Bir Gıybetçiye

Bu fakir için "O onulmaz bir kitap ve antika hastasıdır" demişsiniz. Yalan konuşmuş, iftira ve gıybet etmişsiniz. Teessüf ediyorum.

Bendeniz bir kitap meraklısıyım, okumayı çok severim, bu bir hastalık değildir.

Asıl hastalık, lise veya üniversite bitirip de ondan sonra kitap almamak, özel kitaplık kurmamak, kitap okumamaktır.

Okur yazar vatandaş, medenî insan kitapsever, kitap satın alır, kitap biriktirip kütüphane kurar, kitap okur, bilgisini ve kültürünü arttırır.

Sen restorana gidiyorsun, bir kişi bir oturuşta 40 liralık yemek yiyorsun ama yılda bir kere kitapçıya gidip 40 liralık kitap almıyorsun. İşte onulmaz hasta sensin.

Kitap okumaya vaktin yokmuş... Yok canım!... Güldürme beni. Tıkınmaya vaktin var, dedikodu yapmaya vaktin var, günde saatlerce fitnevizyon seyretmeye vaktin var ama kitap okumaya vaktin yok. Sen gerçekten çok hastasın. Sen ölüsün. Sen zombisin.

Antika hastasıymışım... Bendeniz antika toplamam, toplayamam. Çünkü antika pahalı ve nadirdir. Antika koleksiyonu yapmaya maddî gücüm yetmez.

Antika sayılabilecek birkaç hat levham vardır. Gerisi şuradan buradan ucuza toplanmış geleneksel el sanatı eşyalarıdır. Bakırlar, porselenler, seramikler, toprak objeler, papyemaşeler, çaydanlıklar, Çin ve Japon tabakları, bir Rus semaveri, şamdanları vs.

Bunları toplamak beni mesut ediyor.

Soruyorum sana:

Hergün Tophaneye gidip fosur fosur tosur tosur nargile mi içeyim?

Sabahın köründen gece yarısına kadar Köprüde balık mı tutayım?

Günde bir iki saat lüks yemekler tıkınıp, bir o kadar da helada mı ıkınayım?

Markalı ceketler, markalı gömlekler, markalı kravatlar, lüks iskarpinler giyip ona buna caka mı satayım?

Hiç ihtiyacım olmadığı halde 200 bin TL'lik lüks otomobillerde hastalar gibi (Neron, Firavun, Nemrud, Madam Manokyan hastalığı) gurur ve kibir içinde mi dolaşayım?

Kimseye zararım yok, kitap meraklısıyım, el sanatı eşyası meraklısıyım. Niçin batıyor sana bu meraklarım?

Cimriymişim pahalı yemek yemezmişim. A salak!.. Vicdanlı bir Müslüman pahalı, lüks, şatafatlı yemek yer mi? Böyle bir şey israftır ve israf Kur'anla, Sünnetle, icmâ-i ümmetle haramdır.

Aleyhimdeki çirkin gıybetlerinden biri de yemek yerken salçayı ekmeğimle sıyırmammış... Yahu böyle bir şey İslamın ve bilgeliğin emridir. Batı görgüsüne göre tabağı sıyırmak ayıpmış. Bana ne!..Benim görgüm İslam görgüsüdür.

Tabakta yemek bırakmak israftır, israf haramdır.

Eti sağ elimdeki bıçakla kesip sol elimle yemiyormuşum. Tabiî ki, böyle bir şey yapmam. Kendisine iman ve biat ettiğim Resulullah Efendimiz (Salat ve selam olsun ona) sol el ile yemeyi içmeyi yasak etmişlerdir. Müslüman solak da olsa daima sağ eliyle yiyecek ve içecektir.

Eti keseceksem sağ elimdeki bıçakla keserim, sonra çatalımı sağ elime alır, lokmayı ağzıma öyle atarım.

Bir Müslüman olarak böyle yaptığım için beni yermekten utanmıyor musun?

Japonlar yer sofralarında yemek yiyor, onları niçin tenkit etmiyorsun?

Sayın gıybetçi beni iyi dinle:

1. Kitap hastası değilim, kitap meraklısıyım. Bana hasta demen gıybettir, büyük günahtır, sana hakkımı helal etmiyorum.

2. Antika hastası da değilim. Geleneksel el sanatları meraklısıyım.

3. Lüks yemem, lüks giyinmem, lüks konaklamam... Bunlara vereceğim para ile kitap, sanat eşyası, hat vs. alırım.

4. Vatanımı, devletimi, halkımı soymam, inşaallah helalinden geçinirim.

Sana tavsiyem: Dilini tut, bizi üzme, bedduamızı alma.

* (İkinci yazı)

Mayatlı Şehir

On bin nüfuslu küçük bir ilçe. Mimarlık ve şehircilik açısından o kadar bozulmuş ki, failleri bozmada ve çirkinleştirmede birincilik ödülü alabilir.

Her yer buram buram bedevîlik, Vandallık kokuyor.

Bin yıllık mazisi var, bir tek eski ev ve konak kalmamış. Yeni yapılar o kadar çirkin ki, baktıkça öğüresim geldi.

Şehrin ortasında tunç bir heykel var. Sanat açısından dünyanın en berbat ve çirkin heykeli denmeye seza.

Gelmişken bir hatıra eşyası alayım dedim. Hiçbir şey yoktu. Ne sanat, ne zanaat, ne el işi bir şey. Bir mağazada bin çeşit ucuz Çin ıvırı zıvırı satılıyormuş. Gidip bakmadım bile.

Yiyecek içecek olarak meşhur bir şeyi yokmuş. Zor zahmet içkisiz bir lokanta bulup karnımızı doyurduk.

Sakin, güzel, ferah bir yerde çay içelim dedik, o da yok.

İlçe kahvehane dolu, kahvehaneler adam dolu.

Bin yıllık şehirde müze veya müzemsi bir yer, bir el sanatı atölyesi, yöresel bir mekan yok.

Otomobiller, minibüsler, traktörler... Kenar semtlerde tavuklar horozlar... Derede ördekler kazlar... Karada yine ördekler kazlar...

Birden hoparlörlerden ezanlar okunmaya başlandı. Yakındaki tarihî camiye gittik. Namazı kıldık ama halâvetle ve huzurla kılamadık.

Akçaabatlı, Trabzonlu, Rizeli vatandaşlar üç fırın açmışlar.

Her yıl Altın Zerdali fuarı açılır ve yağlı güreşler yapılırmış.

Bundan otuz kırk yıl öncesine kadar oldukça alim ve arif yaşlı birkaç kişi varmış, onlar ölmüş, yerleri dolmamış.

İlçede Kemalizm güçlüymüş. Dinî cemaat ve tarikatlar da varmış.

Acaba bu on bin kişilik ve bin yıllık tarihî şehirde aruz bilen, ebced hesabı ile tarih düşürebilen biri var mı? Var olsaydı ve ismini ve adresini bilseydim ziyaretine gider bir iki laf ederdim.

Şehirde zikrullah yapılıyor mu acaba?

Kaç kişinin özel kütüphanesi var ve günde kaç saat faydalı kitap okuyor?

Orijinal hatlı ve tezhipli bir Hilye-i Şerif levhasına sahipkimse var mıdır orada?

Osmanlılardan önce orası bir Bizans şehri imiş. Onlardan sonra Osmanlı şehri olmuş. Kırk elli seneden beri de bir Yabancılaşmışlar Kenti haline gelmiş.

Birkaç meyhanesi varmış geceleri içerlermiş.

Şehirde maddî kalkınma varmış. Eski güzel Osmanlı evleri yıkılmış, yerlerine iğrenç beton apartmanlar yapılmış. Yollar katranlanmış. Atatürk Parkı yapılmış. Çiftçinin cebine para girmiş. Rakı susuz içiliyormuş. Devlet seralarda su teresi tarımını başlatmış. Su teresinde çok çok çok para varmı.

Ben bu şehirde hayat görmedim. Mayat ise bol miktarda vardı.

Önceki ve Sonraki Yazılar