ŞAM SEYAHATİ “Şam- Şerif ve İlk Osmanlılar -1"

(Bu yazı, Suriye'de başlayan gerginlik öncesi kaleme alınmıştır. Sadece 'kültür tarihi' içerikli bir yazıdır. Bu günlerde siyasi değişimler yaşayan ülkenin tarihi ve kültürel değerlerini tanıma noktasında önemli bilgiler verecektir...)

Hemen yanı başımızda el değmemiş tabi güzellikleriyle Suriye, geçmişini tüm yönleriyle gözlerimizin önüne seren, günümüzde hala yerli yerinde duran tarihi eserleri, otantik çarşıları ile seyahat meraklılarını cezbeden bir ülke. Bir kaç güne sığdırılan hafta sonu gezilerinin de yeni adresi.

Anadolu’ya bir kuş uçumu kadar yakın olan bu ülkeye gitmek, tarihi öykülerini yerinde dinlemek hiç de zor değil artık.

Bir asra yakın bir uzaklık veya ayrılık olmuştu aramızda, ‘gözden ırak olan, gönülden de ırak olur’ misali…

Geçmişi insanlık tarihine eş, günümüze kadar bir çok medeniyetlere beşiklik yapmış bu dost ülkenin başkenti Şam ise, bu zaman tünelinde insanlık tarihine mal olmuş, unutulmayan olayların ve şahsiyetlerin buluştuğu yeryüzünün en eski kenti.

Bizanslı idarecilerin yaşadığı meşhur ve gelişmiş bir kale şehri.

İslam devleti Emevilerin  ilk başkenti.

Şam, her şeyden önce bir den çok peygamberin, on binlerce sahabi efendilerimizin, alimlerin uğrak yeri ve sığınağı olmuş, bu yönüyle de haklı olarak “Şam-ı Şerif” ismiyle anılarak, İslam’ın en kutsal, en şerefli şehirlerinden biri ünvânını almıştır.

Şam’ın asıl adı ‘Dımask’ yani bir ipek böceği cinsi. Arapça ‘Dimeşk’ olarak telaffuz ediliyor.

Şam, Hz.Adem babamız  ve Hz. Havva annemizin hayatlarının bir bölümünü yaşadığı topraklardır. Oğulları Habil ile Kabil’in arasındaki hadise burada olmuştur. Kabil Habil’i Kasiyun Dağı’nda şehit etmiştir. Mezarı aynı mevkide ve bellidir. Ziyaretçilere açık.

Şam yine Hz.İsa efendimizin nezihe annesi Hz.Meryem ile Mısır’dan hicret ettiği, on yıl gibi uzun bir süre kaldığı ve peygamberlik gibi ulvi ve ağır bir vazifeyi omuzlarına alıp tekrar Kudüs’e hicret ettiği mekan.

Şam, biz mü’minler için asıl anlamını insanlığın iftihar tablosu Hz. Muhammed Mustafa (a.s)’ın hayatlarında iki defa bu beldeyi şereflendirmesiyle kazanır. İlk seyehatleri on iki yaşında, ikincisi ise yirmi beş yaşında BUSRA’ya olmuştur.

İstanbul’un hasretliği de diyebileceğimiz bu şehirdeki ‘İlk Osmanlılar’ yani ecdadımızın inşa edip yaşattığı mekanlar da oldukça fazla. Süleymaniye Camii ve Külliyesi, Muhittin Arabi Camii ve Külliyesi, Şam Mevlevihanesi, Hicaz Demiryolu Şam İstasyonu, II.Abdülhamit Han tarafından son şekliyle inşa edilen Hamidiye Çarşısı, Selahaddin Eyyübi türbesinin hemen yakınında bulunan Türk Şehitliği, Dervişiye Camii ve bu alanda zamanla kurulan Türk mahalleleri bunun örnekleridir.

Şam’a yapılan seyahatlerde  insanı etkileyenler, kitaplarda sıkca vurgulanan bu şehrin renkli, baharat kokulu cadde ve sokakları, akşam olduğunda yeşile bürünen çehresinden ziyade, geçmişin derinliklerine götüren anlatımlar olmaktadır.

Bu şerefli topraklara sığınıp hayatını devam ettiren peygamber efendilerimiz, saadet asrının kurucuları sahabi efendilerimiz, insanlığın vicdanın aydınlığından kopup etrafa kin, nefret ve düşmanlık yayan karanlık ruhlara mahkum bırakıldığı dönemlerde, hakikat yolunun rehberliğini üstlenen alim ve mürşidler, yendikleri orduların değerlerine saygı gösteren bir haysiyeti belgeleyen abide komutanlar ve onların çile dolu hayat hayat hikayeleri gibi…

ŞAM-I ŞERİF’İN İLK OSMANLILARI

Türkiye’den gelen ziyaretçilerin ilk uğrak yeri veya gezi programının ilk durağı Şam’daki Süleymaniye Camii ve Külliyesi’dir. İstanbul’u hatırlatan bu eser, İstanbul’daki Süleymaniye Camii  kadar olmasa da adeta onun bir maketi gibi.

Mimar Koca Sinan’ın ‘Kalfalık Dönemi’ eseri olan camii ve külliye,  anlık da olsa ziyaretcileri İstanbul’a alıp götürüyor. 1550 yılında Kanuni Sultan Süleyman Han’ın isteği üzerine inşasına İstanbul’dakiyle eş zamanlı başlamış olup, Mimar Sinan gönderdiği yardımcılarından Muslihiddin Halife’nin nezaretinde inşa edilmiştir. Koca usta inşasında bulunmamıştır.Kullanılan malzeme Şam’da tedarik edilmiş.

Osmanlı klasik mimarisini en güzel şekliyle ortaya koyan eser, Sultan Süleyman Han’ın adını taşıyan ve Arap coğrafyasında ilk inşa edilen, kurşun kaplamalı kubbesi ve sivri konili minaresiyle halk üzerinde ilk dönemler büyük tesir bırakmış.

Külliye ise, hac kafilelerine hizmet edecek bir ‘menzil külliyesi’ olarak tasarlanmış. Camii ve aşhane, aşhanenin iki yanında birer kervansaray, camii ve aşhane arasında akalan avlunun sağında ve solunda birer sıra tabhane* odalarından oluşmakta.

Camii avlusunda bulunan büyük havuz ise hacı adayı kafilelerinin abdest almaları maksadı ile yapılmış. Külliyenin diğer bir parçası olan medrese, ilerleyen yıllarda İstanbul’dan gönderilen ilahiyat profesörleri tarafından yüzlerce yıl ‘Hanefi Öğretisi’ nin verildiği önemli bir eğitim merkezi halini almış.

Bu gün turistik eşyaların satıldığı bir çarşı olan bu alana geçmişte de dükkanlar yapılmış,burada eğitim alan öğrencilerin burs ve iaşesi bu dükkanların kirası, esnafların himmet ve yardımlarıyla karşılanmış.

Son Osmanlı padişahı Mehmet Vahdettin Han ve son dönem diğer Osmanlı padişahlarının -Sultan Abdülaziz,  II.Abdülhamit ve 5.Murat- torun ve oğullarının mezarları camiinin hemen sağ tarafında bahçelik bir alanda bulunuyor.

 

 *Tabhane: Dini ilimlerin öğretildiği,fakir,yoldan gelen misafirlerin ihtiyaçlarının karşılandığı yer.

           Devam edecek...

Ulvi_sevecen@hotmail.com

 

 

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum