Fatma Ç. KABADAYI

Fatma Ç. KABADAYI

BİR YAZAR BİR SÖYLEŞİ; SİBEL UNUR ÖZDEMİR

Sibel Hanım, ne güzel ifade etmiş mutluluğun kısa yolunu…

 

“Hadi ne duruyorsunuz çekin çıkarın onu gizlendiği yerden. İnat etse de. Yılmayın... Bırakın uçsun üzüntüler. O tüycükler gibi. Siz gülümseyin peşi sıra. Uçup giden kara bulutların ardından. Gülümseyin ki… Bulutlar da gülümsesin size beyaz beyaz. Umutlarınızı dolayın da o beyazlığa. Umutla bakın doğacak yeni güne. Pembe pembe umutlar yoldaşınız olacak o zaman. Siz de dans edeceksiniz yağan yağmurla. Kulaklarınızda aşk nağmeleri. Yanınızda sevdiğiniz kişi. Dudaklarınızda sevdanın ismi. Yüzünüze yerleşmiş kocaman bir gülümseme.”

  

 

“Merhaba Sibel Hanım… Öncelikle teşekkür ediyorum beni kırmadığınız için. Zira çok yoğun olduğunuzu biliyorum. Birçok işle baş edebilen çok ender tanıma şansına sahip olabildiğimiz bayanlardan birisiniz. Takdire şayan bir çabanız, emeklerinize değen eserleriniz var. Hem mesleğiniz hem yazarlığınızla tanınıyorsunuz. Şiirleri bestelenen, tiyatro yeteneği ile hayranlıklar uyandıran ve edebiyat ve sanat aşkıyla durmadan çalışan ve bunlara rağmen şube müdürü olarak görevini başarıyla sürdüren bir annesiniz. İlk sorum şu olacak; Sibel Unur Özdemir olmak zor mu? Niçin?”

 

Merhabalar Fatma Hanımcığım. Sizinle bir araya gelebilmek ne kadar güzel.“Sibel Unur Özdemir olmak zor mu?” Ne hoş, ne güzel, ne anlamlı, ne kadar da zor bir soru Fatma Hanımcığım. Lakin sorunuzun yüzümü güldürdüğünü, içimi ısıttığını bilin lütfen. 

 

Önemli olan zoru başarmaktır diye düşünüyorum. Ayrıca insan sevdiği, gönülden istediği şeylerle uğraştığında mutlu oluyor. Bu hissiyatta bedenine ve ruhuna yansıyor. Mutluluğu yakalayan insan da zaten yorgunluk hissetmiyor. İş yerim gerçekten hayli yoğun. Bazen tüm enerjimin tükendiğini duyumsuyorum ama eve gelip edebiyatla bütünleşmeye başladığımda o yorgunluktan eser kalmıyor çünkü yazarken dinleniyorum. Tabii hoşlandığım bazı şeylerden vazgeçmek zorunda kalıyorum ama olsun değmez mi? Değiyor vallahi, hem de her anına.

  

“Babanızın ve halanızın kalem sevdanızda yeri olduğunu biliyoruz. Bu güzel ayrıntıları bizimle de paylaşır mısınız? Çünkü ben söyleşimizi okuyan herkesin ‘Bir çocuğa kitap nasıl sevdirilir?’ sorusunun cevaplarından bir kaçını da hatırlamalarını istiyorum. Elbette sizin içinizde olmasaydı bu yeteneğiniz belki kim ne yaparsa yapsın böylesine üretken bir yazar olamayacaktınız fikrindeyim ama özellikle halanızın yöntemini çok zekice buldum ve inanın beni çok duygulandırdı.”

  

“Ah, evet. Halam da bir eğitimcidir -İngilizce öğretmeni - sizin gibi. Kitapları da ve okumayı da sever. Benim ilkokula başladığım yıldı. Okumayı yeni öğrenmiştim. Biz Eskişehir’de oturuyorduk halam Ankara’da. Her ay bana postayla kitap gönderirdi. Bu kitaplar bir seriydi ve benim için özel oluşlarının sebebi isimleriydi “Sibel ile Ayıcık, Sibel ile Bebek, Sibel ile Kanguru vb.” Bana okumayı sevdirmişlerdi.

 

Öte yandan babamın kitaplığında pek çok şiir kitabı, şiir antolojileri vardı. Onları okuyarak büyüdüm diyebilirim, hem de defalarca kez. Rahmetli babam da amatörce şiirler yazardı. Onun şiirlerini okumayı da çok severdim. Kısaca şiir hayatımda hep vardı. Babamdan miras olsa gerek bana bu yetenek.”

 

“Yayınlanmış eserlerinize baktığımız zaman önce kitap isimleri ilgi çekiyor, ‘Sen, Sen Adalı kız, Ah’ , ‘Yüreğimden Tren Geçti’ , ‘Belki İstanbul’dayım’ gibi gerçekten piyasadaki kitaplara göre oldukça farklı isimler? Bize isim konusunda neler yaşadığınızı, nasıl karar verdiğinizi anlatır mısınız? Kitap kapaklarınızın seçiminde nelere dikkat ediyorsunuz?”

  

“Fatma Hanımcığım öncelikle şunu söyleyeyim ki ben yüreği ile yazan bir insanım. Öykülerim gibi onlara verdiğim isimler de yüreğimin bana söylediği isimler. Bazen öyküye başlamadan önce ismi gelir yerleşir aklıma ve sonrasında bana öyküyü yazdırır. Kimi zamanda öyküyü yazarım ama ismi gelmez bir türlü. İşte o vakit hayli sıkıntı çekerim. Günlerce düşündüğüm olur en uygun ismi bulabilmek için zira mükemmeliyetçi tarafım ağır basar. Elimden gelenin en iyisini yapabilmek için çabalarım.  Benzeri bir durumu öykü kahramanlarıma adlarını verirken de yaşarım. Yarattığım karaktere en yakışacak adı ararım benliğimde tabii benim de sevmem gerekir o adı. Yoksa olmaz, ilerlemez öykü. 

Kitap kapaklarım… Elbetteki aynı özeni onlar içinde gösteririm. Bir okur olarak kitap seçmek ve almak için kitapevlerine gittiğimde bir kitabın kapağının beni büyüleyip kendisini aldırdığı çok olmuştur. Genellikle de yaptığım seçimden hiç pişmanlık duymamışımdır. 

 

 Son kitabım “Sen, Sen Adalı Kız, Ah!” isimli kitabımın kapağından bahsedeyim size. Ben bu kitabımda rahmetli babamın şiirlerinden hiç değilse birini yaşatmak istedim. Babamın 1961 Mayısında yazdığı “Adalı Kız” isimli şiiri bana ilham vererek “Sen, Sen Adalı, Kız, Ah!” adlı öyküyü yazdırdı. Bahsettiğim şiir, kitabın arka kapağında yer alıyor babamın fotoğrafı ile birlikte. Tabii aslında öykünün kahramanlarından biri o, yani Mazhar. Ön kapakta ise Heybeli Ada’yı anlatan motifler olmasını uygun buldum. Ada vapuru, fayton, o güzel evler, ağaçlar ve tabii ki öykünün diğer kahramanı Adalı Kız, Tomris. Kapağa hâkim olan renkler mavi ve pembe. Dişi ve erkek. Mazhar ve Tomris. Kontrast tınılar hem renklerde hem de öykü kahramanlarında dikkat çekici olmalıydı ne de olsa ilk görüşte aşkı anlatıyordu öykü. İşte sevgili Nurgül Gökmen benim çizdiğim bu ana hatlar çerçevesinde bir kapak tasarladı. Pek de güzel oldu, içime sindi çünkü tam düşümdeki gibiydi.”

  

 

 “Sibel Hanım, ‘Müdüre Hanım’ mı demeliyim diye de soruyorum kendime. Yazarlığınız ile ilgili olduğu için ‘Üstat’ demeliyim belki… Bazı yazarlarımız muhakkak ki çalışma odalarında sessizliği tercih ederken kimileri için de ortam önemli olmuyor. Yazmak için belli bir yer, zaman kaygınız olur mu yoksa her yer ve zamanda yazıp üretebiliyor musunuz? Bir öykü yazmanız sizin için ne kadar zamanınızı alır?”

  

“Şu ana kadar çalışma odam olmadı. Olsaydı… Gayet tabii iyi olurdu. Belki de bu yüzden özel bir ortama ihtiyaç hissetmiyorum. Yeter ki kendi kendimle kalacağım anı yakalayabileyim ve yoğunlaşabileyim yazmak istediklerime.

 

Fatma Hanımcığım aslına bakarsanız zaman ya da zamansızlık bizim gibi yazma eylemi ile uğraşan tüm arkadaşlarımızın sorunu olsa gerek. Bazen yazılacak çok şey olduğunu ve zamanın yetmeyebileceğini düşündüğüm anlar olmuyor değil ama Allah ömür verdikçe her koşulda yazmaya ve zaman yaratmaya çalışacağımı biliyorum. Öte yandan bir öykünün başladığı andan bitme sürecine kadar geçen zaman dilimini belirlemek pek de mümkün değil. Mümkün değil diyorum çünkü bir öykü yazarken yarıda bırakıp bir şiire veya denemeye başladığım da oluyor. O an içinde bulunduğum duygu haline ve hangi edebi türün kapımı çaldığına bağlı gelişmeler.

 

Çalışırken enstrümantal parçalar dinlemekten keyif aldığımı söylemeden geçemeyeceğim. Bunun yanı sıra şiir CD. leri dinlediğim de olur.”

  

“Öykü kitaplarınız var. Süreli yayın yapan birçok önemli dergide öykü, şiir ve denemeleriniz yayınlandı ve devam ediyor. Sevgililer Günü’ne özel hazırlanan -ne mutluluk verici ki- “Ve Tanrı Aşkı Yarattı’ isimli kitapta da birlikteydik. Öykü yazmanın romandan daha farklı olduğunu düşünüyorum. Siz bu konuda ne dersiniz?”

  

 

“Beni 2011 yılına götürdünüz bu sorunuzla. “Ve Tanrı Aşkı Yarattı.”  Değerli dost Dürsaliye Şahan’ın Sevgililer Günü için hazırladığı özel bir projeydi. Eğer yanlış hatırlamıyorsam yirmi üç bayan yazardan sevgiye, aşka dair yirmi üç öykü yer almıştı kitapta. Güzel bir çalışmaydı ve ben de sizin gibi kıymetli bir kalemle aynı kitap çatısı altında buluşmaktan mutluluk duymuştum.  Sizin öykünüzün isminin “Susamlı Çörek” olduğunu hatırlıyorum Fatma Hanımcığım. Peki, “Siz benim öykümün adını hatırlıyor musunuz?” diye bir soru da olsa ben size yönelteyim.

 

“Hatırlamaz mıyım Sibel Hanım? ‘Çığlık’ isminde bir hikâyeydi, şiirsel bir anlatımı vardı. Basın toplantısında siz olmadığınız için bilmiyorsunuz tabi, biz o gün öylesine yorulduk ki Sibel Hanım. Eve geldiğimizde bir kısmını okudum. Sıra sizinkine geldiğinde başta çok uzun diye gözüm kesmemişti okumaya ama başladığımda -on üç sayfa kadardı yanılmıyorsam- bitivermişti. Sizin de dediğiniz gibi edebiyat olunca konu yorgunluk kalmıyor.”

 

Teşekkürler, hatırlanmak güzel şey. Şimdi diğer sorunuza cevap vermeye çalışayım. Öykü yazmak elbetteki roman yazmaktan farklıdır. Öyküde kullanılan zaman, mekân ve olay örgüsü romana göre daha kısıtlıdır. Romanlarda olaylar bir zincirin halkaları gibi birbirini takip edebilir, zaman boldur, pek çok karakter girip çıkabilir olayın durumuna göre anlatılanlara, ayrıntılara, tasvirlere yer verilir ve tabii öyküye göre daha uzunca yazılan bir edebi türdür. Öyküler daha kısa sürelerde yazılabilen metinlerdir. Günümüzde alışılagelmiş olay ve durum öykülerinin yanı sıra minimal öykülere de rastlamak mümkün ki bu öyküler tek bir cümleden bile oluşabilmekte Hemingway’in “Satılık bebek ayakkabıları. Henüz hiç giyilmemiş." öyküsünde olduğu gibi.

 

Öte yandan hayatın her anında öykü potansiyeli var. İnsan bir gün içinde bile, farkında olmadan birçok öykünün içinden geçmekte, birçok ruhsal durumu yaşamakta. Kaç milyar kişi nefes alıyorsa yeryüzünde hepsinin bambaşka bir hikâyesi mevcut. Her insan hayat ve her hikâye farklı bir insan.

  

“Hem öykü hem de şiir dallarında derecelere sahip bir kalem sevdalısı olduğunuzu biliyoruz. Sizce yarışmalarda jüri üyeleri gerçekten adil davranıyorlar mı? Katılanlar arasından dereceye giremeyenler gerçekten başarısız yazar mıdır? Bu konuda fikirlerinizi öğrenmek isteriz.”

 

Kalem sevdalısı olduğum doğrudur Fatma Hanımcığım. Ödül almak hiç şüphesiz ki kişiyi mutlu eder, kamçılar. Marifet, iltifat bekler, taltif edilmek ister.

 

Geçmişten geleceğe pek çok sanat dalında çeşitli yarışmalar düzenlenmiştir, düzenlenecektir de. Yarışmaların bir güzellik olduğunu, kişiyi harekete geçirdiğini, yazmaya, üretmeye teşvik ettiğini, yeni yeteneklerin keşfedilmesine aracılık yaptığını düşünüyorum. 

 

Jüri üyeleri ne kadar adil davranıyor, diye sormuşsunuz. Bunu bilmek güç. Zaman zaman benim de kulağıma çalınan söylemler oluyor lakin ben adil olduklarını düşünmek istiyorum. Güzellik göreceli bir kavramdır. Bir kişinin beğendiğini bir diğeri beğenmeyebilir ya da bunun tam tersi geçerli olabilir. Bir yarışmada ödül alamamak o eserin kötü yahut yazarının başarısız olduğu anlamına gelmez. O grup beğenmemiş olabilir ama başka bir grup beğenebilir. Asıl olan eserin ne kadar çok okuyucuya ulaştığı, okurun kalbinde yer edinmesi ve kitabınız hakkında yürekten gelen, içten, samimi duygularla dile getirilmiş birkaç güzel söz, birkaç beğeni cümlesidir.

 

Ben de köşe yazarlığı yaptığım birharf.net Edebiyat, Kültür ve Sanat e-Dergisinin düzenlemiş olduğu ikinci, üçüncü ve dördüncü nesir yarışmalarında jüri üyeliğiyaptım. Bu sene de beşincisini düzenledi editörümüz sevgili Nur Ersen hanımefendi. Hatta sizin aracılığınızla buradan da duyuralım yarışmayı. Arzu edenler http://www.birharf.net/linkinden şartnameye ulaşabilirler. Ve şunu söyleyebilirim ki eserler son derece titizlikle incelenmekte, puanlanmakta ve değerlendirilmektedir."

 

  “Sibel Hanım, bütün sanatçı ve yazarların üye olduğu İLESAM’da da faalsiniz. İLESAM haber metinlerini de siz yazıyorsunuz, biz okuyoruz. İLESAM yazarlar için sizce ne kadar önem taşıyor? Telifle ilgili epeyce yol kaydedilmesine rağmen daha farklı projeler olmalı mı? Üyeler İLESAM’dan ne derece memnun, sizce beklentiler karşılanıyor mu? Yeni projeler var mı?”

 Yazıyoruz, yazıyoruz, yazıyoruz durmadan usanmadan. Şiirler, denemeler, öyküler ve daha nice nice eserler üretiyoruz. Zaman zaman karşılaştığımız bir takım sorunlar oluyor telif haklarından kaynaklı. Ama hangimiz biliyoruz ki haklarımız nelerdir? İşte tam da bu noktada bizlere kılavuzluk ediyor, yol gösteriyor Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği (İLESAM) ve bilim - edebiyat eseri sahibi olan üyelerinin mali ve manevi haklarını koruyor. Bu nedenledir ki çok, çok önem taşıyor.

 

İlim ve edebiyat alanında faaliyet gösteren ilk ve en büyük meslek birliği olan İLESAM’ın telif hakları konusunda hayli yol kat ettiği aşikârdır. İLESAM'ın etkinlik haberlerini hazırladığım için çalışmalarını yakından takip eden bir üyesi olarak çok iyi biliyorum ki... İLESAM çalışıyor, emek veriyor, hizmet ediyor, güzelliklere imza atıyor. Görülen geniş bir hinterlandının olduğu ki… Şiir dinletileri, toplantılar, konferanslar, telif haklarına karşı kazanılan davalar, üyelerine ödenmesi sağlanılan telifler, edebiyata yeni kazanımlar sağlamak adına düzenlenen yarışmalar ve daha pek çok hizmet bunlardan sadece bazıları. Daha iyi hizmet sunabilmek için günden güne büyüyen şubeleri ve temsilcilikleri de bunun müjdecisi.

 

Öte yandan etkinliklerine katılamayan üyelerini de yapılan faaliyetlerden haberdar etmeyi aksatmadan sürdürüyor ve çalışmaları hususunda bilgilendiriyor. Memnuniyet konusuna gelince ben İLESAM üyesi olarak Meslek Birliğimden memnunum ama insanları memnun etmek zordur. Memnun olanlar olduğu gibi olmayanlarda olacaktır ki bu doğaldır ama ben Yönetim Kurulumuzun diğer hizmetlerinde olduğu gibi üyelerinin memnuniyeti için de canla başla çalıştığına tanık oluyorum.

 

 

 “Bizde yabancı yazarlar hep çok satılanlar listesinde olur, bilirsiniz. Çok satanlar listesi sizce gerçek bir belge midir hile olabilir mi ve niçin yabancı yazarlar daha çok tercih ediliyor olabilir? Bunun Türk yazarlara güvenilmemesi ya da Türkiye’de yazara verilen önemle ilişkisi olabilir mi?”

 

Bunun Türk yazarlara güvenilmemesi ile pek ilgisi olduğunu düşünmüyorum. Çok okunan yazarlarımız mevcut. Yabancı yazarların tercih edilmesinin sebebi… Bunu hiç düşünmediğimi fark ettim siz sorunca. Arz talep ilişkisine, yapılan reklâma belki biraz da şansa bağlıdır. Ama sizin de ifade ettiğiniz gibi çok satanlar listelerinin gerçekliği ne kadardır, bu listeler kimler tarafından hazırlanır… Bunları bilemeyiz.

  

“Şu aralar yazmakta olduğunuz, üzerinde çalıştığınız bir proje var mı? Çıkacak eserinizle ilgili ipucu alabilir miyiz?”

 

Ooooo… Ben de proje çok. Çeşitli çalışmalarım var tabii. Kısmet olursa dördüncü kitabımı çocuklar için kaleme aldığım öyküler oluşturacak. Şu anda öykülerin resimleme işlemi devam ediyor. 2014 yılının Ocak- Şubat ayı gibi okuyucusuyla buluşmasını hedefliyorum Allah’ın izniyle.

 

 “En sevdiğiniz sinema filmini, en sevdiğiniz içeceği ve evinizde olmazsa olmazınız bir materyalinizi bizimle paylaşır mısınız?”

 

Son zamanlarda seyrettiğim “Kelebeğin Rüyası” isimli filmin işlediği konu itibariyle beni etkilediğini söyleyebilirim. Şiirin, şairin anlaşılmadığı -günümüzde bile anlaşılıp anlaşılmadığı tartışılır- bir dünyada tüm imkânsızlıklara karşı yılmadan yollarında ilerleyerek şiirler yazan, var olmaya çalışan iki delikanlının Muzaffer Tayip Uslu’nun ve Rüştü Onur’un hayatı anlatılıyordu filmde.

 En güzel içecek sudur, onun yerini hiçbir içecek tutamaz.

 Olmazsa olmazım pek tabii ki bilgisayarım.

 

“Türkçeyi doğru kullandığınızı ve özendiğinizi biliyoruz. Gençlerin gerek iletişim aletlerinde gerek sosyal medyada yaptığı kısaltmalar hakkında ne düşünüyorsunuz? Ne yapılmasını önerirsiniz?”

  

Güzel Türkçemizi doğru ve yerinde kullanabilmek için elimden geleni yapıyorum. Bunun çok önemli olduğunu düşünüyor ve edebiyatla uğraşan kişiler olarak okura doğru ve temiz olanı sunmamızın gerekliliğine inanıyorum zira günlük yaşantımızın akışında pek çok alanda o kadar fazla ‘dil yanlışı’ yapılıyor ki.

 

Gençlerin sosyal medyada ve iletişim aletlerinde yaptığı kısaltmaları pek hoş karşılamıyorum. Çünkü kelimeleri sürekli o şekilde kullanmaya alışacakları için günlük hayata döndüklerinde hata yapma olasılıkları hayli fazla. Hafızaya yanlış yerleşen şeyleri değiştirmek kolay değildir. Değiştirilemez mi elbette değiştirilir ama ne gerek var ki buna, dili deforme etmeye.

  

“Sibel Hanım, okurlarımız için bir şiirinizi bizlerle paylaşmanızı istesek acaba çok şey istemiş olur muyuz?”

 Hiç olur mu öyle şey? Seve seve paylaşayım ama hangisini? Tamam buldum.

 3. Kaygusuz Abdal Yarışmasında “Güncel Sanat” ödülüne layık görülen “Arzuhalim” isimli şiirimi paylaşayım okurlarımızla.

  

ARZUHALİM

 

Bir kor düştü içime asırlar öncesinden

Baktım durdum yıllarca kader penceresinden

 

Dizelere sakladım canımı, cananımı

Sakın çalmayın benden en değerli anımı

 

Razı senden gelene deli divane gönlüm

Sonsuza dek benimsin ayırsa bile ölüm

 

Gece güne dönüyor bak okunuyor ezan

Umut mumu sönüyor elde hep zarar ziyan

 

Akmaz olur gözyaşım can benzer kurak çöle

Mecnuna çıkmış adım kapında olsun köle

 

Dağlarda, tepelerde zamansız esen yelsen

Göze alıp her şeyi bari yanıma gelsen

 

Her hicranın sonunda gönül yasa bürünür

Sevgi ordan oraya ömür boyu sürünür.

 

Canıma kast eden aşk neden bu kadar zalim

Söylese ya hekimler ne olacak bu halim.

 

“Çok güzeldi. On dörtlük heceyle yazılmış harika bir eser… Ben galiba heceli şiiri daha çok seviyorum. Belki de emek istediği içindir. Sibel Hanım, sorularımızla sizi hayli yorduk ama malum sizi her zaman bulmamız mümkün değil… Bilgilerinize, düşüncelerinize ihtiyacı olanlardanız. Çok teşekkür ediyor ve başarılarınız daim olsun diyorum.”

  

“Çok naziksiniz Fatma Hanımcığım. İçimi ısıtan, yüreğime dokunan sorularınızı cevaplarken büyük keyif aldığımı söylemeden edemeyeceğim. Sıcacık kalbinizden inci taneleri gibi döktüğünüz soruları hazırlarken verdiğiniz emek ve böylesi güzel bir söyleşi de benimle birlikte olduğunuz için ben teşekkür ederim size.”  

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.