GELİN HAYİNLERİN OYUNUNU BOZALIM!

 

Kanıkanla yıkamak, kan davası gütmek, intikamcı olmak; yüce Allah'ın emirleriyle bağdaşmaz. Akl-ı selim'le de bağdaşmaz.

Yüce Allah'ın verdiği canı elbette ki ancak Allah alır. Bunu; cenab-ı Allah kendi eliyle veya meleklerinden birisine alenen yaptırmaz.

Bir sebep yaratır. Azrail A.S.'a sormuşlar;''insanların canını alacaksın fakat o zaman tüm insanlar senden nefret etmez mi?''...Bu soruya

Azrail A.S.;'' Elbette insanların canını ben alacağım ama, herkesin ölümüne bir şey sebep olacak, kimse beni sorumlu tutmayacak''...

 Elbette herkes ölümü tadacaktır..Kimimiz kaza kurşunuyla, kimimiz trafik kazasıyla, kimimiz herhangi bir hastalıktan, kimimiz de düşman olarak karşımıza çıkan kendi cinsimizden bir fâni'nin kastıyla. Sonuçta bu dünyadan ebedi mekânımıza göç edeceğiz....

 Kaba hesapla; otuz yıldır Türkiye’de bir kardeş kavgası yaşanmaktadır. Bu kavgadan, bu çatışmalı ortamdan az-çok hepimiz nasibimizi aldık. Maddi ve manevi çok ağır bedeller ödedik. Halen de ödemeye devam ediyoruz. Hangi etnik kökenden, hangi inançtan veya hangi dünya görüşünden olursak olalım fark etmez. Ateş; sadece düştüğü yeri yakmıyor. Düştüğü yerin çevresini de yakıyor. Ayrıca; yangına sebep olanların çevresini de yakıyor.

Cudi veya Gabbar dağında PKK'lılarla girdiği çatışmada hayatını kaybeden Mehmetçik’in aile ocağına nasıl ateş ve acı düşüyorsa, o çatışmada hayatını kaybeden Memo'nun da aile ocağına ateş düşüyor. Ocaklara düşen bu yangın giderek tüm mahalleye, ilçeye, kasabaya, kazaya velhasıl tüm yurda yayılıyor.

Yurdumuzun bir yanında Mehmetçik'in yası tutulurken diğer yanında, Memo'nun yası tutuluyor...

Ağlayanlar, yüreği evlat acısıyla parçalananlar, anneler... Toprağa düşenler, bizim evlatlarımız... İsrailli veya Amerikalı değil...

Savaşın yıkıcılığını en iyi hissedenler, sıcak savaşın içinden gelmiş insanlardır. Öncesinde hangi cephede yer aldığı çok anlam ifade etmez. Bizler; 1970’li yılların gençlik nesliyiz. Takip ettiğimiz insanlar ya çatışmalarda vuruldular, ya da ipe çekildiler. Biz gençleri siperlere sürenlerden halen hayatta olanlar da vardır. Fakat, o dönemdeki karizmaları kalmadığı gibi, çoğunun yüzüne bakan dahi olmuyor. Çünkü ortada; emperyalistlerin ve onların yerli uşaklarının yazıp sahneye koyduğu bir oyun vardı.Bu oyun fark edildi fakat geç fark edildi.

Bizim kuşağımızdan şu an hayatta olmayanlar ve bizler birer figürandık, kurbandık...

 Deniz Gezmişler piyasaya sürülmeseydi,12 Mart muhtırasına ve Sıkıyönetime ne bahane bulunacaktı?

 Binlerce ülke evladının telef olduğu sağ-sol çatışmaları yaratılmasaydı, 12 Eylül Kenan Evren Askeri Cuntasına hangi gerekçe bulunacaktı?...

 PKK' semirtilip,neredeyse ülkenin bir bölgesinde kontrolü ele alabilecek duruma getirilmeseydi, karşısına da sahte Hızbul-Kontra çıkarılmasaydı, Kalkancılar, Fadimeler ''dindar'' kisvesi altında piyasaya sürülmeseydi;askeriyenin 28 Şubat muhtırasına hangi gerekçe bulunacaktı..

Demek ki;'' Minareyi çalan, kılıfını uydurur'' muş...

 Madem ki meselenin nereden kaynaklandığını; çatışmalı ortamdan ve istikrarsızlıktan rant elde edenlerin boş durmadıklarını, durmadan yeni yeni sinsi ve hain planlar yapıp hayatta geçirdiklerini anladık, o halde aklıselim de buluşalım.

 Teröristse bizim teröristimizdir. Bu ülkeyi idare edenlerin geçmişte yaptıkları hatalar, ve yapmaları gerekip de yapmadıkları yüzünden bu sorunla yüz yüze gelmişizdir.

 Konuyu burada bu tarzda açmamı yadırgayan insanlar olabilir. Sadece akıl süzgecimden geçirip, tecrübelerime dayanarak konuyu bu minvalde görüşlerinize sunuyorum. Mevcut durumumla, ''iki arada bir derede kalmış'' bir fâniyim. Biliyorum ki; ellerine geçsem, PKK 'nın yöneticileri beni bir kaşık suda boğarlar. Hiç önemli değil. Bu durum beni; vicdanımın sesine kulak vermekten, kendi doğru bildiklerimi kamuoyuyla paylaşmaktan alıkoyamaz.

Gençliğimin en güzel on yılını PKK saflarında heba ettim. Olsun, o dönem; inandığım değerler uğrunda her şeyimi feda edebilirdim.

Bugün yine, inandığım doğrular için hedef olmaya razıyım. Ha…! Bir gün fazla yaşamışım, ha bir gün eksik. Hiç fark etmez...

 Yeni bir yıla girmeye sayılı saatler kaldı. Maksadımı uzun uzadıya kaleme dökerek sizlerin değeli zamanını almak istemiyorum.

 Memleketten çok uzaklarda olsam da, beynim ve kalbim o topraklardadır... Basın ve TV den izledim. Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül bugün Diyarbakır'daydı. Allah devamını nasip etsin. Daha önce dokuz yıl bu şehirde kaldım. İki çocuğum burada dünyaya geldiler. Orada bulunduğum süre içerisinde sadece bir kez S.Demirel gelmişti. Gelişinin sebebi de; Fuar açılışına katılmaktı. Fuar çadırında göz göze gelecek kadar yakınlaşmıştım. Malını satmak için pazar arayan bir kapitalist sermayedar görünümündeydi.

Sayın Abdullah Gül'ün haleti ruhiyesi ile S. Demirelin’ki arasında dağlar kadar fark gördüm. Sayın Gül; Umut verdi, sevgi, birlik ve barış mesajı verdi. Herkesin yüreğine serin sular serdi.

 Sonuç olarak; mademki aklın yolu birdir, herkes üzerine düşeni yapmalı. Çok hassas bir dönemden geçiyoruz. En ufak bir tahrik, provokasyon, yanlış anlaşılma bir çok demokratik kazanımı heba edebilir. Herkes sorumluluğunun farkında ve bilincinde olarak adımlarını atmalıdır.

 Kin, nefret, ırkçılık, dar milliyetçilik, felaket getirir. Kimseye bir şey kazandırmaz. Geçmişimizden dersler çıkararak, Türkiye'nin geleceğini, yarınlarını aydınlık günlere hep birlikte taşıyalım.

 Varsın bazılarımıza göre; ''PKK'nın ipiyle kuyuya inilmez'' olsun. Tek çare Diyalogdur... diyalog derken, Ülkenin bölünmez bütünlüğünden taviz vermek anlaşılmasın. Bu memleketin istikbali, huzuru, refahı, selameti için öngördüğümüz ilke ve hedeflerden taviz vermeden tartışacağız. Akan kanın durması için gerekirse ''şeytan''la dahi tartışacağız. Son dönemde ortamın yumuşamasından cesaret alıp; radikal reçeteler savunuyor görünenlere pirim vermeyeceğiz. Ekin ekilirken emeği geçmeyenlere pilav da vermemeliyiz.

 Türkiye'de otuz yıldır süregelen çatışmalı ortamdan kaçıp, Avrupa'ya veya şuraya-buraya sığınanlar son günlerde muhatap alınmak için çarpınıyorlar.

Dürüst olmak gerekirse; bunca zamandır nerelerdeydiniz? Ülkem dediğiniz''Kürdistan''ınızı ve ''Halkımız'' dediğiniz insanları, derin devlet ve PKK ın insafına terk ettiniz. En az Onlar kadar sizler de suçlusunuz...

 PKK; başlangıç noktasındaki hedeflerinin ve ilkelerinin çok gerisindeki bir konuma gelmiştir.''Bağımsız , Birleşik ve Sosyalist Kürdistan'' dan ''Demokratik Türkiye, özerk Kürdistan'' noktasına gelmiştir. Bu, başlı başına büyük bir gelişmedir. Sayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e BDP’lilerin takındığı nezaket ve saygı dikkate değerdir. Ayrıca; ''bölücü'' olarak nitelendirdiğimiz insanlar, bölünmeyi kati bir dille ret etmektedirler. Bu da sevindirici bir gelişmedir. Mademki; Türkiye'nin resmi dilinin Türkçe olmasında, Vatanın bölünmez bütünlüğünde hemfikiriz, o zaman dana altında buzağı aramamızın gereği yoktur. Bunu belirtmekle birlikte; BDP ve yandaşlarına düşen büyük görevlerin olduğunu da hatırlatmayı bir insanlık görevi olarak görmekteyim. Seçim veya benzeri küçük hesaplar peşinde koşmanın, samimiyetsizliğin, ortamı gerici söylem ve davranışların hiç kimseye yararı yoktur.

 Herkes Millet huzurunda verdiği söze sadık kalmalıdır. Bu gemi batarsa herkes boğulur.

Bakın bir yılı daha acılarıyla sevinçleriyle geride bırakıyoruz. Geçmişte bıraktığımız keş kelerimize takılmadan, pozitifliğe, olumluya, gerçekliğe sarılalım. Birebirimize de sarılalım. Hem de kan davası gütmeden. Biribirimizi dinleyerek, el ele vererek, hainlerin oyunlarını bozalım. Türkiye’yi,  barış ve

Kardeşlik abidesi yapalım.

 2011 Yılı, kardeşlik ve barış yılı olsun, Gözyaşlarının akmadığı bir yıl olsun. Kalplerimizdeki kin ve düşmanlığın yerini Sevgi ve merhamet alsın.

Yeni yılın hayırlara vesile olması dilek ve temennisiyle. Sevgi, barış ve huzurun olduğu nice yıllara...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum