Gör, Geç!..

Takılmak ızdırap verici…

Çok yıpratıyor insanı.. Hayatı çekilmez kılıyor…

Boyutları var elbette… Aşamalarından, şiddetinden bahsetmek mümkün… Bu yazıda bunu denemeye çalışacağız.

Ama hepsi aynı kapıya çıkıyor…

Yaşadığımız her neyse uzatmamak gerek! ‘Gör geç’ ilkesini benimseyerek sürekli bir ‘Oluş’ halinde olduğumuzun idraki içinde kalabilirsek sanırım dünya seyrimiz daha kazançlı olur.

Göçmen kuşları gibi düşünebilir miyiz kendimizi?

Adı üstünde göçüyorlar… Mevsime göre hareketleri devam ediyor.

Bizler de kendimizi ‘Göçmen’ gibi görebilirsek sanki durumumuz değişecek..

İş tutuşumuz yine aynı şekilde farklılaşacak… Söz söyleme şeklimizde…

Madem ‘Göçeriz’ bu dünyada…

Madem sürekli hareket halindeyiz. Bulutlar gibi kimi zaman alçalıp, kimi zaman da yükselmekteyiz.

Ve madem yaşadığımız anlara tekrar geri dönmemiz mümkün değil!

O zaman bu ilke kurtarıcı olabilir.

Öncelikle gönül bağlamayız… Gönül bağlamadığımız için de sanki sürekli kalıcıymış gibi bir yalancı duyguya kendimizi kaptırmayız.

Bu temel bilinci yakalayabildiğimiz anda her şeyin rengi değişecektir.

“Bunu elde etmelisin, bunu mutlaka kazanmalısın, şuna sahip olmalısın, en iyi sen olmalısın, en şöhretli olmak için her fırsatı değerlendirmelisin” şeklinde devam edebileceğimiz ‘talepler’ birden anlamsızlacaşaktır.

‘Madem göçerim, bu zahmeti neden çekerim?’ deriz kendimize…

Ve ‘Gör geç’ prensibi ile bakar, görür ve geçerim.

Önümde madem yürümem gereken bir yol var ve uzun. Şu an gördüklerime takılı kalmam bana sadece kaybettirir.

Acı çektirir. Huzursuz kılar.

O zaman ben yoluma, yolculuğuma bakmalıyım.

Bu şuur bize ne kazandırır? Hayatı… Sonsuz hayatı… Huzuru..

En eğlenceli şey mi? Takılma. Gör, geç!

En lezzetli şey mi? Gör, tat ve geç.

En büyük imkan mı? ‘Madem göçerim fazla imkanı n’iderim?’ derim. Gör geç yani…

Sadece güzel ve olumlu durumlar için mi geçerli bu prensip? Yoksa sadece bunu ayartıcı durumlar için mi yapacağız?

Hayır!

Hastalığa mı yakalandık? Geceler boyu inlemeler mi kapladı odamızı? Kalıcı değil. Gör geç

İş yerinde istemediğimiz durumlar mı var? Büyütme. Gör geç.

Eşinle ciddi krizlere mi sürükleniyorsun? Hayat sonsuz değil! Uzatma. Gör geç.

Çocuklarınla mı dertlerin arttı? Büyüyecekler ve o zaman da dertler değişecek. Abartma. Gör geç.

Kendi iç dünyanda depremler mi yaşıyorsun? Sarsıntılar sürekli hale mi geldi? Baş etme konusunda kendini güçsüz mü hissediyorsun? Hiçbir şey ebedi değil dünyada. Gör geç.

Değerlerimiz, kutsallarımız konusunda sabit olacağız elbette…

Onlar hayatımızın gayesidir. Hedeflerimizdir.

Onlar vazgeçilmezlerimizdir. Bizi biz yapanlar onlardır.

O noktalarda kıl kadar bile sapma yapmamalıyız. Kendimizi tahkim etmeliyiz. Güçlendirmeliyiz.

Bir mazlum gördüğümüzde, görüp geçemeyiz.

Dertli biri gördüğümüzde, ‘Gör geç’ diyemeyiz.

Sıkıntısını paylaşan bir dostumuzun yaşadığız ızdırabı hissetmeden yapamayız. Bu konuları görmeliyiz. Ama geçmemeliyiz.

Hakkı tutup kaldırmalıyız. Duyarlılığımız en üst noktada olmalıdır.

Bu yazının temel fikri kendi nefsimizle ilgili durumlarla sınırlıdır.

Bulutların geçip gittiği gibi ya da göçmen kuşların diyar diyar gezmeleri gibi bizde gidiyoruz.

Uzun bir yolculuğa yazıldık.

Ruhlar aleminde başlayan yolculuğumuz birçok duraktan sonra şimdi dünya istasyonunda…

Yolculuk devam ediyor kısacası.

O nedenle istasyondaki tablonun muhteşemliğine kendimizi kaptırmamız anlamsız. O muhteşem tabloyu sevgili sarar gibi sarmak yolculuğu unutmaktır. Hedef sapmasıdır.

Yine dışarıdaki olumsuz bir durumu görevimiz olmadığı halde kendi sorumluluklarımızı bir yana bırakarak düzeltmeye kalkışıp treni kaçırmamalıyız.

Sahipsiz değil hiçbir şey. Her tablonun bir anlamı var. Bizim görevimiz görmek, hayran olmak, takdir etmektir.

Gönül bağlamak değil!..

Manevi yolların da bir çok tuzakları vardır. Dikkat ister. Edilmezse, yani görüp geçilmezse burada da başa belalar açılır.

İrfan penceresinden baktığımızda yaşadıklarımız bir hayalden ibaret… Dünya ziynetleri, bizi çeldiren lezzetler, heveslerimiz, emellerimiz…

Kavgasını verdiğimiz hırslarımız… Hepsi o gölgenin bir yansımasıdır.

İşte o nedenle hayallere kapılmamalı, görüp geçmelidir.

Bunu yapamadığımızda ne yazık ki, kendimizden geçmiş oluruz. Gerçeğimizi bulamayız. Hakikatten uzak düşeriz. Kendimizi arayıp bulma serüvenimiz hüsranla sonuçlanır.

Yunus Emre hazretleri bu konuya şöyle dikkat çekmiştir:

“Suretten gel sıfata, onda safa bulasın

Hayallerde kalmagıl, yoldan mahrum kalasın”

Buradan anladığımız şudur: Aslı olmayan hayallere, mânâda gördüklerine, sûretlere takılma sıfata yani Allah’a gel.

Yunus Emre Hazretleri bu dizelerin devamında mânâ yolcusunun mertebelerini ve yoluna çıkan önemli tuzakları anlatır ve özetle bunlara takılma, ‘Gör geç’ mesajı verir. Geçen sene ‘Yunus Okumaları’ toplantılarından birine katıldığım Dr. Mustafa Tatçı’nın sohbetinden aklımda kalanları paylaşmak isterim yeri gelmişken.

Yolculuğumuzun dünya durağında bizi şaşırtan, hayran bırakan ve gönlümüzü kendisine çekip bağlayacak pek çok durumun olduğunun farkında olmalıyız. Bunlar nelerdir derseniz ilk elden aklımıza gelenleri şöyle sıralayabiliriz:

Nefsin makamlarına göre değişen benlik damarları.

Birinci kapı diyebileceğimiz dış kapıda fakirlik vardır. Bu hâle karşı sükûnet hâline geçmelidir. Huzur bulmak gereklidir.

İkinci kapıda kibir ve gazap aslanları vardır. Burada yapacağımız temel eylem; gazabı adalete, kibri ise kibriyaya dönüştürebilmektir.

Üçüncü kapıda riya, haset ve ‘Tulu Emel’ adı verilen dünya sevgisi vardır. Bu sıfatların insana hamle edeceklerini anlatan Yunus hazretleri dönmek olmasın diyor. Ölmek var ama kaçmak yok.

Dördüncü kapıda dört pirlerin olduğunu ifade ediyor. Bunları kibir, karamsarlık, dedikodu, şehvet ve gösteriş olarak anlayabiliriz.

Beşinci kapıda söylenenleri anladığımızda mânevi alanda görülen ezvaka takılmadan geçmek gerektiğini, orada da ‘Gör geç’ yönteminin uygulanması gerektiğini kavrarız. Burada beş ruhbanın olduğundan bahsediyor. Bunlar keramet, gizli ilimler, peri, cin, olağanüstü haller gibi hususlardır. Bunlar görülür ve bunlar mânâ yolcusunun âfeti olabilirler. Eğer ‘Gör geç’ yöntemini uygulayamıyorsa.

Altıncı kapıda bir huri’nin oturduğunu ve kişiyi çağırdığını, gel dediğini belirterek sakın gitme ikazında bulunur. Bunun çok tehlikeli ve mahrumiyet sebebi olduğunu anlatır.

Yedinci kapıda ise yedilerin oturduğunu, kişiye kurtuldun dediklerini, dostun yüzünü göresin temennisinde bulunduklarını ifade eder.

Dostun ‘Birlik’, yüzden de kast edilen mânânın ‘Cemalullah’ olduğu malumdur.

İşin sonunda Koca Yunus bu sırları verdikten sonra bu sözlerinin vücuttan taşra olmadığını, düşününce her şeyin bizde olduğunu, arayıp kendimizde bulmamız gerektiğini söyleyerek noktayı koyuyor.

Bu uzun paragraftan anlıyoruz ki, yollar tuzaklarla dolu…

Cazibeli… Işıltılı…

Dikkat çekici…

Sürükleyici… Yoldan edici, kıyıcı…

Hedef saptırıcı.

Zevkli, haz verici…

Ama hayal. Gerçek değil. Bir nevi sarhoşluk hali…

Geçici bir aldanış. Boşa hülyalar…

Tatmin edilmiş ya da edilecek bir kılıfa bürünen arzular…

Acı çekmemek için, karanlık kuyulara düşmemek için ne yapmalı dersiniz?

‘Gördüm geçemiyorum’ dememeli.

‘Gör geç’ demeli…

Başka çaresi var mı? 

HABER NAME/ 01.05.2012 canbolatugur@gmail.com/ https://twitter.com/ugurcanbolathttps://www.facebook.com/iyibakkendine

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum