Örnek Komşuluk

1-Medine'de bulunduğu mahalleye yeni yerleşmiş, çevreyi yeni tanımaya başlamıştı. Ne var ki en yakın komşusundan rahatsızlık görüyor, huzursuz edici tavırlara muhatap oluyordu. Bu durum böyle devam edemezdi. Ama ne yapacaktı. Kalkıp karşı koysa, kavgaya baş vursa, netice ne olur bilinmezdi. Hem neden kavgaya baş vurup kaba kuvvete müracaat edecekti ki, Allahın Resulü vardı Medine' de. Onun bulunduğu bir şehirde ve bir dünyada komşu komşuyla kavga eder, geçimsizlikte bulunabilirmiy di..? İlk işi Resul-ü Ekreme gitmek, maruz kaldığı komşu zulmünü Ona anlatmaktı.

Nitekim Medineye gitti. Doğruca Mescid-i Nebeviyeye geldi. Namazdan sonra sessizce bekleşenlerin arasında o da yerini aldı. Herkes bir mesele soruyor, İslami ve İmani bilgiler öğreniyordu. Beklediği müsait zamanı bulunca hemen durumunu anlattı:

"-Ya Resulallah! Bulunduğum mahalleye yeni geldim. Ancak bana en büyük rahatsızlığı, en yakın komşum vermektedir. Komşumdan şikayetçiyim."

Peygamberimiz ve ashabı, bu şikayeti sessizce dinlediler. Sonra Peygamberimiz çevresine bakındı. Ebu Bekiri, Ömeri, Aliyi sordu (R.Anhüm). Hemen geldiler, onlara şu emri verdi: "Bu günden itibaren mescidin önünde ve müslümanların toplu bulunduğu yerlerde komşu hakkını tebliğ edecek ve diyeceksiniz ki: "Ey müslümanlar! Biliniz ki müslümanın evinin etrafından kırkar hane komşusudur. Ve yine biliniz ki komşusunu haksız yere rahatsız eden cennete giremez..." İşte bundan sonra Medinede eşine rastlanmayan bir komşuluk anlayışı hakim olmaya başladı. Hiç kimse başkasını rahatsız etmeye cesaret edemiyor, evinin her tarafından kırkar haneyi komşu bildiğinden komşu rahatsızlığı olmuyordu. Zira haksız yere rahatsız ettiği komşusu, Cennete girmesine mani olacaktı.

2-Bir gün gazaya gidilecektir. Peygamberimiz ashabını toplar ve şu emri verir: "Üzerinde komşu hakkı bulunanlar bu gün bizimle gelmesinler." Anlaşılan o ki, o gün çarpışma olacak, zafer kazanabilmek için müslümanların arasında üzerinde komşu hakkı bulunan kimse olmamalıydı.

Bu sırada biri, mahçup mahçup yaklaştı Resulüllaha. Şu itirafı dudaklarından döküldü: "Ben bir gün komşumun bahçesinde ki ağacın altında abdest bozmaya oturmuştum.!" Peygamberimiz buna şu karşılığı verdi: "-Öyleyse sen bugün bizimle gelme!"

3-Resulüllahtankomşu hakkını öğrendiklerini anladığımız ashab-ı kiram adeta titremiş, bunlardan biri farelerin evini istila etmesinden şikayet etmiş, kendisine bir kedi almasını tavsiye edenlere: "Bunu yapamam! Çünkü o fareler evimi terkederse, komşunun evine gidecek ve ben komşuma rahatsızlık vermiş olacağımdan korkarım" demiş ve evine kedi almamıştır.

4-Bir başka sahabi(Ebu Dücane r.a.), Medinede komşusunun avlusundan sarkan hurma ağacının dallarından dökülen hurmaları, çocukları yer endişesiyle erkenden sabah namazını mescidde kılar kılmaz eve koşup bahçesine dökülen hurmaları toplayarak, komşusunun avlusuna atmış, komşusunun hurmalarını (habersiz ve izinsiz olduğu için) çocuklarının yemesinden korkmuş ve titremiştir. Bu hassas insan Ebu Dücane r.a.dır.

5-Üç padişahaŞeyh-ül-İslamlık yapmış Ebusuud Efendinin bir fetvası şöyledir.! (S.60, 192.mesele).

Soruyorlar: "Zeyd, Amrın tarlası ve ya çayırı üzerinde, Amrın icazeti yoğ iken namaz kılmak şer'an caiz olurmu?"

Cevap: "Mülk ise mekruhtur, duyacak, razı olmadığı mukarrer ise..."

   İslamı bilmeyenler, onun insan hayatında oynadığı müsbet ve medeni rolü idrak edemeyenler, gelsinler dünün çöldeki deve çobanının, islam sayesinde kazandığı şu insani komşuluk ve kulluk hassasiyeti ve medeni duyguyu ibretle görsünler. Bu yüksek fazileti bugünün yüksek tahsillilerinde, okumuşlarında, aydınlarında görebilmek mümkün müdür? Halbuki onlar okumuş insanlar değillerdi.

6-Hz.Ömer hilafeti sırasında ashabın zenginlerinden Abdurrahman b.Avf'a bir adam göndererek ondan ödünç, borç para ister... ve bu parayı ailesine sarfedecektir. Abdurrahman b.Avf, Halife Ömere para yerine şu cevabı gönderir: "Beyt-ül-mal (devlet hazinesi) senin yanında. Şimdilik oradan al, sonra yerine koyarsın."

Hz.Ömer şu cevabı verir: "Ödünç parayı senden istiyorum. Çünkü sana borçlanırsam, bir emr-i hak vuku bulursa, ölürsem, ve ya borcumu ödeyememe halinde mirasımdan vererek seninle helalleşmek kolay olur. Ama devlet hazinesine borçlanırsam, emr-i hak vuku bulursa, o zaman devlet hazinesinde hissesi bulunan bütün müslümanlarla helalleşmek mecburiyetinde kalırım. O zaman ben bu hakkı ödeyemem." Hz.Ömerde ki hak ve adalet anlayışı, kul hakkı anlayışı budur.

7-Hz. Osman r.a. bir ara kölesine kızar ve hafifçe kulağını çeker; ancak kölesi, hak ve adalet dersini almıştır. Hz.Osmana döner ve: "Çek bakalım ey Allahın Resulünün halifesi; nasıl olsa bir gün kısas olacak, burada kulağı çekilenler, mahşer günü kulak çekerek hak alacaklardır." Bu cümle Hz.Osmana tesir eder, koskoca halife kölenin önünde köleye şu teklifi yapar: "Eğer kısas niyetinde isen ahirete bırakmanı istemem, işte kulağım gel sen de çek, burada hakkını helal et." Köle çekmek istemez, ama halife ısrar eder, sonunda köle Hz.Osmanın kulağını çeker ve böylece helalleşirler.

Bu, hakkın anlayışıdır. Ahiret inancının verdiği hakperestliktir. Kul hakkına girme zulmü, ahirete kalması halinde, bir halifeyi bir kölenin karşısında diz çöktürüp kulağını çektiriyor. İslamın hak, adalet ve doğruluk ölçüsü budur. Pazu, bilek kuvveti, makam, mevki kuvveti yoktur. Hak anlayışı, hakka itaat ve hakka hürmet mecburiyeti vardır. Haklı mı? Köle de olsa karşısında diz çöktürüyor İslam halifesine. Hak kuvvette değil, kuvvet haktadır.

8-Bir gece Hz.Ömer asayişi kontrol için Medinenin sokaklarında gezerken, aniden bir evin önünde durur. Evden anne ile kızı arasındaki şu mealde konuşmaya şahid olur. Anası: "Kızım yarın satacağımız süte biraz su karıştır" diyordu. Kızı: "Anne halife süte su karıştırılmasını yasak etmedi mi?" Anası: "Kızım, senin de düşündüğüne bak, gecenin bu saatinde halifenin nereden haberi olacak! O şimdi uykusunu uyuyordur" diye cevap verir. Kız bu cevaba itiraz eder ve şunu söyler: "Anne, Halife uykuda uyuyorda haberi yoksa Allahda mı uykuda, onunda mı haberi olmayacak? Hilemizi insanlardan saklayabiliriz, ama her şeyi görüp bilen Allahtan nasıl gizleyebiliriz?" (Hz.Ömer, daha sonra bu kızı kendi oğluna nikahlamıştır)

9-İmam-ı Şafi hazretleri, bir sabah, namazdan sonra evine dönerken tanıyan biri yanına yaklaşır, selam-kalemdan sonra "Nasıl sabahladın ya İmam" diye sorar. Koca imam şöyle cevap verir: "Sekiz tane şeyin benden istendiğini düşünerek sabahladım" der. Adam şaşırır, imam da açıklar: "Bak! Benden her sabah kim neler istiyor? 

1-Rabbim benden farzını istiyor.

2-Resulüllah benden sünnetini istiyor.

3-Ailem günlük nafakasını istiyor.

4-Nefsim kendisine tabi olmamı istiyor.

5-Şeytan arkasından gitmemi istiyor.

6-Kiramen-Katibin melekleri iyi şeyler yazdırmamı istiyor.

7-Geçen günler ihtiyarlamamı istiyor.

8- Azrail ölüme hazır olmamı istiyor.

İşte ben bütün bu isteklerin muhatabı olarak sabahlamış bulunuyorum. Her sabah bu sualler cevap bekliyor."

10-Bir zaman Kufe şehrinde hırsızlar sürülere dadanmış, uğradıkları sürüden koyun çalmaya devam ediyorlardı. Bir ara şehre şöyle bir haber ulaşır: "Hırsızlar çaldıkları koyunları kasaplara satmaları muhtemeldir." O sırada bir alim şu suali soruyor: "Çalınan koyunlar kaç sene yaşar? Şu kadar sene yaşar" Bunu öğrendikten sonra kendi kendine şöyle karar verir: "Bu koyunların normal hayatı bitinceye kadar Kufe kasaplarından et almayalım. Ola ki çalınan koyunun eti bana rast gelede mideme haram lokma düşmüş olur."

Bu, dindeki hassasiyettir. Takvanın zirve noktasıdır. Hiç kimseden açık keramet beklemenin lüzumu yoktur. Böyle bir düşünce ve uygulama en büyük keramettir. İstikamet olmadan keramet olmaz. İstikamet kerametten üstündür...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

  

Önceki ve Sonraki Yazılar