Prof. Dr. Mehmet Karalı

Prof. Dr. Mehmet Karalı

Anadolu İrfanı ve Babam Davut Karalı’nın Ardından

Şeriat bilmektir, tarikat yürümektir, marifet ermektir, hakikat ise görmek ve olmaktır. Anadolu’muzun yakın geçmişine damgasını vuran dedelerimiz ve babalarımızda hep bir olgunluk, yapıcılık ve değerlere bağlılık görülür. Bunlar marifet ve hakikat eserleridir. Coğrafyamızın her bir karışını peygamber ahlakıyla mayalayan mürşid-i kamillerin, şeyh efendilerin ve manevi şahsiyetlerin açtığı yollardan yürünerek erişildi bu makamlara. O kutlu yürüyüş için gereken bilme olgusu okunarak elde edildi. Ama o okuma, sadece kitap okuma veya yüksek okul bitirmekle olmuyordu. Bakmak, görmek, gözlemlemek, tefekkür etmek, zikretmek, idrak etmek davet etmek gibi girişimler de okumaktır. Kendini, Kuran’ı ve kâinatı bilmek için yapılan çalışma ve gözlemlerde okumaktır. Dedelerimiz mektep tahsili ile pek az okudular ama hayat okulunda mastır ve doktora yaptılar. Profesörlük unvanının bile kifayetsiz kalacağı makamlara erdiler. Şeybân-ı Râî (ks) (mektep okumamış) bir ümmi idi. Ama öyle bir makama ulaşmıştı ki, İlimde deniz derya olan İmam-ı Şafi ona intisap edip terbiyesine girmişti. İşte bu mektepsiz ama bol okumalı hayat okulunun kazandırdığı olgunluğa Anadolu irfanı diyoruz.

Babam Davut Karalı, tam bir yıl önce (miladi 88, hicri 91 yaşında) vefat etti. Allah gani gani rahmet eylesin. Ömrünün son 2 ayında yataktan kalkamadı ve her anını gözlemleme imkânı buldum. Ömrünü salih bir Müslüman olarak yaşamıştı ve yine salih bir Müslüman olarak bir Cuma sabahına karşı,gece 3’te bütün evlatları başında iken, Kuran dinleye dinleye, şehadet getire getire (dinleye dinleye), kendi evinde ve yatağında iken ve adeta kollarımızda ruhunu teslim etti. Ben nefes alışından ve vücut renginden babamın son nefeslerini vermekte olduğunu anlamıştım ve diğer odada (Türkçesinden Yasin) okuyan annemi çağırmıştım. Annem geldi elini babamın yüzüne koydu ve babamın hızlanan nefesi durdu. Bizler “inna lillahi ve inna ileyhi raciuun” dedik ama annem anlamadı nefesin son olduğunu. Oysaki eli yüzünde gözü üzerindeydi. Anneme – “Anne, babam ruhunu teslim etti” dedim. Annem – “Yook” dedi. Halbuki nefeste bitti harekette bitmişti. Biz annemi ikna edelim derken babam tekrar –“anneniz haklı” dercesine 2 derin nefes daha alıp öyle veda etti. Annem ve Babam yaklaşık 70 yıllık evliliklerinde birbirlerini kumrular gibi sevdiler. Birbirlerinin hak ve hukuklarını asla çiğnemediler. Aralarındaki rol dağılımı ve tamamlayıcılık mükemmel düzeyde idi. Babam balkona çıksa anneni de çağır der kısa süreli ayrılıklara bile tahammül edemezlerdi. Aralarındaki tüm konuşma, beklenti ve taleplerin hepsi naz makamında idi. Ama bu aşık usandıran cinsten değildi. Ölçü, âdab, olgunluk, ciddiyet, vakar, saygı ve konumlama tam bir bütünlük ve ahenk içinde idi.

Anadolu irfanının babam Davut Karalı rahmetlide nasıl tecelli ettiğini ifade etmek ve bugünün yiğitlerine bir örnek olması vesilesiyle örneklerle biraz daha anlatmak isterim.

Kendisi ilkokul mezunu idi, baştan sona okuyup bitirdiği kitap sayısı belki de 5-6 yı geçmez. Ayet-Hadis okumuşluğu da yoktur. Ama eğitimini sözlü kültürden tamamlamıştı.

• Hafızası çok güçlü ve ilim öğrenmeye çok meraklı idi. Her gördüğü yabancının ilmini sağıp alır ve başkasına aktarırdı.

• Antepli Bilal (baba) efendi, Adanalı Fevzi (baba) efendi, Malatyalı Celal (baba) efendi gibi şeyh veya veli zatları takip eder, ziyaret eder, misafir eder bir kısmının da sohbetlerini kasetlerden dinlerdir. Fevzi Babanın 10 larcaOsmanlıca kelimelerle yazılmış uzun şiirlerini ezbere bilir ve ezberlediklerini defterine yazar. Yıllar geçse de çoğunu unutmazdı. Niyazi-i Mısri’den, Yunus Emre’den, Hüdai’den şiirler, Mevlana’dan beyitleri ezbere bilirdi. O kendini, alemi ve Rabbini bu deruni şiirler ile tanımlar veidrak ederdi.

• Misafir kabul etmeyi ve ikramda bulunmayı çok severdi. Köyümüze uzak diyarlardan gelen satıcılara – “gez dolaş akşama misafirimsin” diyerek rezervasyon yapar ve Akşam olunca hatırlı yemekler hazırlatır hoş sohbetler edilir, dualar edilirdi. Seyyar satıcı olup da evimizde misafir olmayan hiçbir kimse dahi yoktu. Yakın beldelerden aşıklar bizim evde toplanır, aşıkların geldiğini duyan gönül dostları koşuşur nerdeyse her akşam bir ilim ve zevk meclisi kurulurdu. Bize de misafirin ibriğini hazırlama, havlusunu tutmak, seccadesini sermek gibi geri hizmetler düşerdi. Peygamber ahlakından, sahabe tabiyetinden, evliya istikametinden adab-ı muaşerete kadar her konu in formel(gayri resmi) olarak masaya yatırılır, bilinç altımıza kodlanırdı.

• Kendisi ince ruhlu sanata ve şiire çok düşkündü. Seçtiği temalar hep toplumsal ve manevi konular idi. Allah ve Resulullah aşkı, âdab, ahlak, hoşgörü, tevekkül, sevgi, özlem, gurbet, terbiye, sitem gibi eğitici ve düşündürücü temalardı.

• Her Cuma özel yemek hazırlatır, Cuma namazına gelmiş yabacıları toplar getirirdi. Kimseyi bulamazsa köylüleri çağırır onlarla yerdik öğle yemeklerimizi. Her gelen misafir birini yer dokuzunu bırakırdı. Çok az bir gelirimiz vardı ama hiç yokluk ve kıtlık çekmedik elhamdülillah. Daime bir bolluk ve bereket içinde yaşadık. Çünkü misafirin duası ve bereketi hep üzerimizde idi.

• Kazancında helal lokmayı, ikramı ve infakı önceler hatta hiç taviz vermezdi.

• Ülke meselelerini yakından takip eder. Duygusal kararlar vermezdi. Siyasette ise bağnazlıktan uzak sağduyulu bir yol izlerdi. Her daim maslahatı gözetirdi.

• Eşine hürmetkar ve zarif, dost ve akrabalarına vefakâr,evlatlarına karşı müşfik, borcuna karşı çok duyarlı, yetime, öksüze ve miskine lütufkar idi. Beled Suresinin 14-17 ayetlerini her okuyuşumda babam rahmetli aklıma gelir. İnşallah 18. Ayette geçen müjdeye de nail olmuştur.

• Bir heyecanla derede yakaladığı balığı eve getirdiğinde halen kıpırdadıklarını görünce merhamet edip tekrar götürüp dereye bırakacak kadar merhamet timsali, kendi yiyeceğini sokaktaki kedi ve köpeklere verecek kadar şefkat abidesi, gece uykuda iken kuş yakalayanlara tavır koyacak kadar duyarlı biriydi.

• Kötülüğe iyilikle karşılık verir. Köyde bir kavga olsa haklı haksız ayrımı yapmadan her ikisini de ayıplardı. Komşu çocuklarıyla kavga etsek herkes kendi çocuğunu döverek işe başlardı.

• İşlerin yoğun olduğu saatlerde ve yorgunluklarda dahi namazı aksatmaz, Adananın en sert sıcağında dahi orucuna mazeret üretmez, bir kez dahi aksatmadan kurbanını keser, dilinden tevhidi ve zikri düşürmez hatta zikr-i müdam makamında olduğuna şahitlik ederim. Allah nasip etti Hacca da beraber gittik ve evimizde birkaç ay misafir ettim. Gece uyuyamadım diye bir şikâyette bulunmaz, çünkü uykusu gelmezse gözünü yumar içinden zikir çekerdi. Onun zikir halinde olduğu bedenindeki sallantıdan ve gözünün yumukluğundan anlaşılırdı. Gündüz ise tesbih ile yapışık yaşardı adeta.

• Hak ve hukuk denilince akan sular dururdu. 13 kardeşlik ailenin en büyük abisi idi dolayısıyla amca ve halalarıma bir baba gibi kol kanat gerer onlara ev sahipliği yapardı. Dedem ve babaannem vefat ettikten sonra babam rahmetli hemen kardeşlerini toplayıp kadın erkek ayrımı yapmadan eşit şekilde miras paylaşımı yapıp herkesin gönlünü almıştı. Vilayette görev yapan amcalarımın köye (baba yurduna) her gelişinde evimiz ayrı olmasına rağmen onlara ağır misafir muamelesi yaparak babasızlık hissini unuttururdu adeta. Bir seferinde dedemin büyük halasının bir özürlü kızı fi tarihinde başka köye gelin gitmiş. Hiç kimse tanımaz bilmez. Ama yıllar sonra o kadının dul bir kızı sora sora bizi bulur, kendini tanıtır ve maddi imkansızlıklar içinde olduğunu söyler. Medeni hukukla hiçbir hak iddia edemeyecek olmasına rağmen, babam rahmetli amca ve halalarımı topladı ona miras payı verildi ve helalleşip gönlünü aldılar. Bu tavır benim için bir medrese okumak kadar etkili idi. Çünkü eğitim sahada oluyordu. Yaşayarak oluyordu.

• Ayıp kavramı babam için haram demek kadar güçlü bir caydırıcılığa sahipti. Köyde anlaşmazlığa düşen bazıları babamı hakem tayin ederlerdi.

• Asla büyüklenmez, affedici, barışçıl, hoşgörülü biri idi. Öyle bir hoşgörü vardı ki onu bu hoşgörüsündeki mübalağadan dolayı eleştirmeyen kimse kalmazdı. Çünkü O, yaratılanı yaratandan dolayı sevme düsturuna sahip idi. Başkasını sözle dahi incitmez, kazara incitse bile özür dilemekten çekinmezdi. Her daim ahirete yatırım bilinci üst seviyede idi.

• Sabah erken kalkmayı, üretken olmayı, yük olmak yerine başkasından yük almayı, hayırlı işlere karşı duyarlı olmayı, kanaatkârlığı, israfa karşı tavırlı ve tutarlı olmayı, akrabalara, yaşlılara ve düşkünlere karşı sorumluluklarını yerine getirmeyi, dedikodu yerine hayır konuşmayı, geçmişin hatıralarına sahip çıkmayı sadece öğütlemedi. Onları bize yaşayarak ve örnek olarak gösterdi.

• İkinci Üniversitemi okumak için müsaadesini istediğimde –“Sen yeter ki oku. Gerekirse mintanımı (gömleğimi) satar okuturum” diyecek kadar âlicenap biriydi.

Şimdi sormak lazım;

1. Bilmek mi? olmak mı?

2. Nasıl bir okumak? Kitaptan ve mektepten mi? üstattan ve toplumdan mı?

3. Nasıl bir eğitim? Lafla mı? Rol model örnekleme ile mi?

4. Nasıl bir anlayış? Bireysel mi? toplumsal mı?

Babamız için Hüsn-ü şehadetimiz olsun ve nur içinde yatsın. Kendisinin sünnetullaha uygun olarak yapmış olduğu hamilik yüzü suyu hürmetine Rabbim de onun hamisi olsun. Âmin ve selamun alel mürselin velhamdülillahi Rabbil alemin. El Fatiha.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
14 Yorum