Almanya Treni'yle ikinci 50 yıla doğru yol alırken...

SİRKECİ GARI-FİLİBE-BELGRAD. Almanya'ya "ilk tren" tam 50 yıl önce buradan, Sirkeci Garı'ndan kalkmış. İki büyük savaştan sonra harabu türab olan Almanya'nın, yeniden toparlanmasında ihtiyaç duyduğu "bilek gücü"nü karşılamak amacıyla...

Bugün bu göç, nitelik değiştirerek tersine dönmeye başladı son birkaç yıldan bu yana. Başlangıçta yalnızca birkaç yıllığına ve yalnızca "bilek gücü" olarak Almanya'ya giden insanımız, artık Almanya'da üçüncü kuşakta "beyin gücü"ne kavuştu az çok.

Bu gerçeğe Sirkeci Garı'ndan trenimiz kalmadan önce yapılan törende TBMM Başkanımız Cemil Çiçek de, Devlet Bakanı Egemen Bağış da dikkat çektiler. (Törende ve "Almanya Treni"nde yapılan konuşmaları, sohbetleri ve açıklamaları daha sonraki yazılarda sizlerle paylaşacağım).

***

Sirkeci Garı'ndan 50 yıl aradan sonra TRT-Türk'ün girişimleriyle kalkan "Almanya Treni"nin kaldırılış gerekçesi de, "yolcuları" da farklı bu kez. Belki de gelecek 50 yılın geçmiş 50 yıldan büsbütün farklı olacağını semiyolojik olarak gösteren bir gelecek yol ve yön işareti bu.

O yüzden bu trende TBMM Başkanı Cemil Çiçek, milletvekilleri, yazarlar, edebiyatçılar ve gazeteciler var. Almanya Treni, geçen 50 yılın muhasebesini yapan, karşılaşılan sorunlarla yüzleşen, bu sorunları anlamaya, anlamlandırmaya çalışan insanlarla tünelin ucuna doğru yol alıyor, gelmekte olan geleceğe yolculuk yapıyor adeta. Almanya Treni'yle yolculuğumuz, Filibe, Belgrad, Zagreb, Salzburg ve Münih hattında beş gün sürecek.

***

Daha önce de dikkat çektiğim gibi, Almanya'ya gönderdiğimiz ilk insan tipimiz "işçi" tipine, iki kuşak sonra iki insan tipi daha eklendi: İşadamı ve sanat / bilim adamı.

Gelinen noktada ikinci ve üçüncü kuşak, iyi eğitim almaya, iş sahibi olmaya başladı Almanya'da.

Ayrıca son iki kuşak, Almanya'da dikkate değer bir Türkçe edebiyat oluşturacak bir yazarlar ve sanatçılar kuşağı, -örneğin sinemada Fatih Akın gibi dünya çapında parlak yönetmenler- yetiştirmeyi başardı işçilerimiz.

Almanya'daki Türkçe edebiyatın ya da Almanya'da sinema yapan sinemacılarımızın geliştirdikleri edebiyat dilinin, film dilinin niteliği, çapı ve kimliği elbette pek çok açılardan değerlendirilmeyi hak ediyor: Burada bir yaralı bilinçle, kültürel şizofreniyle, iki arada bir derede kalmışlık durumuyla karşı karşıyayız: Almanya'da yapılan edebiyatın, sanatın, sinemanın bizim medeniyet birikimimizin kültürel kaynaklarıyla, estetik ve sanatsal dinamikleriyle ve formlarıyla ilişkileri son derece zayıf. Bu edebiyatçıların, sanatçıların, sinemacıların Yunus, Mevlânâ gibi dünyanın bugün yeniden keşfettiği evrensel dehalarla bile ilişkileri neredeyse sıfır denecek kadar kopuk.

Kendi medeniyet kaynaklarıyla, edebiyat ve sanat muhayyilesinin hâlâ parlayan, hâlâ parıldayan, hâlâ dünyamızı ışıtan yıldızlarıyla irtibat kuramadığı ve Almanya'da Türkçe yapılan edebiyat ve sanatın Türkçe'nin medeniyet kökleriyle ilişkisi neredeyse kopuk kaldığı sürece, bütün bu çalışmalar, Avrupalıların edebiyat, sanat ve düşünce hayatının, akımlarının kötü birer kopyesi, karikatürü olmaktan öteye geçemeyecek.

Almanya'daki Türkçe edebiyat ve sanatta yaşanan bu entelektüel yön, estetik nitelik ve kültürel kimlik sorunları sosyal ve siyasî alanlarda karşı karşıya sorunlarla daha da katmerleniyor.

***

Bunun en tipi göstergesi, Almanya'daki Türkiye'lilerin en başarılı oldukları alanların başında futbolun geliyor olmasıdır: Bir anlamda nötr bir etkinlik ve popüler kültür formu olan futbol'da gösterilen başarı, aslında, yaşanan köklü ve büyük sorunları hem örtüyor, hem de Türkiyelilerin bütün Avrupa genelinde gösterdikleri başarı grafiğinin nitelikten çok gerçekte nicelik eksenli olduğunu, Avrupa'ya ruh üfleyecek bir derinliğe sahip olamadığını ele veriyor göstergebilimsel olarak kendiliğinden.

***

Almanya Treni'ndeki yolculuğumuzu yeni dostluklar kurarak, keyifli sohbetler gerçekleştirerek sürdürüyoruz... TBMM Başkanımız, deneyimi, esprili kişiliği ile herkesle ilgileniyor, önemli açıklamalar yapıyor.

Bu yolculuğumuzda bize ev sahipliği yapan TRT'nin çalışkan genel müdürü İbrahim Şahin'e, TRT-Türk'ün mütevazi ama yetenekli yayın yönetmeni Ümit Sezgin'e, TRT-Türk'ün Türk televizyonculuğunda yaptığı devrimin Ümit Bey'le birlikte gizli kahramanlarından Taşkın Şenol Bey'e ve Türk televizyonculuğunun en parlak yeteneklerinden, televizyonculuk yeteneğinin ötesinde espri, içtenlik ve örgütleyici özellikleriyle de herkesin sevgisini ve takdirini kazanan Serhat Akça kardeşime bize unutulmaz, şiir gibi bir tren yolculuğu yaptırdıkları için teşekkür ediyorum.

Pazar günkü yazıda devam ediyoruz...

Önceki ve Sonraki Yazılar