AŞKIN HALLERİ

AŞKIN HALLERİ

Cezmi KOÇ

-1-

Vazgeçilmez bir duygudur aşk. Herkes yaşayamaz ama bulaştığı zaman da insanı bırakmaz. İnsanı çoğu zaman öyle bir hale sokar ki ne olduğunu bilemez. Ruhun labirentlerinde dolaşır aşk. Nasıl sarmaşık sardığı yere zarar verir ya aşk da insanın ruhuna öyle bir zarar verir. Aklını alır götürür, boş âlemde gezinir durur âşık.

Aşkın tarifini herkes yapıyor, ama yanlış ama doğru. Herkes kendi yaşadığı duyguların sonucunda bir aşk tarifi çıkıyor. Aşkın tanımı zamanla da değişiyor. Telefonun olmadığı zamanda Ferhat, Şirin’i için dağları delmiş, Mecnun da Leyla’sını çöllerde aramış.

Bir de ben aşkın tarifini yapayım dedim. Aslında aşkın iki hali vardır. Hepsi birbirinden farklı, kişiden kişiye, zamandan zamana değişen aşklar. Fakat sadece kişiler arasında değişmeyen bir aşk vardır ki; o da ilahî aşktır. Tanımlamaları farklı olsa da aynı sonuca giden bir aşktır, ilahî aşk.

Mumdan yapılmış kayığın ateş denizinde yüzmesidir, ilahî aşk. Mum dayanabilir mi hiç ateşe? Dayanamaz tabii ki! İşte öyle ulvi bir aşk ki sevdiği karşısında eriyebilmek ve hiç olabilmektir. Her babayiğit eriyemez sevdiği karşısında…

Her an O’nu anar. Dilinden düşürmez. Dilinden düşürmediği gibi O’nun adını kalbine nakış nakış işler ve öyle bir hale gelir ki dili söylemez olduğu uyku hallerinde bile kalbi bu sefer O’nu anmaya başlar. Sayısı belli değildir bu anmaların.

Bunun da güzel bir hikâyesi vardır;

Bir gün bir derviş bir kucak dolusu elma ile bayırlar aşan bir genç kıza rastlamış. Bozkırın sıcağında yorgunluktan al almış kızın yanakları. “Nereye gidersin? Ne doldurdun kucağına?” diye sormuş derviş. Uzak bir tarlayı işaret etmiş kız “sevdiğim çalışıyor orada. Ona elma götürüyorum.!” “Kaç tane?” diye soruvermiş baba derviş. Kız şaşkın “İnsan sevdiğine götürdüğü şeyi sayar mı hiç?” Usulca kırıvermiş elindeki tesbihi derviş!

İlahî aşk öyle bir şeydir ki, kelebeklerin geceleyin ışığın etrafında pervane olup kendini feda etmesidir. Nitekim Şeyh Sadi feryadıyla meşhur olan bülbüle aşkı öğretmek için:

 

Ey murğ-i seher zi-pervâne biyâmuz

K'ân sûhterâ can şüd ü âvâz neyâmed

"Ey seher kuşu! Aşkı pervane (kelebek)den öğren.

Zira o yanmışın canı gitti de sesi çıkmadı".

Yani sen de onun gibi can ver de feryat edip durma! Demiştir. Şüphe yok ki Sâdi, bununla bir ateşe tapıcılık remzi değil, ilâhî aşkta sabır ve ihlâs ile bir fedakârlık misali kastetmiştir. Bu mânâ ile bizim Divan Edebiyatı'nda da nardan (ateşten) çok, nur üzerine dönen pervaneye (kelebeğe) dair:

Döner pervane-âsâ bâşıma her ârif-i billâh

Dilim bezm-i hakikatte çerağ-ı ruşen olmuştur

"Allah'ı tanıyan herkes pervane gibi etrafımda döner.

Gönlüm hakikat meclisinde parlak bir kandil olmuştur."

 

gibi binlerce mazmun söylenmiştir. (Elmalı Tefsiri, Karia Süresi/101)

Rahmetli Yunus da ne güzel ifade etmiştir dizelerinde ilahî aşkı;

Aşkın aldı benden beni bana seni gerek seni

Ben yanarım dün ü günü bana seni gerek seni

Ne varlığa sevinirim ne yokluğa yerinirim

Aşkın ile avunurum bana seni gerek seni

Yunus burada kendinden geçmişçesine sadece O’nu istemektedir. Mala tamah etmeyen yokluğu da hiç üzülmeyen Yunus sadece O’nun aşkıyla avunacağını ne kadar da güzel ifade etmiş.

Hatta aşağıdaki dizesinde O’na olan aşkından dolayı cenneti ve içindeki sonsuz nimetleri bile hiç önemsememiş, kim istiyorsa bu nimetleri onlara vermesini istemiş ve sadece kendisine O’nu gerek olduğunu söyleyerek ilah-ı aşkın yüceliğini çok güzel tarif etmiştir.

Cennet dedikleri ne ki bir kaç köşkle birkaç huri
İsteyene ver onları bana seni gerek seni
 
            Yunus bir başka ilahîsinde aşkı öyle güzel açıklamış ki; O’ndan ne gelirse razı. Öyle bir aşka ulaşmış ki Yunus ondan gelen tüm dertler, kahırlar, cefalar hatta ölüm bile ona sefa ya da lütuf olmaktadır.  
 
Cana cefa kıl ya vefa
Kahrın da hoş, lütfun da hoş
Ya dert gönder yahut deva
Kahrın da hoş lütfun da hoş..
 
            Büyük mutasavvıf Mevlana Hazretlerine göre aşk; gönle açılan bir kapıdır. O kapıdan içeri girmek kolay değildir. Aşkın ne olduğunu bilmek onu yaşamakla mümkündür. İnsanın olgunlaşması esastır. Bu olgunluğa ulaşmak ancak ilahî aşkın cezbesiyle olur. Bu ise yaşamayı yani kötülüklerden arınmış bir gönülle yaşamayı gerektirir. Heves ve isteklerden, dünyaya bağlılıktan kopmayı gerektirir. Mevlana için aşk bir arkadaştır. Hem de kendisine sımsıkı bağlı olan kendisinden hiç ayrılmayan bir arkadaş. “Benim aşktan başka hiçbir arkadaşım yoktu ve olmadı. Ne bu dünyaya gelmeden önce, ne de sonra aşksız yaşadım.” Ondaki bu aşk yönüyle ezeli ve ebedidir. Bu da ilahî aşktır. İnsanı insan yapacak olan da bu aşktır. Mevlana bundan dolayı, âşık olmayan insan değildir, demektedir. (Dr. Meheddin İSPİR, Mevlana’da İnsan ve Aşk) 
 
            Ayrıca Mevlana’da aşk iki iken bir olmak demektir. Yani seven ile sevilenin birleşerek tek vücud hale gelmesidir. (Hüseyin ÖZCAN, Öğretim Görevlisi, Mevlana’da Aşk ve İlim)

Mevlânâ, Mesnevî’de “İlâhî takdirin insanlar arasında aşkı yarattığını” söyler. Ona göre aşk olmasaydı, yaratma da olmazdı. Hayatın bir safhadan ötekine yükseltilmesine ve cansızdan canlının çıkarılmasına hep aşk vesile olmuştur. Aşk, yaratılışın, büyümenin ve gelişmenin ana prensibidir. (Burak BAHAR, Mevlana’da İnsan Sevgisi, Sızıntı Dergisi, 347. Sayısı)

15.ci yüzyılın büyük velilerinden Hacı Bayram-ı Veli’nin seçkin talebesi Eşrefoğlu Rumi de bir şiirinde ilahî aşkı öyle güzel tarif etmiş ki tüm tanımlamaları sanki içine katmış;

 

 

Cihanı hice satmaktır, adı aşk,

Döküp varlığı gitmektir, adı aşk.

 

Elinde sükkeri başkasına sunup

Ayuğu kendi yutmaktır, adı aşk,

 

Bela yağmur gibi gökten yağarsa,

Başını ana tutmaktır, adı aşk.

 

Bu âlem sanki oddan bir denizdir,

Ana kendini atmaktır, adı aşk.

 

Var Eşrefoğlu Rumi bil hakikat,

Vücudu fani etmektir, adı aşk.

 

İşte ilahî aşk insanı öyle bir hale sokuyor ki, bu durum fikirle açıklanmaz: halle ve vicdanla açıklanır. Yani matematik gibi kimya gibi kesin bulgularla net ifade edilmez, ancak hallen ve vicdanen bilinir. Objektiflikten çıkan aşk sübjektif bir hal alır. Mevlana’ya “âşıklık nedir?” diye sorulunca “Benim gibi olursan anlarsın” diye cevap vermiş.

İşte aşkın en ateşlisi ve en acılısıdır ilahî aşk. İnsanı kendinden alıp bazen çocuklara bile maskara edebilir. Çünkü aşkın şarabından o kadar içilmiştir ki, onun verdiği zevkten ve sersemlik neş’esinden habersiz bir boşluktaymış gibi hareket eder âşık.

İlah-i aşkın açıklaması böyle. Her kim bu aşka duçar olduysa ne mutlu. Çünkü aşkın en ulvisine bulaşmış ve onunla hemhal olmuş.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
6 Yorum