Bediüzzaman

“Mesleğimizin dört esasından biri şefkattir” demişti. “Karşımda müthiş bir yangın var, milletimin evladı yanıyor, yangını söndürmeye gidiyorum, ayağım birilerinin ayağına takılmış, ne ehemmiyeti var” demişti.

“Alem-i İslam ‘a indirilen darbeleri en evvel  yüreğimde hissediyorum “demişti. Hapishaneleri ıslahhaneler hükmüne getirdi. Kendisi sadece hapse değil, mahkümların yüreğine de  girdi. Hapishaneyi bir ıslahhane, bir huzurhane, bir zikirhane hükmüne getirdi.

Onu tanımadan önce kanlı katil olanlar, o okulun öğrencisi olduktan sonra bit, pire ve tahtakurusunu öldürmekte tereddüte düşmüşlerdi.  “Milletimin imanını selamette görürsem cehennem alevleri içerisinde yanmaya razıyım” demişti.

Dağlarda iken karşısına çıkan, kendisinden sigara isteyen zeka özürlü insanı bile kırmaktan çekiniyordu. Dağda kekik topluyor, kurutuyor, sonra da sigara şeklinde kağıda sararak ikrama hazır hale getiriyordu.

Hapishanede ki arsızı, hırsızı, katili, “müstesna-seçkin” bir insan haline getiriyordu. Namazı uzun, zor ve zahmetli bulan birine: “sen farzları kıl, ben sünnetleri senin yerine kılarım” diyor. Bu zat bir zaman sonra geliyor, ‘hocam, artık benim sünnetleri kılmasanız da olur, çünkü ben onları da kılmaya karar verdim’ diyordu.

Ürkütülmüş insanların selam bile veremedikleri bir ortamda, o tabiatla konuşuyordu.

Afyonda mahkemeye çıkarılır. Suçu meşhur 163. madde kapsamına girer. Sorgu bütün gün sürer. İkindi ezanı okununca namaz kılmak ister. Mahkeme başkanı “Burası mahkeme, nerede olduğumuzu biliyor musunuz?” der. O da: “Burada sabahtan beri Kur’anı ve onun hakikatlerini müdafaa ediyoruz. Kur’anın emrini yerine getiremeyecek miyiz” der. Hakkında verecekleri karara pek te önem vermeden yürür gider, seccadesini mahkemenin koridoruna serip namazını kılar.

Dünyada dikili bir ağacı olmadı. Üzerine bir tapu kaydı bulunmadı. Banka cüzdanı diye bir şeyi hiç tanımadı. Çoluk çocuğu yoktu. Beden lezzetine hiç meyletmedi. Böylesi bir adamdan korkulmaz mıydı?

Kendisini ziyarete gelen Alasonyalı Hacı Cemal Öğüte: “Cemal efendi, kumandanlar cepheyi terk etmez, burası iman hizmetinin ateş hattıdır, mutlaka burada bulunmanız lazımdır. Hatta değil Mısıra, Mekke ye ve  Medine ye de çağrılsanız, gene burada kalmanız ve hizmet etmeniz lazımdır. Oğlun Ali maddeten öldü, fakat ruhen inşallah cennette yaşayacak. Amma milyonlarca Ali, ebedi azaba müstahak hale getiriliyor, ruhen öldürülmek isteniyor. Şimdi en mühim iş, onların imanlarına hizmet etmektir. Çünkü burada ki tahribat çok ağırdır. Bu memleket tamiratın da merkezi olacak, buranın intibahı, İslam aleminin de, insanlık aleminin de uyanışına yol açacak inşallah” demişti.

Van da bir gün külahını başından çıkarıp masaya koyar. Eliyle ona dokunarak şöyle der: “Sen bana kaç bin liraya mal oldun biliyor musun?” Talebesi Molla Hamit sorar: “Üstadım, bu külah ancak 15 kuruş eder, senin her şeyin böyle pahalı mı olur?” Üstadı ise şu cevabı verir: “Rusya da esir iken benim kıyafetimi hiç sevmezlerdi. Bu külahımı da çıkarmamı istemişlerdi. “Sen buları çıkar at, sana elbise verelim, maaş bağlayalım” demişlerdi. Şimdi düşünki, üç sene esarette kaldım, bağlayacakları parayı hesap et, kaç lira tutar, ona göre kıyafetimin kıymetini anla.”

Bu insan Rusların domuzları canlı canlı atıp pişirdikleri ve arkasından aynı fırına ekmek atıp pişirdikleri bir zamanda, kendisi un alıp ekmek yapıp, yumurta ve patatesi de katık yapıyordu. Onun halini gören Ruslar ise “deli” diyorlardı.

Bir gün Barla da talebelerinden Bayram Yüksel mutfakta çalışırken bir den aklına diğer arkadaşlarının aynı evde ama başka bir odada yazmakla okumakla meşgul olduklarını, halbuki kendisinin mutfakta olduğunu düşündüğü bir sırada üstadı kapıda belirir ve: “evladım, senin aklına böyle şeyler gelebilir, fakat sen bu hizmetinle içeridekilerin hepsinin yaptığı hizmetten hisse alıyorsun” demişti.  

Ağzında diş olmadığı zamanlarda da misvak kullanırdı. Damaklarına misvakı sürerdi. Böylece sünnete sadakat dersini veriyordu.

Birinci Dünya savaşı sırasında Doğu Anadolu da Ermeni çocukları esir alınmış, kendisinin bulunduğu beldeye getirilmişti. Öldürüleceklerdi çocuklar. Ama hemen müdahale etti. “Sakın dokunmayın bu masumlara, hepsini gönderin ailelerine.” “-Ama onlar bizim çocuklarımızı öldürdüler” denilince: “Bizler onların yaptığını yapamayız, çünkü bizler Müslümanız, çocukları serbest bırakın” demişti ve çocukları ailelerinin yanına göndermişti.

Bir gün Van da ki Erek dağına talebeleri ile beraber, kır gezisine çıkar, “Ben tespihatımla meşgul olacağım, sizlerde gezip dolaşın” demişti. Döndüklerinde talebelerine ne yaptıklarını sorar. Talebelerinden Molla Hamit, bir kertenkeleyi öldürdüğünü söyler. Üstat nedenini sorunca oralarda sevap olduğunu söyler. “Yazık, evini harap etmişsin, otur da konuşalım bakalım, kim haklı, kim haksız…..                                                                                                                                                                  –Bu hayvan sana saldırdı mı?Hayır.                                                      –Elinden bir şeyini aldı mı? Hayır.                                                         –O hayvanların rızkını sen mi veriyorsun? Hayır.                                    –Onu sen mi yarattın? Hayır.                                                                –Senin mülkünde, senin arazinde mi geziyorlar? Hayır.                           –Bu hayvanların niçin yaratıldığını biliyor musun? Hayır.                        –Peki sana kim öldür dedi???

Denizli hapishanesinden çıktıktan sonra Afyonun Emirdağ ilçesinde oturması istenmişti. Karakolun karşısına düşen ev kiralanacaktı. Fakat ev sahibi sarhoştu. Ama olsun yine de bir söylenmeliydi sarhoş ev sahibine ve söylendi: “Evini hoca efendi için tutmak istiyoruz.” Sarhoş şaşırır. “İyi ama ben sürekli içen biriyim, nasıl olur hoca ile sarhoş aynı binada?” Üstada iletilir sarhoşun dedikleri. “Peki kardeşim, varsın sarhoş olsun, bana o evi tutun.” Tutulur ve eve taşınılır. Ev sahibi kiracısını kapıda beklemektedir. “Sen içtiğini söylemişsin.” Sarhoş mahcup olur ama itiraf ta eder: “Evet hocam, hem de çok içerim.” Yeni kiracı ev sahibinin yanında ellerini açar, dua eder, sırtını sıvazlar, “kurtulacaksın inşallah” der. Adamcağız sabaha kadar uyuyamaz. Sabah olunca kalkar abdestini alır, yeni kiracısının kapısını çalar. O ana kadar hiç yaşamadığı bir pişmanlık vardır içinde. O sabah ki namaz öyle bir namazdı ki ömür boyu unutamayacaktı. Ve ömür boyu kılacağı namazların ilkiydi ve başlangıcıydı…

Yeni kiracı ev sahibine ne dua etti bilemiyoruz, ama kedi adımıza dolu dolu, doya doya amiiiiiin diyoruz.      

Önceki ve Sonraki Yazılar