Sevdanın Yalnızlık Gülüne

Bir sevdanın gülünü sisli ufukların yağmurların da bırakarak; gözlerden uzak, gönülden ırak kalmıştım. Kalıp'ta donan ruhum erimiş, satırlar da duran hasret kalbime inmişti. Günümüzün tozlu kirpiklerinde anılar canlanmış, ruhumdaki yarada kanamaya başlamıştı. 
Kalbimin baskısının ve ruhumun sancısının okları muhakememi açmış, izan muhasebesiyle aşmıştı. Benliğimin solduğu, irademin dolduğu ve yüreğimin hicranla yoğrulduğu taşkınlıklar da boğuluyordum. 
Kah... tabiatın yeşil boyasında bedenimi kapatarak, 
Kah... sahiller boyu ufukların çizgisine doğru ayaklarımı sürükleyerek, 
Kah... İstanbul'un geniş ensesinde kaldırımları çiğneyerek: 
vakitlerimin damlasında akan sen, hayallerimin aynasında sen, gözlerimin boğuntusun da sen... 
Düşüncelerime yığılan, duygularıma çarpan kelimelerin önüne geçemiyerek sellerin taşkınlığında sürüklenerek 
haykırıyorum. 
Selamlar sana: kelamlar seninle buluşsun. Canım Ay. K... 
Buhranla tütsülenen duygu atmosferinin çilesi ile: yosun tutmuş zamanın koyu boşluğuna; zihnimi yapıştırarak, 
fikrimi yaslayarak süzülüyorum. Anlık kuyulara akan hatıraların perdesini aralıyorum. İzanım durmuş ve ruhum dalmış olarak film şeritleri beyaz sayfalara yayılıyor. 
Çocukluğumun basamaklarında; gül kokulu, şen dokulu sevdanın izlerini takip ediyorum... islerini anlık kuyuların kovalarına batırıyorum... 
Sevginin yakınlığından uzaklaşarak, sessizliğe kapanan. Gölgenin ve bulanık çehrenin peşinde olan ben..! 
Hani... gözlerin gözlerimde eriyordu. 
Hani... sesin sesimi arıyordu. 
Hani... nefesin nefesimi soruyordu. 
Zihnimin odasını altüst eden, fikrimin adasını işgal eden, vicdanımın yarasını işret eden: bir zamanların yalnızlık 
gülünün samimi ve içten sevdası. 
Sen izanımın bünyesinde, hali yemin bütünlüğünde gölgeli varlıksın. Sürekli zihnimi, fikrimi kemirip duran varlık. 
Zamanların çarkında: gölgenin kelepçesinde peşinden sürükleyen darlık. 
Sevdanın yalnızlık gülü olan: Ay. K... 
Karanlığın aynasından sıyrılarak; ruh güzelliğinle, gönül zenginliğinle, duygu enginliğinle... gözyaşı ve gönül yası ile birikmiş kuyumdan su alırmıydın. 
Hatırlarsın; ilkokulun ilk sınıfında senin bana yaptığın ilanı aşkın mührünü. İlan sözle değildi. Ne olur gözlerin küçülmesin, gönlün ezilmesin: anlatıyorum... Sıra arkadaşlarımla oturup konuşurken, sen aniden iki kolunu; incecik boynuma dolayarak sağ yanağımdan öpmüştün. Geriye dönüp baktığımda senin zafer kazanmış edalarla tatlı gülümsemenle karşılaştım. 
Eminim ki; şimdiler de bu yaptığın hareketi hatırına geldikçe kendinden utanıyorsundur. Çocukluğun gamsız ve 
idraksiz silsilesinin içinden geldiği gibi davranışlar özgürlüğü bunlar. 
Hatırlarsın, bazen okul çıkışlarında beni beklerdin. Omuzun kollarıma yaslanarak evlerimize dönerdik. Ben bir üstte, 
sende bir alttaki sokakta bulunurdun. 
Hani... okulumuzun olmadığı günler de Sokağında karşılaşırdık ta nasılda gülümserdin. Sanki seni görmeye gelmişim gibi. O anda dünyalar senin olur: için içine sığamaz alaka gösterirdin. 

Hani okulun en uzun boylusu olduğum için ' sırık' derdin. Bunu söylerken tatlı tatlı kırıtırdın. Ben de; yüzümü buruşturarak, başımı eğerek alınmış rollerine bürünürdüm. Sen ise hemen pişmanlık duyar ve kalın sesle ' Özkaaan'' diyerek sarsardın. Geride bıraktığın o çocuk şimdide boyu uzun. Beni görsen: şakaklarıma hafif kar düştü, yüzüm ince kırıştı, alnım ve ellerim nasır bağladı. Kıskanırdın, kem gözlerinden sakındırırdın. Kız arkadaşların benimle konuşmak istese onları iter, birileri baksa 
önünü keserdin. Okulun bahçesinde oyunlar oynardık; mendil kapmaca, çember olup dönme ve daha farklı oyunlar. 
Mendili daha çok benim arkama bırakır: fark edince de peşinden koşardım. El ele tutuşarak şarkılar söyleyecek olsak yabancı elleri kırar ve ellerime yapışırdın. Nasılda mutlu olurdun: benim gözümde eriyecek, ellerim elini tutacak ve sadece benimle konuşacak: sahiplenme isteğin. 
Hatırlarsın... İlkokulun dördüncü sınıfına gelmiştik. Beni senden kopartan kiralık evimizden, bir kaç kilometrelik 
uzaklıkta ki satın aldığımız eve taşınma olmuştu. 
Bir ılık sonbaharın günlerinde, semayı karabulutların ördüğü saatlerin akşamında: okulun koridorlarında yalnız sen ve ben vardık. Nasılda bedenin sarsılarak: gönlünün içi yanıyordu. Kaybetme korkusundan göz bebeklerimin içine işleyerek oyuyordun. Dışarının fırtınalı esintisiyle beraber hafif yağmur yağmaya başlamıştı. Senin acı dişli bakışlarından koparak: pencereleri tokatlayan yağmurları izlemeye başlamıştım. Pencerede yansıyan başımda ki yağmurla bir süre öylece kalmıştım. Sonra senin ıslak yüzün penceredeki yüzüme değmiş ve şunları söylemiştin. 
' Özkan ne olur gelicen değil mi. Bekletme beni, ne olur gelirsin değil mi. ' 
Islanan yanakların, islenen küçücük yüreğinin korlarını üflemeye gayret ederek senden kopmuştum. Acımasızca döven yağmura bedenimi bırakarak karanlık sokaklarla dertleşerek yürümüştüm. Ertesi günde yeni okuluma merhaba diyecektim. 
' Özkan ne olur gelicen değil mi. Bekletme beni, ne olur gelirsin değil mi. ' 
Ve... bu bizim son görüşmemiz olacaktı. 
Ah... başımı taşlarla vursaydım. 
Ah... kaşımı iğnelerle batırsaydım. 
Ah... yaşımı balyozlara vurarak, çocukluğumda bıraktığım gülüme dönseydim. 
Gitmedim. Hiç gitmedim: çünkü unutmak, maziden silmek, sevdadan koparmak istiyordum. Ama geçen bunca yıldan sonra da unutamadım seni. 
Beni beklemiştin, yolumu gözlemiştin. Ders sırasın da kapı açılacak; sırığım ve yakışıklım ' Özkan ' görünerek hasreti 
donduracak diye. Kapılar açılmadı, sokaklar aralanmadı. Böylece dudaklarını ısırarak, dişlerini sıkarak boynunu kırdın 
ve mahzunluğun girdabına kapılarak ağlamış, ağlamıştın... 
Bunları biliyorum çünkü: aynı sınıfımız da okuyan akrabam ' Murat ' söylemişti. ALLAH şahidimdir ki bu olanları bana 
okuldan mezun olduktan sonra anlattı da: bir kaç yıl kendisine kırgın ve kırgın kaldım. Niye bana bunları zamanın da 
söylemedin diye. 
İnan. Daha sonraları seni aradım. Sana kavuşma özlemleri ile yanıp tutuşmuştum... 
Sevdanın yalnızlık gülü. Canım Ay. K... 
Okuduğun '... Anadolu İmam Hatip Lisesinin ' nizamiyesi önünde bazı zamanlar seni beklemiştim. En sonunda bekçi ve hocaların sövüp, itmesi sonucu uzaklaştırıldım. Hatta bir kaç kere de üç katlı apartmanın en üst katında ki evinizin önüne gelmiştim: kapınızı çalmaya cesaret edemedim. Kavuşamadık, buluşamadık seninle. 
Şimdi ise sana; 
Ses olsam... sesim kalın duvarlara çarpıyor ve içimde feryat olarak yankılanıyor, 
Nefes olsam... nefesim donuyor ve ruhum boğuluyor, 
Ellerimi uzatsam... ellerim boşlukta saplanıyor ve idrakim duruyor. 
Sevdanın yalnızlık gülü. Canım Ay. K... 
Rabbim bilir. Şimdiler de nereler de ve ne yapıyorsundur. 
Belki mutlu bir evlilik ocağında sana bağlı eşin ve şefkatle üzerlerine titrediğin evlatların vardır. ALLAH her daim bahtiyar kılsın: İnşallah. 
Ya da... Evet hepimizin dünyada ki imtihandan sonra hesapların düşüleceği; ahrete menzil olan kabirdesindir. 
Bedenini toprağın sıkarak sakladığı, gelinlik gibi kefenin içinde ki kabir misafiri. 
Belki de bunlar olmamıştır: hayallerin mahsulü olsa da. Evlenmemişsin, henüz beğenebileceğin kısmetin çıkmamıştır. Karşına çıkarak, ailenin de rızasını alarak: ' Beni eşin olarak, kabul ettin mi ' derdim. 
Evet bu teselli mahsullerin hayalleri. Belki de bana olan derin kırgınlığınla; maziye sünger çekerek, defteri kapatmışsındır. 
Ama; ben ise seni hiç unutamadım. Canım gülüm Ay. K... 
Sevdanın yalnızlık gülü: Ay K... 
Genişleyen vicdanımın ağır tokmakla vurulan feryadı, yaralanan gönlüme akan yaygın kanlardan: bu satırların gölgesi gölgeni bulsun. 
Selamlar seninle buluşsun. Satırlar senin gözünü öpsün. Kelamlarım kırgınlığını dindirerek tutsun. Canım: Ay. K... 
Ne olur bir ses ver: Kalbim ferahlansın. 
Ne olur bir nefes ver: Duygularım sefahatlansın
 
Özkan Karaca
ozkankaraca@atlantikmedya.com
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.