzde otuzunun nikahsız eşlere ait olduğunu belirten bayan Mizulina, 8 ile 15 milyon arasındaki çocuğun ya anne, ya da babayla yalnız yaşadığını, aile planlamasının düzensiz olduğunu açıkladı.

                Batı toplumlarında ailenin çöküşü, bu istatistiklere rağmen bir felaket görülmüyor. Hükümetlerin bu toplumsal durumu düzeltmeye dair girişim içinde olmadıkları, ailenin geliştirilmesi gibi bir kavramla toplumu düzenlemeyi düşünmedikleri söylenebilir. Batı toplumları “birey” haklarını “topluluk” haklarından daha ekonomik buluyor. Yani “ailesizlik” Batı toplumlarının ekonomi- politiğidir. Bireysel hakların aile haklarından önce gelmesi, kaçınılmaz bir şekilde hem bireyin hem de ailenin çökmesi sonucunu doğurmakta olsa bile; Batı’da “egemen”in, ailenin çökmesinden para kazandığı, bürokratik mekanizmasını sürdürebildiği bir siyaset biçimi ortaya çıkmıştır. Sosyal çöküşün vergi gelirlerindeki yıllık artışı etkileyen rolü ile ahlâkîliğin gelir azaltıcı yapısı arasındaki diyalektik siyaseti belirliyor. Siyasetçilerin ahlâkî çöküşten endişe etmesini gerektiren bir durum oluşmuyor, çünkü sistemin ekonomik finansmanı bu durumdan besleniyor. Parçalanmış ailelerin, organize olmuş tek kurum olan  “egemen”i beslediği, bireyleşmeye uğrayan toplum nedeniyle her ferdin tüketim süjesi haline dönüştüğü, hayatta kalmak için herkesin mutlaka ırgatlaşmaya uğratıldığı söylenebilir. Ahlâk- dışılığın bir ekonomi politiği var ve bu, “egemen”in varoluşunun temelidir. Modern toplum milyonlarca parçalanmış aile üzerinden acınası bir çalışma baskısı altındadır.

Daha doğduğunda tüketim süjesi haline getirilmeye çalışılan modern insan, ahlâk-dışılıkla bir ekonomi politik tutuma teba kılınıyor. 2004 yılında Türkiye’de bebek başına toplam mama tüketimi 3 kg. civarındayken, bu rakam Batı Avrupa’da 147 kg., Doğu Avrupa’da ise 78 kg. şeklinde tespit edilmiş. Batı toplumlarındaki ahlâkî çöküşe rağmen hükümetlerin ve sosyal politikaların aileye dönüşe yönelik çalışmalarının niçin başarısız kaldığını sadece bu istatistik veri dahi açıklayabiliyor. Kapitalizm ya da toplumdaki “egemen” kimse, annenin gıdası ile bebeğin gıdasını ayrı ayrı tüketim kalemi halinde bulacağı bir toplumsal alan görmek istiyor. Aynı tencerede kaynayan aş fikrini yaşatan ailenin parçalanması ile bireye dönüşen aile ferdlerinin artık ihtiyaç olarak düşünülebilecek her güdüyü karşılamaya çalışırken daha büyük bir bedel ödemesi kaçınılmaz oluyor. Ailenin yitirilmesi ile milyonlarca insana iş sahası açılıyor. Yaşlı bakımı, çocuk bakımı, psikiyatri hizmetleri, lokantalar, arabalar, konutlar, adli yargılama işleri, vs. bireyselleşiyor.

Egemen, bireyleştirdiği milyonlarca insanın emeğini ve kazancını  “haz üreterek- hazzı kışkırtarak” istismar ederken, 70-80 yıllık hayatındaki birikimlerini de bu hayatın bitiminde varissiz kalmasını fırsat bilerek ele geçirmektedir. Nesep kavramını yitirmiş bir insanlık sayesinde servet sahipsizliğe mahkum olmaktadır.  Ailesizlik, mülkün hiç bir zaman sistemden çıkmamasını sağlayan bir iktidar ekonomi politiği sayılmalıdır.

Müslüman toplumlarda görülen boşanmalar, bireysel benliğin “biz” duygusundan sıyrıldığının işareti gibi okunmalıdır. Geleneksel ailede, bireyin mutluluğu grubun mutluluğu şeklinde kavranırdı. Ferd, ailenin içinde güvenlik, aidiyet ve iktisat ihtiyaçlarını karşılardı. İşin gerçeği şu ki, geleneksel ailede erkek ya da kadın ahirete ulaşan bir “birliktelik” fikri içinde davranmaktaydı. Erkek ya da kadın eşin, kültürel, fizikî ya da beşerî kusurları diğer eş için mesele olmamasını sağlayan bir saik vardı. Bu, Allah’ın cennete koyduğu kuluna, eşini kendi hoşuna gidecek şekilde bir suretle vermesidir. Cennet ehli hakkında Allah “Kalplerinde kinden ne varsa hepsini çıkarıp atarız” (7 A’raf 43) buyurmuş olduğundan bunun aile değerleri açısından da bir karşılığı bulunmaktadır. Tüm kötü düşünceler cennetlik kişinin kalbinden çıkarılacaktır. Cennetteki kişinin eşi kendisi için hoşlanacağı bir zevce kılınacaktır. Demek ki, kişi Cennetini kendisi güzel kılmaktadır. Her zikir cennette bir ağaç olacaktır. Burada yaptığım hayır, Cennetin bana bakan yüzünde hüsn ve ihsan halinde bana geri verilecektir. Hatta diyebiliriz ki, kişi eşini dünyada Cennet için estetize etmekte olan bir sanatkardır.Allah “Biz Cennet kadınlarını yepyeni bir yaradılışla yaratacağız. Onları bakire yapacağız. Kocalarına düşkün ve aynı yaşta. Bütün bunlar amel defterlerini sağdan alanlar içindir” (56 Vakıa 35-38) buyurarak 30- 40 yıllık bir evlilik içinde belki tam bir hoşnutluk yaşayamayan eşlere bir vaad vermektedir: eşler buradaki tahammül ve rıza ile aslında birbirini ahirette gözlere nûr verecek bir güzellik, letafet, endam, fazilet abidesi halinde inşa etmektedirler. İnsanın Cennetteki suret elbisesi dünyadan farklı kılınmıştır. Aşık’ın sabrı, kanaati, hizmeti Cennet’te ona Leyla edilip verilecektir. Üstelik, aşık orada “Bu benim Leyla’m değil demeyecektir”. Kalpler hoşnut edilecektir.  “Siz ve eşleriniz cennete girin, orada ağırlanacaksınız” (43 Zuhruf 70). Orada üzüntü yok ağırlama vardır.  Bu vaad unutulmuş görünüyor.

Müslüman toplumlardaki boşanmaların dünyevi bir hırsla ortaya çıktığı ve ahiret tasavvurundan kopuk olduğu söylenebilir. Müslüman insanlar, tüm dünyada geçerli olan bir aktüel tavrı üretiyorlar. Evli insanların hazzı veya maddeyi temel alan ekonomi politik nazarla hareket etmesinin bizi Batı toplumlarının düştüğü noktaya indireceği kesindir. Aileye Cennet’e yönelik bir değerden bakmayı öğrenmeliyiz.

 Aksi halde onun ekonomi politiğinin bizi istismar dolu bir dünyaya taşıyacağını göreceğiz. Görünüşte ahlâksızlık dediğimiz şeyin, iflah olmaz ekonomi politik tavrımız olduğuna sükut duracağız.


 

Önceki ve Sonraki Yazılar