Murat KARAKOYUNLU

Murat KARAKOYUNLU

GEZİ PARKINDA ÇİMLERİ POSTALLAMAK

Özal döneminin en çok hakir görülen, en çok eleştirilen kesimiydi liberaller.  Bir duruşları, omurgaları, tarz ve tutumları yok gösterilir; bırakınız yapsınlar, bırakınız düşünsünler algısı toplumun diğer kesimleri tarafından müsamahaya konu edilmezdi. Özgürlük kavramını, benim özgürlüğüm başkasının özgürlüğünün başladığı yerde biter olarak kabul edegelen ve bu çerçevede hemen her kesimden insanın görüşlerine değer vermeyi, değerli göstermeye çalışan bu algı, sinema ve tiyatro sahnesinde Perran Kutman’ın İdealist öğretmen ve cumhuriyet kadını imajı ile eleştirilir, Zeki Alasya ve Metin Akpınar’ın oynadığı Hastane dizisinde menfaati için her kılığa giren bir tip olarak karakterize edilen Liboş Hakkı ile de yerle bir edilirdi. Engin Ardıç, Çetin Altan sevilmeyen tiplerdi.
 

90 lı yılların yeni mağdurları olan “İslamcı” taifesine de sahip çıktı liberaller. Çizginin solu tarafından çok katı şekilde eleştirilmeleri de bu yüzdendi.  Takunyalı, Cuma namazlarını kaçırmayan, nabza göre merhaba ya da selamun aleyküm diyen, dini, menfaatlerine alet eden tiplemelerle de bir gösterildiler. Pis, kara sakallı, kara cübbeli, gözleri “fıldır fıldır” bir cami hocası algısı 60 larda başlamışsa da o dönemlerde taçlanmıştı.  

Her ne kadar yoğun bir eleştiri bombardımanı altında kalmış olsalar da bugün liberaller, ayaktalar. Perran Kutman’ı bilmiyor yeni nesil ama Engin Ardıç hâlâ yazıyor. Fatih Altaylı, Hasan Cemal, merhum Birand dönüşerek ayakta kalabildiler. Güneri Civaoğlu sakal bile bıraktı. Yani aslında liberaller kazandılar. Çünkü onlar kabulle başladılar eleştirmeye. Hepten reddiyeci olmadılar. Çatışmadan beslenmediler. Diğerini yerden yere vurmakla pirim yapmadılar toplumda. Bugün İslamcı kanadın da Kemalist kanadın da Milliyetçi kanadın da Sosyalist kanadın da esneyebilenleri ayaktalar. Diğerleri silinip gittiler.

İlkelerden taviz verenler ayakta kalır demiyorum kesinlikle. Söylemek istediğim, kabul ederek tartışmayı bilmek. Ölçülü olmak. Tepkilerinde ölçülü olanlar, karşılarındakini anlamaya çalışanlar her dem kazanırlar çünkü.

Ülkemiz son bir haftadır ölçüsünü gittikçe kaçıran, tatlı başlayıp, tatsızlaşan, devlet ve millete saygı gösterme algısından ziyade anarşizme, vandalizme kadar giden ve astarı yüzünden pahalıya gelen bir sürece girmiş durumda. İstihbarat servislerinin, kin, nefret ve öfkeden prim yapanların arayıp da bulamadığı bir ortam son bir haftadır hemen her köşe başında kıvılcımını bekliyor adeta. İki yanlış tutum, iki ölçüsüz tavır bir anda olayı hiç istenmeyecek daha kötü noktalara getirebilir. Yüreğimiz ağzımızda aklı selimin hâkim olmasını bekliyoruz.

Ak Parti hükümetlerinin son on yıl içerisinde ülkeyi getirmiş oldukları nokta yadsınacak gibi değil. Kimsenin küçümsemeye, görmezden gelmeye hakkı yok. Bu ülke yıllar öncesinden gelmesi gereken noktalara gecikmiş olsa da hızlı bir şekilde ilerliyor. Ancak bu durum iktidarın eleştirilemeyeceği anlamına da gelmiyor. Cari açık, temel eğitim ve kanun- hak arasındaki ayrımı hala sağlayamayan adalet v.s kanayan yaralarımız olarak duruyor.

Tüm bunlar varken Arap Baharı olarak nitelendirdiğimiz olayların ilk olarak 2005 sonrası dönemde Türkiye’de başladığını, Cumhuriyet Mitinglerinin, yönetimi toplumsal eylemlerle sarsma, mümkünse değiştirme gayesi ile yapıldığını bugün çok daha net görüyoruz. Ne var ki o dönemde Cumhuriyet Mitinglerine karşı gösterilen yaklaşım ile bugün Gezi Parkı olaylarına gösterilen yaklaşım arasında iki taraf açısından da fark var. Hükümet, muhalefetin söz söyleme hakkını teslim etmiş, yer göstermiş, eylemlere değil, söylemlerin niteliğine karşı çıkmış; muhalefet ise eylemleri ile değil de söylemleri ile yanlış bir tarz izlemişti. Sonuçta toplumsal sağduyu galip gelmişti.

Bugün yaşadığımız olaylar ise tahammül sınırlarını zorlamakta. Amaç tepki göstermek değil anarşi çıkarmak ve ülkeyi istikrarsızlığa sürükleyerek tahrip etmekten öteye geçmiyor. Cam, çerçeve kırmak, kamu ve özel ayırt etmeksizin binaları, araçları ateşe vermek, yeni mağduriyetler yaşatmak bu eylemlerin sonucu olmamalı. Tayyip Erdoğan şunu demişti. Bu konuda eleştirmişti, diktatörlük yapıyor, faşizm dorukta v.s gibi aslında Türk toplumunun geneline ait bir üslubu kullanıyor diye başbakanı eleştirmek, eleştirirken de başbakanın eşi, merhume annesi ve çocuklarına hakaret etmeyi kendinde hak görmek bayağı bir davranıştır. Elbette Başbakanın üslubunu da kabul ediyor değiliz. Özellikle evlerinde kendini tutan yüzde ellilik bir kesim var ifadesi son derece ürkütücü. Ne var ki Cumhurbaşkanı’nın demokrasi sadece sandıkla resmedilen bir rejim değildir şeklinde doğruladığımız ifadesinin karşılığı da bu değildir.

Açılım ve seçim süreci, yeni anayasa çalışmaları v.s. derken daha demokratik, özgür bir ülke özlemimizin temelini dinamitleyen hemen her girişimin toplumun sağduyulu kesimleri tarafından dışlanması gerektiği muhakkak. Her ne kadar bugün sokaklara dökülen, genç nesil tecrübe etmemişse de onların anne ve babaları geçmişte yaşanan bu tarz yağma ve yıkımların, ayrışmaların, kutuplaşmaların acı reçetelerinin şahitleri oldular, bedelini ödediler. O sebeple bu tecrübeden geçmiş nesillerin sokaklara dökülen daha genç nesillere, siyasetle ilgilenen, ülkenin gidişatına kafa yoran, dert edinen bir gençlik özleminin karşılığının bu olmadığını söylemeleri gerek.

Bu ülke, çok büyük hatalardan, tecrübelerden geçti. Altmışlı yıllar, seksenli yıllar ve iki binli yıllardaki postallar, hep bir neslin acı çekmesine, heba edilmesine sebep  oldu. Birimiz kazancını, diğerimizin sırtına basarak elde etti. Bu ülkenin yeni bir nesli daha kaybetme lüksü yok. Duam o ki, tüm hükümetler bir gün gitmeleri gerektiğinde, sandıkla gitsinler…  

Aksi bir durum ne ‘Size’ kazandırır ne de ‘Bize’.

 

mkarakoyunlu@hotmail.com.tr

https://www.facebook.com/mkarakoyunlum?ref=tn_tnmn

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum