İNANMAK BEDEL İSTER -1-

Naim ÖZGÜNER    25 Şubat 2013 Pazartesi

Alman kızı Renate Kristof 1952 yılında Hamburg’ da doğdu. Babası bir papaz, annesi bir İspanyol, ikisi de çok zengindi. Ailede Hırıstiyanlığın bütün gerekleri yerine getiriliyordu. Ailenin biricik kızı Renate, kiliseye gitmeyi aksatmayan, inançlarına son derece bağlı bir kız. Ama herkesin istediği gibi hayatını yaşaması taraftarıydı. O da öyle yapıyordu. Geceleri sabahlara kadar diskolarda, gündüzleri de istediği yerlerde bulunuyordu. Hemşirelik Yüksek Okulunu bitirdi. Hamburg’ da bir hastanede göreve başladı.

Çalıştığı hastaneye bir gün apandist ameliyatı olmak üzere bir genç gelir. Renate görevi icabı hastasıyla ilgileniyor. Kısa zaman içerisinde tanışırlar ve ardından gönül dostluğu gelir. Renate, hastası Serdar Bayrama soruyor: “Dinin nedir?” “İslam”. Renate kendisinin de bir papazın kızı olduğunu, dini vecibelerini yerine getirmeye çalıştığını, haftada bir kiliseye gittiği söylüyor. Müslümanların ibadetleri için nerelere gittiğini ve neler yaptığını soruyor Serdara. Serdar, Camiyi tarif eder. Renate camiye gidip gitmediğini soruyor Serdara. Serdarın yarım yamalak verdiği cevaplar Renatenin kafasını iyice karıştırır. Renate şöyle deva eder sözlerine: “Bana Peygamber Efendimiz den ve sırtındaki Nübüvvet mühründen bahsetti. Özellikle bir kervan yolculuğu esnasında başı üzerinde Onu takip eden bulutu ve bir Rahibin bu işaretin Onun son Peygamber olduğuna delalet ettiğini söylemesi beni çok etkiledi. O gün sabaha kadar hiç uyumadı. Serdar’ın Peygamberimiz hakkında ki ‘Annesiz ve Babasız büyüdü’ sözleri beni bambaşka duygulara itti.

Serdarın tedavisi tamamlanır ve hastaneden taburcu edilir. Ancak araların daki konuşmalar ve duygular daha da derinlik kazanır. Renate nin tavırları ve hareketleri de ailesinin dikkatinden kaçmaz: “Bu arada kiliseye gitmeye de devam ediyordum. Serdarın anlattıkları ile kilise arasında ki her geçen gün bocalamam, artıyordu. Ne Serdarın anlattıklarından ne de Kiliseden vaz geçebiliyordum. Babam benim durumumdan iyice vehimlenerek beni bir odaya kapattı ve üzerimden kapıyı kilitledi. Artık dışarı da çıkamıyordum. Aşağı yukarı bir ay böyle geçti. Bir gün Serdar evimizin adresini çalıştığım yerden tespit ederek kaldığım odanın önüne geldi ve bana kaçma teklifinde bulundu. O an hiç düşünmeden kararımı verdim ve Serdarla pencereden atlayarak Manhaim’a kaçtık.”

“Ben pek kabullenemediğim şekilde Müslüman oldum ve İslam Nikahı kıy dık. Evet, Müslüman olmuştum. Ama araştırmadan, bilmeden, anlamadan sırf öyle gerektiği için,” diyerek anlatıyor eski adıyla Renate Kristof, yeni adıyla Ayşe Bayram Müslüman oluşunu.

Beyninde oluşan eski-yeni kavramlarının, kocası Serdar tarafından getiri len, “ayıp olur, bizde adet böyledir” sözleriyle boğuştuğunu ifade ediyor. Ve yasaklar yasaklar yasaklar..

İlk kısıtlamanın işi bırakma isteği ile ifade erken ne kadar çok zorlandığını anlatmaya çalışıyordu: “Bana artık çalışmayacaksın, işe gitmeyeceksin!’ dedi. Hemen başımı kapatmamı istedi. ‘Ama ben birden ne olduğu bilmeden başımı kapatamam, kendimi çok kötü hissederim, kapanmam için bir sebep göster’ dedim. Bana: “Bizim töremizde var, burada ki hemşehrilerim beni ayıplarlar’ dedi. Ben de ‘kimsenin ayıplaması için kapanamayacağımı, ancak dinimizde böyle bir şey varsa bunu gösterdiği takdirde kapanabileceğimi ona söyledim. Bir taraftan da kendim araştırmaya başladım.

Artık Serdar ile Ayşe arasında zor günleri aşma savaşı başlamıştı. Ayşe eline geçirdiği Türkçe kitaplarını yarım yamalak okumaya çalışmakta, İsla mi kitapları öğrenmektedir. Kocasının Almanya da bulunan yakınları da Ayşe yi kabullenememektedirler. Her fırsatta Serdarla karşılaştıklarında, “bula bula bu gavur kızını mı buldun” diye Ayşeyi aşağılamaktadırlar. Haya tın gerçekleri artık birer birer su yüzüne çıkmaktadır. Genç kızlığından beri yanından ayırmadığı köpeğini, kocası ‘Bizim dinimizde evde hayvan bulun durmak yasaktır’ diye götürüp başkalarına vermiştir. ‘Bari çevredekilerin yardımı olur mu’ diye çaresiz arayışlara giren Ayşe o günleri şöyle anlatı yor: “Çevremde bulunan Müslüman ailelerden yararlanmak istedim. Gör düm ki Müslümanlar da İslam adına çok az şey biliyorlar. Bana, babaların dan, dedelerinden gördüklerini, duyduklarını anlatıyorlar. Günde beş vakit namaz kılmakla her şeyin bitiğini, Müslümanlığın bu demek olduğunu zanne diyorlar. Artık ben de bir şeyler öğrenmeye başlamıştım. Evde bulunan bü tün peruklarımı yaktım. Peygamberimizin hayatını baştan sona okudum. Yavaş yavaş Türkçemi de pekiştirmeye başladım.”

Öte yandan Ayşe’yi ailesi de rahat bırakmıyordu. Babası ve kardeşi sürekli kendisini arıyor ve bir gün mutlaka pişman olarak geri döneceklerini söylü yorlardı. Babası zaman zamana arkadaşları ile de haber gönderiyor kendisi ile görüşmek istediğini belirtiyordu. Ayşe o sırada büyük oğlu Abdullaha ha mileydi. Babası bunu duyar duymaz hemen Ayşenin yanına geldi ve ona: “Bak kızım. Bu Türk seni yakında bırakıp gidecek, gayr-i meşru çocuğunla ortada kalmak ister mi sin? Çocuğun doğduğunda kaydını benim üstüme yaptırın, hiç olmazsa mirasımdan yararlansın.” Ne de olsa babasıydı. Kızının kötü duruma düşmesini isteyecek değildi ya. Ayşe de öyle yaptı ve inandı. Doğumdan sonra çocuk, kocası Serdarın da refakatiyle babasının üzerine yazıldı. Devamını Ayşe den dinleyelim:

“Çocuğumuza biz Abdullah diyorduk. Ama resmi kayıtlarda adı Thomas tı. Aradan 6 ya da 7 ay geçmişti. Bir gün kapıya akşam yemeği vakti polisler geldi. Bize: “Siz çocuk kaçırmışsınız” dediler. O sırada babamın kiralık ola rak tuttuğu Türklerden biri de yalancı şahitlik yapıyor ve çocuğu babamın evinden çaldığımızı gördüğünü söylüyordu. Kocamı apar topar yakalayıp hapse attılar. Çocuğun kan tahlilinde aksilik olacak benim kan gurubum çıkınca babam davsında haklı çıktı. Yalvar yakar babama davasını geri aldırdım ve belki eve geri dönebileceğimi belirterek onu ikna ettim. Çocuğu böylece aldık. Serdar da hapisten çıktı. Acele olarak Türkiye ye kaçmaya karar verdik.”           

                e-mail: naimozguner81@gmail.com / Zihin Mentolü / Yazar 

         

Önceki ve Sonraki Yazılar