Böyle gelmiş, ama...

Ne yaparlarsa yapsınlar, ne yaparsak yapalım, her zaman onlar doğru biz yanlışız... 'Siyaseten doğru' denilen şey bu olsa gerek...

Geçen hafta sonu Doğan Medya Grubu'nu (DMG) hedef alan konuşması sırasında, Başbakan Tayyip Erdoğan, “Sütunlarında cansiperane savunuyorlar, ama kendi aralarında konuşurken patronlarının söylediklerini pek de inandırıcı bulmadıklarını itiraf ediyorlar” cümlesini, “Yerin kulağı var” diye tamamlamıştı.

Açın, ertesi gün yazdıklarına bir göz atın, “Yerin kulağı var” deyiminden Yüce Divan'lık 'telekulak' öyküleri çıkardıklarını göreceksiniz. Tayyip Erdoğan'ın kendisine bağlı özel bir istihbarat örgütü kurduğunu iddia eden de çıktı, grup gazetelerinde çalışanların telefonlarının dinlenip hergün Başbakan'a rapor edildiğini ileri süren de...

Herhalde sizler de benim gibi “Haklı adamlar” demişsinizdir...

Meğer 'yerin kulağı' diye tanımlanan gerçekten de kocaman bir kulakmış... Gerçek bir kulak... Grup gazetelerinde yazan iki yazar bir balıkçıda yan masadan da duyulacak biçimde konuşmuşlar; biri yememiş-içmemiş, işittiklerini Başbakan Erdoğan'a iletmiş. O konuşmada geçiyormuş “Bizim patronun savunması da pek inandırıcı değil” cümlesi...

Birkaç gün önce 'telekulak' öyküsü üzerine Yüce Divan çağrısı yapan kalemler, eski yazdıklarını unutturdular, olayı yine siyasî bir skandala dönüştürme peşindeler... Yazdıklarını okuduğunuzda, “Gerçekten de kardeşim, olur mu böyle şey” diye düşünmeden edemiyorsunuz.

Her durumda, her hal ve şartta onlar doğru, onlar gibi düşünüp davranmayan herkes yanlışta ve hatalı... Kim ne yapmış olursa olsun, eğer yapılan kendilerine ve çıkarlarına karşıysa, onu 'yanlış' ilân etmekte bir an bile tereddütleri olmuyor.

Onlar haklı, bizler haksız olmaya mahkumuz işte...

Bireysel hata da kabul etmiyorlar, içimizden birinin yaptığı yanlışı hepimize mal ediveriyorlar... Yanlışı yapanı cezalandırmakla yetinmek de onlara göre değil, ancak bir çekirge sürüsünün tarlalarda yapabileceği tahribat gibi, hedef aldıkları örgütler ve kurumları bitirerek gerçekleştirmenin peşindeler...

Dedik ya, onlar hep haklı, başkaları hep yanlış...

Etraflarında gördükleri yoksulluk, çaresizlik, terk edilmişlik onları bir gün bile rahatsız etmedi; kendilerini nizamiyeli sitelerin arkasındaki mâlikânelere biraz da o tür manzaralardan gözleri rahatsız olmasın diye attılar zaten. 'Toptan imha' etmeye çalıştıkları hayır-hasenat organizasyonu yok olursa, sahipsiz kalan güçsüzler nasıl olsa onların kapılarına dayanmayacak; dayansalar bile nasıl olsa koydukları engelleri aşamayacaklar.

Onlar için değilse bir şey, kimin için olursa olsun fark etmez, olmasa da olacak bir şey demektir...

Tayyip Erdoğan'ı kendileri gibi olmadığı için değil, kendileri gibi olmaya razı edemeyeceklerini anladıkları için dışladılar. 'Çoban Sülü' de kendileri gibi değildi başlangıçta, Aydın Doğan da, Ertuğrul Özkök de, Ahmet Hakan da; ancak onlar gibi olmayı kabul ettiler ve üstelik kendileri gibi olmayanları onlar gibi yapma misyonuna da sahip çıktılar...

Aynı misyona Tayyip Erdoğan da sahip çıksaydı, o da 'siyaseten doğru' korumasına alınacaktı; çıkmadı, alınmadı ve başına geleni hak etti...

Ne yaparlarsa yapsınlar, ne yaparsak yapalım, her zaman onlar doğru biz yanlış olmaya devam edeceğiz. Hiç değilse onlar böyle düşünüyor ve bugüne kadar da onların düşünceleri istikametinde gelişti olaylar; öyle gelişmeye de devam ediyor.

Böyle gelmiş, ama böyle gitmeli mi?

Önceki ve Sonraki Yazılar