PKK'NIN GÖRÜNMEYEN SAHTE YÜZÜ!

İnsanoğlunun hayatında öyle dönemler ve anlar vardır ki; hatırlamak dahi istemezsiniz. Veya tersi de olabilir; yaşanmış güzel bir gün, bir arkadaşlık, yoldaşlık veya bir aşk...
Bunlar insanın hafızasına adeta kazınır. Hatırlanması acı, ızdırap, pişmanlık ve kahır verenler veya insanı sevince boğan, hayatı ve tüm güzellikleri sevdiren şeyler.
 

Sizlere ikinci kategoride yer alanları anlatmak isterdim. Hele de; Türkiye’nin içerisinden geçtiği şu sancılı dönemde, iç ihanetin 'bin bir surat'' misali her gün karanlık yeni bir senaryoyu sahnelediği şu zaman diliminde; umudu, güzellikleri, sevinçleri paylaşmaya ihtiyacımız varken...
Fakat ne yazık ki; cenneti de anlatsan bazı kesimler cehennemi yeğliyorlar. Bu yüzden, Onlara kendi cehennemlerinde nelerin yaşanmış olduğunu gözler önüne sermeye karar verdim. Onlara''yeryüzünde cennet bir ülke, özgürlük ve bağımsızlık''vaat edenlerin gerçekte ne tür birer cehennem zebanisi olduklarını, yalancı ve diktatör olduklarını, tanık olduğum olaylarla anlatacağım.
 
 
Lolan`da( Hakurkê) Türkiye'ye giriş için bekleyen savaşçıların yanısıra, birkaç tane de tutuklumuz vardı. Bunlar; partinin önder kadrolarından veya savaşçılardandı. Merkezi düzeydeki tutuklularımız; Mehmet Resul Altınok (Davut) ve Baki Karer (Süleyman) idiler. Her birisini ayrı ayrı kamplardaki hücrelerde tutuyorlardı. Davut`sorgulama esnasında, istenilen itirafı yaptırmak için; Kara Ömer, Halit hoca, Cemil Bayık ve Ali Haydar Kaytan tarafından çok hakaret ve işkence yapıldı. Bu arkadaşımız Lolan`a getirilir getirilmez, saçları sıfıra vurularak Abbas ve Cemil Bayık tarafından tecrit hücresine alındı, hakarete maruz bırakıldı. Günlerce, aylarca süren tutukluluğu esnasında,"itiraf"a zorlanmasına rağmen taviz vermedi ve PKK`da demokratik işleyişin bulunmadığını, lider diktatoryasının hüküm sürdüğünü beyan etmekten geri durmadı. Defalarca geceleri, buz gibi akan dere suyuna batırılıp çıkarıldı. Ayaklarından baş aşağıya, çırılçıplak olarak kampın tavan direklerine asıldı, hayâlarına ve vücuduna yaş ağaç çubuklarıyla vuruldu. Buna karşı; Davut "yapmayın, bu yaptığınız şey, devrimciliğe ve insanlığa sığmaz!" diye işkencecilerine haykırıyordu.
 

Bir gün; Davut`u hücreden çıkarıp, önceden kazılmış bir çukurun kenarına oturttular. Kara Ömer kafasına tabancayı dayayıp;"hain ve ajan olduğunu kabul et, etmezsen son sözünü söyle seni geberteceğim" diye tehdit etti. Buna rağmen Davut;"ben ne hainim ne de ajan, Yaşasın demokratik PKK!,yaşasın Kürdistan!" diye slogan attı. Kara Ömer, Cemil Bayık ve Halit hoca bu tavır karşısında sinirlenip Davut`a tekme tokat giriştiler ve tekrar hücreye attılar. Bunun üzerine Davut günlerce ekmek ve su almadı. Lolan`a ilk gelişinde iriyarı cüsseli olan bu arkadaşımız bir deri bir iskelet kalmıştı.
 

Abbas(Duran Kalkan) ve yardımcıları; Cemil Bayık, Ali Haydar Kaytan ve Kara Ömer istedikleri itirafı Davut`un ağzından alamayınca O`nu,1985 yılında öldürerek hücresinin yan tarafındaki tuvalet çukuruna gömdüler. Öldürüldüğünü gözümüzle görememiştik fakat her şey buna tanıklık ediyordu.
Davut (MçResul Altınok)`un tutuklu bulunduğu hücrenin yan tarafındaki, küçük odada ise Mardinli Ayten tutukluydu. Yüzü ve fiziği güzel olan genç bir bayandı.O nu da Suriye`den Lolan vadisine getirmişlerdi."Güzelliğini kullanarak partideki erkek savaşçıları baştan çıkarmak veya evlenmek istiyor" suçlamasıyla tutuklamışlardı.
 

Sorgucu ve işkenceci başı olan, Kara Ömer bu kıza da: "itiraf" ettirmek istiyordu."Suçunu itiraf et seni ailene gönderelim" diyordu. Ayten ise;" işlemediğim bir suçu nasıl kabulleneyim heval?, evet ben savaşçı yoldaşlarımdan kendime uygun birisini bulsaydım evlenmeye niyetim vardı. Fakat bunu partinin onayına sunacaktım, ben ajan değilim, hain değilim. nolursunuz beni aileme gönderin partiye hiçbir zarar vermeyeceğime yemin ederim!" diyerek yalvarıyordu. Fakat yalvarmalar boşunaydı.
 

Bazen Davut ve Ayten`in tutuklu kaldıkları kampta gardiyan olarak nöbet tutuyordum. Bu insanlara içten içe acıma hissi besliyordum.
 

Bir defasında; Kara Ömer, Davut`u dışarı çıkarmış ve saçlarını tıraş makinesiyle yine sıfıra vurmuştu.Tıraş bitince onu hücreye koyarken üstüne tükürdüler. Bana ;"Abuzer sen de tükürsene" diye seslendiler, fakat ben tükürmedim. Bu yüzden de Kara Ömer tarafından kınandım.
Lolan merkez kampının batısındaki bir kampın hücresinde de Baki Karer(Süleyman) tutukluydu. Arasıra orada da gardiyan, yani nöbetçi olarak dururdum.
 

Mehmet Resul Altınok`a yapılanlar Baki`ye yapılmıyordu. Fakat; yine de Kara Ömer(Haydar Altun)`un hakaret dolu laflarından nasibini alıyordu. Günde sadece bir dilim bayat ekmek ve bir tas su veriliyordu. Haftada bir Baki`yi dışarı çıkarıp havalandırıyorlardı.
 

Merkez kampta, Viranşehirli İbrahim Halil adında bir savaşçı vardı. Bu şahıs gece körlüğü hastalığına yakalanmıştı. İ.Halil'in bir huyu daha vardı; kamptaki herkesle fazla ilgilenip samimi oluyordu. Aşırı saftı. Onun bu huyu yüzünden bir süre sonra, kamptakiler arasında bu arkadaşın "homoseksüel eğilimli birisi olduğu" dedikodusu yayılmaya başladı.
 

Bir de Mardinli bir Abdülkadir (Cemil Efetürk)) vardı. bu arkadaşımız evli olup dört çocuk babasıydı. Abdülkadir her şeyden soğumuş gibi bir ruh haline bürünmüştü. Sorumlu arkadaşlar bize; bu şahsın aktif mücadeleden korktuğunu, ailesini Kuzey Irak'a getirtmek istediğini söylüyorlardı. Bir gün bizzat kendisine sordum.O da bana;" heval ben,mücadeleden korkmuyorum fakat şu an kendimi pratik için hazır görmüyorum.Parti bana yardımcı olursa,ailemi bu alana getireceğim ve bir ev yapıp arkadaşlar için bostan ekip, evcil hayvan besleyeceğim." diye içini döktü.
Bir şey diyemedim. Herkes aynı yoldan hizmet edecek diye bir kural yoktu. Herkes gücü ve imkânları ölçüsünde inandığı davaya hizmet edebilirdi. Herkesin silah kuşanıp, düşmanla çatışmaya girmesi imkânsızdı. Fakat o zamanlar benim irade ve düşüncem Partinin irade ve çizgisine tabii idi. Parti liderliği ne derse, o olurdu.
 

15 Ağustos 1984 tarihinde, Eruh ve Şemdinli ilçelerinde yapılan baskın sırasında, akşam üstü Abdülkadir ve İ.Halil, yanımızdan alınarak, Cemil Bayık ve Ömer amca`nın refakatinde Baki`nin tutuklu kaldığı kampa götürüldüler. Ertesi sabah biz kahvaltıda iken BBC Radyo kanalından haberleri dinlerken Cemil Bayık tek başına yanımıza geldi. Üstü başı toprak içinde ve kendisinin uykusuzluğu halinden belli oluyordu. O gece sorgulama yaptığı ve toprakta çukur kazdığı anlaşılıyordu. O günden sonra biz götürülen o iki arkadaşımızı görememiş ve akıbetlerini öğrenememiştik.
 

Silvanlı Ramazan adında ayağından aksak bir arkadaşımız vardı. Merkez kampın Şekiv dağı tarafındaki yamaca kurulu, "Yaşar Organ" kampında, Mehmet Sevgat (Bedran)`ın grubunda eğitim görüyordu.Bir ayağı aksak olduğu için eğitimdeki diğer arkadaşlar kadar koşup zıplayamıyordu. Bu yüzden eğitim sorumlusu olan Bedran´dan çok defalar ,hakaret ve azar işitiyordu.
 

1985 ilkbaharında Lolan'dan Haftanin'e getirdiğim grupta Ramazan da vardı. Yolculuğumuz iki gün sürdü. Birinci günün akşamında, yol güzergâhımızda bulunan Dostki aşiretinin bir köyünde konakladık. Beraberimizde; iki bayan arkadaşımız da vardı. Doktor Cihan(Lamia Baksi) ve Tuncelili Rezan. Grubun klavuzu olduğum ve o bölgeyi iyi bildiğim için bayan arkadaşlarımızın benimle birlikte, köy muhtarının-aynı zamanda KDP`nin köy sorumlusu-evinde kalmaları gerekiyordu.

Erkek arkadaşlarımız da köydeki Cami(mizgeft) de kaldılar. Kuzey Irak'lı halk beraberimizde bayan savaşçı gezdirdiğimiz için bu durumu hoş karşılamıyorlardı. Bu yüzden biz de bir kılıf bulmak zorundaydık. Gece yataklarımız serilmeden önce ev sahipleri bize;" bu kızlar sizin neyiniz oluyor ?" diye sorunca; birisinin bacım olduğunu, diğer bayanın da hem amcam kızı hem de nişanlım olduğunu, beni ziyarete geldiklerini söyledim. Bunun üzerine yataklarımızı yan yana serdiler. Ben duvar tarafında, sırtım bayan arkadaşlara dönük olarak yattım. Ayrıca benimle Lamia`nın arasına silahımı koydum. Sabah erkenden kaldığımız evin kapısı hızlı hızlı vurlunca uyanıp kapıya gittim. Yılmaz arkadaş ve Zihni arkadaşlar kapıya gelmişlerdi. İkisi de heyecanlı ve soluk soluğaydı.

 

Niçin geldiklerini sorunca; Sağır Cuma( Metin Gurgöze)`nin gece firar ettiğini söylediler.
İki arkadaşı köyün aşağı, Türkiye yönündeki çıkışına, gönderdim. Kendim de silah kuşanıp köyün üst taraflarına çıktım. Bir silah sesi duyunca tekrar köye döndüm. Yılmaz ve Zihni de geri geldiler fakat yine çok heyecanlı olduklarını görmüştüm. Asağı tarafta Sağır Cuma`yı uzaktan gördüklerini, kendisine doğru bir el ateş edip durdurup yakalamak istediklerini anlattılar. Fakat Sağır Cuma durmayıp yakındaki Irak komünist Partisi kampına sığınmıştı. Zaten IKP ile kanlı düşman olmuştuk. Gidip onlardan, kaçak kişiyi bize vermelerini isteyemezdik.
 

Tekrar bir araya gelip Haftanine doğru yola düştük.Yolculuk esnasında, Metin Gürgöze'nin nasıl kaçtığını, kimin ona nöbeti devrettiğini detaylı olarak konuştuk.Sabaha karşı, Metin ,Camide uyuyan arkadaşların nöbetini Silvanlı Ramazan`dan devralmıştı.Sağır Cuma`nin kaçış planından Ramazanın haberi yoktu. Haftanin kampına gider gitmez durumu Abbas`a rapor ettik. Abbas sırıtarak, " hepinizden bu konuyla ilgili yazılı rapor yazmanızı istiyorum" deyince, kişisel raporlarımızı yazıp kendisine sunduk.
 

Ertesi gün Abbas kampta bulunan tüm savaşçı kadroları peşine takip, kampın üst tarafındaki küçük dereye götürdü. derede hepimiz sıralar halinde yere oturtulduk. Abbas ayakta, uzayan sakalı ve elindeki bastonuyla önümüzde sinirli sinirli volta atarken, aynı zamanda; düşmanın içimize nasıl ajan soktuğunu vs. anlatıyordu. Sözünü Ramazan adlı arkadaşımızın da bir ajan olduğuna getirip, bu konudaki fikrimizi sordu. tabii ki hepimiz" ajanların cezalandırılması gerektiğini" söyledik. Abbas`ın konuşmalarına karşı hiç kimse, Ramazan`ın ajan olmadığını savunamazdı. Abbas, aramızdan kimin infazı gerçekleştirmek istediğini sorunca hepimiz ayağa kalkıp "ben" diye cevap verdik. Içimizden, Urfalı Yılmaz ve Zihni, gidip Abbas`ın karşısında esas duruşta beklediler.

Ramazan zaten elleri arkadan zincirlenmiş halde ayakta, karşımızda bekletiliyordu. İnfaz edileceğini anlayan Ramazan, ağlamaklı ve yalvarmayla karışık bir ses tonuyla;"Arkadaşlar, vallahi, billahi ben ajan değilim, Sağır Cuma`nın kaçacağından haberim yoktu. Ayağımın aksak oluşundan dolayı eğitim esnasında size ayak uyduramadım. Ben ülkemin kurtuluşu için dört çocuğumu ve ailemi bırakıp buralara geldim. Beni öldürmeyin. suçsuzum”diyerek, son sözlerini söylemiş oldu. Karar verilmişti. Ramazan o anda infaz edilecekti. Son konuşması, Abbas`ın kararını değiştirmedi. Ve İnfazcılar Ramazanı kollarından tutup biraz ötedeki dereye sürüklediler.

Bir-iki dakika sonra vadide yankılanan kaleşnikof sesleri... Bir süre sonra infazı gerçekleştiren, Zihni ve Yılmaz bizim yanımıza, kampa döndüler. Ne olduğunu sorduğumuzda; Ramazanı öldürüp taşların altına sakladıklarını söylediler. İkisi de sanki çok iyi bir iş başarmışlar gibi, gururluydular.
Ben,1983 yılının Mayıs-Haziran ayında geldiğim bu alandan,1985 yılının Mayıs ayında ayrılarak, Siirt Şirvan`a Silahlı Propaganda faaliyetinde bulunmak üzere ayrıldım.Daha sonra bu bölgede Abbas ve yardımcılarının birçok iç infazı gerçekleştirdiklerini öğrendim.Örgütten ayrılıp teslim olanlar veya yakalananlar bu konuda birçok bilgi veriyorlardı. fakat aradan uzun yıllar geçtiğinden, duyduklarımın hepsini aklımda tutmam imkansızdı.
 

Ben Örgütten ayrıldıktan sonra işkence ile öldürülen eski arkadaşlarımdan birkaçının adı hatırımdadır. Delil kod-Doğan Süzer ve Komando Ayşe, aralarında örgütün iradesi dışında evlilik yaptıkları için örgüt tarafından ağır işkence ile öldürülmüşlerdi. Kenan kod- Ahmet Arı; yine ağır hakaret ve işkence sonucu, süngülenerek öldürülüp kendisine kazdırılan bir çukura gömülmüştü.Delal kod-Saime Aşkın, Ayten Yıldırım, Tuncelili Rezan, Doktor Cihan kod-Lamia Baksi ,Kemal kod-Veysi Güzel, Cafer kod-Hüseyin Engizek, Malatya İnönü Universitesinden,Cizre bölgesine getirilip örgüte katılan sekiz öğrenci(Hayati Kaytan'ın sevgilisi Asiye Deniz,.ve diğerleri) ve daha benim tanımadığım ve ismini bilmediğim birçok savaşçı ve kadro arkadaşımız, Abbas (Duran Kalkan) ve yardımcıları tarafından öldürülüp meçhul yerlerde taş yığınlarının veya toprak çukurların içine gömülmüşlerdi.
 

Not: yazıda adı geçenlerden;Kara Ömer(Haydar Altun),1990 -1991 Kuzey Irak'ta öldü.Abbas(Duran Kalkan),Cuma (Cemil Bayık), Fuat hoca(Ali Haydar Kalkan) halen Kandil'dedirler.Ebubekir(Halil Ataç) örgütten ayrıldı.

  

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.