Osmanlı Modernleşmesinin Kimliği

Türkiye’de düşünce tarihi, Osmanlı’nın 1699 Karlofça Anlaşması’nı imzalamasından bu yana modernleşmenin kültür zihniyetini çalışıyor. Daha pozitivist düşünce şekillenmeden evvel, Türk düşüncesinin pozitivizmi “çağıran” politikalara yöneldiği ve “Batının tekniği” ile tüketim modelini aktarmaya yönelik rasyonalizmi yürürlüğe koyduğu söylenebilir. Bu yargı, azgelişmiş toplumların tepeden aşağı dönüştürülmelerinden önce kendi iç dinamikleri gereği modernleşme yöneliminde olduklarına da işaret ediyor.

Osmanlı tarih yazımında değerlendirmeye alınmayan bir husus olarak şunu da söylemek gerekir: Osmanlı yönetici profili özellikle 1600’lü yıllardan itibaren Osmanlı’nın kurucu tabanını tasfiye etmiş görünmektedir. Önce tımar sisteminin kazandırdığı askerî modeli çözen daha sonra da Yeniçeri Ocağını kapatan (1826) Osmanlı, bu kurumsal yapıların yerine askeri ve ticari manada çift yönlü yeni aracı kimliklerin doğmasına meydan vererek modernleşti. Eski sistemin çökmesiyle Osmanlı halkı kendi ürettiklerini tüketen bir toplum olma özelliğini kaybetti. 1600’lerden itibaren Batı’nın kontrol ettiği meta tüketimi Osmanlı halkını sardı.

Osmanlı tarihi ile ilgili literatürde sık sık adı geçen İbrahim Müteferrika, Baron de Tott, Tulumbacıların kurucusu Davut Ağa, Batı’daki teknik gelişmeleri aktarmakta iseler de, Osmanlı’nın temel nüfus yapısının ihtiyaçlarına ve ekonomik hayatına aidiyet içinde değillerdi. Osmanlı’da bu tür yenileşmeleri yapan profillerin Anadolu kökenli olmamaları dikkat çekicidir. Benzer şekilde Osmanlı ticari hayatını şekillendiren temel profilin özellikle ticaret yollarının Atlas Okyanusu’nu merkez edinmesinden sonra Avrupalı toplulukların inhisarına geçtiği belirtilmelidir. Bir araştırmada Osmanlı devlet bürokrasisinde kilit mevki sayılan dört makama bazı azınlık mensubu bürokratların getirildiği, ticari alanda da yabancılarla azınlıkların ilişkilerinin Müslüman tacir ve üreticilerin kârlılığını düşürdüğü dile getirilmiştir (KARAGÖZ, 1995: 173- 195).

 İşin vahameti o dereceye geldi ki yabancı şirketlerin faaliyetleri Osmanlı uyruklarının ancak düz işçi pozisyonunda çalışmalarına imkân verecek şekilde kendi ekonomi politiğini oluşturdu. Yabancı şirketler işgücünü beraberinde getiriyorlardı. “Demiryollarından bankalara kadar yabancı şirketlerin etkinlik gösterdiği hemen hemen tüm işkollarında yabancı işçi ve memur çalıştırılıyor, Osmanlı uyrukları, dil bilmiyorlarsa, bu şirketlerde ancak düz işçi olarak iş bulabiliyorlardı” (TOPRAK, 1995: 61). Hatta çalışma hayatında Türkçe konuşulmuyordu.

Diğer taraftan Osmanlı halkı lüks tüketimin baskısı altındaydı. 18. yüzyıldan başlayarak Osmanlı’da lüks mal tüketiminin önemli miktarlara ulaştığı yazarların dikkatinden kaçmamaktadır. “1789’da terekesi müsadere edilen bir Silahtar Ağa’nın eşya listesi şuydu: Kitaplar, gözlükler, saatler, mücevherle bezeli kutu, hançer ve saatler, içinde cam eşya olan kutular, Saksonya’dan gelen bir çay takımı, dürbünler, çikolata kutuları, mücevharat, Fransız işi tepsiler, şallar ve ceviz ağacından iskemleler (…) Eyaletlerde de, tereke ve masraf defterleri incelendiğinde, idari kapı halklarının Batı mallarının dolaşımına katkı sağladığı görülmektedir” (GÖÇEK, 1999: 218- 19). Batılı ülkelere ait tüketim metaının daha fazla yer bulması, aydınlar ve iktidar seçkinlerinin modern yaşam tarzlarını “üstün” görmesi, Anadolu’da “geleneksel” hayatı sürdüren kesimlerin mallarınıpazarda sürüm imkânındanmahrum etmektedir. Böylece “gelenek”, ürettiği mala pazar bulamayarak fakirleşmekte yani “geri kalmakta”dır. Ancak kendisorumlusu olmadığı ekonomik süreçlerin de müsebbibi sayılmaktadır. Üstelik sadece sosyo – kültürel hayatıyla değil dini inanışlarıyla birlikte. Namık Kemal şöyle yazar: “Reşid Paşa Avrupalılara Memalik –iOsmaniyye de ticareti dahiliyye ruhsatını Avrupa’nın buralara menafinini bir kat daha rabt etmek için vermiş idi (…) nihayet esnafımız, tüccarımız uşaklığa, kolculuğa dökülmekten başka geçinmeye bir çare bulmaktan aciz kaldılar. Milyonlarca liraya bir kaç torba bakır beşlikle nasıl rekabet olunabilsin? Maarif – i Ceridenin tatbikatınca zübdesi denilmeye şayan olan fabrikalara kırık çürük bir kaç edevatla nasıl mukavemet kabil olsun” (KAYNAR, TTK, 1985: 128; Namık Kemal, İbret Gazetesi sayı: 57, “Sanat ve Ticaretimiz” başlıklı yazıdan).

Reşit Paşa’ya övgülerin de yöneltildiğini eklemek gerekiyor. Auguste Comte 1858 tarihinde yazdığı bir mektupla Reşit Paşa’yı tebrik edip “Doğu’da metafizik tartışmasının yokluğunun “İslamiyetten pozitivizme” geçiş için elverişli bir ortam hazırladığını söyler. İmparatorlukta yaşayan gayrımüslimlere yeni hukuki haklar tanıyan ve bu “İslamiyetten pozitivizme” geçişe uygun olarak boş bir siyasal birlikten vazgeçmeye sürüklenen Osmanlı yöneticilerinin mili devletlerin kurulmasını sosyolojik yasanın normal bir uygulaması olarak görmeleri gerektiğini ifade eder (GÖLE, 1998: 67).

Anadolu’daki geri kalmışlık aydın algısında “doğru bir fotoğraf” olarak görülse de, kaynağı Anadolu’nun kendisinde olan bir hastalık değildi. Asıl onu o şekilde görmek isteyen ve Anadolu halkını ekonomik ihtiyaçlarını karşılayamaz noktaya getiren “aydın – bürokrat” zihin hastalıklıydı. Aydınlar önce  “çöküntü fotoğrafı” gösterip akabinde çökmüş olduğu “kanıtlanan” kurumların yerine yeni müesseseler aktarmıştır.

Anlaşılan o ki Türkiye’de modernleşme, Comte’un pozitivizminden önce gündeme gelmişti. Buna göre İslamiyetten sekülerleşmeye giden süreç, toplumun üretmediği mamülleri tüketen yığınların ortaya çıkışı ile vuku buldu. İkinci aşama ahalinin ürettiği mala alıcı bulamamasıyla geldi. Osmanlı’da kapitalizmi pozitivizm değil lüks tüketim (modernleşme) inşa etti.

 

 

  • GÖÇEK Fatma Müge, Burjuvazinin Yükselişi ve Çöküşü, Ayraç Yayınları, 1999
  • KARAGÖZ Mehmet, Osmanlı Devletinde Islahat Hareketleri ve Batı Medeniyetine Giriş Gayretleri 1700- 1839, OTAM (A. Ü. Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi), 1995: 173- 195
  • KAYNAR Reşat, Mustafa Reşit Paşa’ nın Islahat Teşebbüsleri,TTK Yayınları, 1985
  • TOPRAK Zafer, Milli İktisat- Milli Burjuvazi, Tarih Vakfı Yurt, 1995 

Önceki ve Sonraki Yazılar