Siyaset ile hukukun alanlarını kara kalemle ayırmak

Adı üstünde o da bir 'mahkeme', herhalde Anayasa Mahkemesi de önündeki davaya bütün diğer mahkemeler gibi elindeki kanıtlar açısından yaklaşacaktır. Diğer mahkemelerde yargıçlar karşısına gelen davaya nasıl davalıların siyasi eğilimlerini göz ardı ederek bakıyorsa, Anayasa Mahkemesi üyeleri de benzer bir tavır belirleyeceklerdir hiç kuşkusuz. Bu bakımdan, konuya 'siyasî' yaklaşıp davaya 'siyasî' sonuç biçenler büyük ihtimalle yanılıyorlar.

Ancak mahkeme açısından dava siyasetten uzak bir anlayışla ele alınacak olsa bile, konuya muhtemel siyasî sonuçlarını hesap ederek yaklaşmamızda hiçbir mahzur yok.

Pek çoğumuz Ak Parti'nin kapatma davasının hukukîden çok siyasî olduğuna inanıyoruz. Yüzde 47 oy almış bir parti uslu davranmak zorundaymış; o ise ilk beş yılda sürekli ertelediği 'başörtü yasağını kaldırma' girişimini başlatmış. Denilen, Ak Parti'nin kendisine ayrılan manevra alanını taştığı, izinsiz bir alana destursuz girdiği... Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın 'lâiklik karşıtı odak olma' iddiasını ispat için iddianamesine kanıt olarak aldığı beyan ve eylemlerin büyük bir bölümü bu konuya ait.

Aslına bakarsanız, demokrasilerde 'izinsiz alan' diye bir kavram söz konusu olamaz. İngiliz Parlamentosu için tekrarlanan "Kadını erkek, erkeği kadın yapamaz, bunu dışındaki her konu görev alanı içindedir" yakıştırması her parlamento için geçerlidir. Bizde 1982 Anayasası'yla başlayan yakın dönemde 'değiştirilmesi teklif edilemeyen maddeler' kısıtlaması getirildi; ondan ötesi TBMM için düzenleme alanıdır.

'Türban yasağı' konusunu 'lâiklik' ile ilintilendirdiğini biliyoruz Anayasa Mahkemesi'nin; konunun öyle bir yönü elbette var. Ancak bazılarının ileri sürdüğünün aksine, Anayasa Mahkemesi raportörünün ise hatırlattığı üzere, lâikliğin daha çok 'din ve vicdan özgürlüğü' boyutuyla ilgisi bulunuyor yasağın... Yasağı kaldırmaya çalışmak lâikliği çiğnemek olmuyor, tam tersine lâikliği pekiştirmeyi amaçlıyor ve bunu yapmak lâiklik açısından bir zorunluluk...

Konuya bu biçimde yaklaştığımızda, Ak Parti kapatma davasının siyasî yönü daha iyi anlaşılır hale geliyor. Yasakla getirilen kısıtlama siyasîdir, kısıtlamayı kaldırma yönünde çaba gösteren bir partiyi kapatılmaya lâyık görmek de siyasî bir anlam taşıyor. Tersinden bakıldığında, parti kapatmak için bir tür 'bahane' olarak sırıtıyor türban yasağı...

Kapatmak istediğiniz partinin yasağı kaldırmaktan yana söylem ve tavırlarına bakarak derhal harekete geçebilirsiniz. Bu anlamda MHP başta olmak üzere pek çok siyasi parti istendiği zaman kapatılma tehdidi altına düşürülebilir.

Parti kapatmanın bir yöntem olarak kullanılması da hukukî olmaktan çok siyasî bir tedbir değil midir? Oysa parti kapatma dahil hukukî bütün davalarda düşünülmesi gereken en ağır ceza, siyasetin önünü tıkamayacak türden olmak zorunda. 'Venedik kriterleri' diye anılan AB normları bunu amaçlıyor işte.

Hukukîlik yerine siyasî yaklaşımlar benimsendiğinde hukuk kendisini siyasetin eline teslim etmiş oluyor. Halkın yarısının siyasî görüşünü hukuksal araçlarla temsilsiz bıraktığınızda partiyi yok ediyorsunuz, ama temsil arayan kitleleri yok edemiyorsunuz. Bu durumda kitleler kendilerini temsil edecek yeni çatı bulmakta zorlanmıyor; temsilden mahrum edilmek istenenler de hukuku esneterek tabanlarıyla kolayca buluşabiliyor.

Geçmişte tabanı olduğu halde kapatılmış bütün partiler (DP'den başlayarak) bugün siyaset arenasında bir biçimde varlığını sürdürüyor. Hiç unutulmaması gereken gerçek şu: Ak Parti kapatılsa da, ona oy vermiş yüzde 47 ile yüzde 70'e ulaşabilecek oy potansiyeli 'yasaklı' hale getirilemeyecektir.

O zaman 'parti kapatma' diye yasalarda ve anayasada bulunan cezaya hukukî bir ceza demek ne kadar mümkündür? Hatta 'siyasî bir ceza' demek? Buna ancak 'siyasî sonuçlar üreten siyasî bir karar' denebilir.

Biliyorum, Anayasa Mahkemesi, önündeki davaya, siyasî açıdan yaklaşmayacaktır, ama zaten bilinen bu gerçekleri yine de hatırlatmak istedim...

Önceki ve Sonraki Yazılar