Spor ve Şovmenlik

Tanımına baktığımız vakit, sporun, bedeni veya zihni geliştirmek amacıyla kişisel veya toplu olarak gerçekleştirilen, bazı kurallara göre uygulanan hareketlerin tümü olarak tarif edildiğini görürüz. Amacı, yapılan spora göre ya kişinin vücudunu sağlamlaştırmak ya da bireyleri takım çalışmasında daha iyi performans göstermelerini sağlamaktır. Tabi işin stres atma yönünü de unutmamak gerekir. Peki günümüzde, özellikle medyanın etkin bir biçimde halkın izlemesine sunduğu spor türlerinde, bu amaçlara ne kadar riayet edilmektedir?


    Burada sporun profesyonelleşmesini incelemek gerekir. Sporculuk bir insanın mesleği olmalı mıdır? Veya bir sporcunun toplumdaki ekonomik dinamiklere ne gibi katkısı vardır ki para devletten destek almaktadır? Mesela bir halterciyi ele alalım. Spor adı altında her gün halterciliği meslek edinmiş bir biçimde çalışıyor, ağırlıklar altında kemiklerine zarar veriyor, bu yüzden boyu kısalıyor. Maaşını da devlet sporcusu adı altında bizim ödediğimiz vergilerden alıyor. Çiftçi tarlada o kadar çalışıp ortaya bir ürün çıkarırken bu haltercinin topluma kazandırdığı şey, ülkeyi uluslararası mecralarda temsil etmektir denebilir ama bu noktayı yazının sonlarında değerlendirmek üzere konunun başka bir yönüne odaklanıyorum. Bir boksçuyu düşünelim örneğin. Vücudunu aşırı miktarda kullandığı için bedeni tahrip oluyor, yediği yumruklardan dolayı belli bir yaştan sonra zihinsel eksiklikler yaşıyor. Ancak bunların belli bir hayran kitlesi olduğu için devletten aldıkları desteğin yanı sıra bir de seyirci gelirlerinden pay alıyorlar. İki kişinin “spor” adı altında yaptığı dövüşü izlemek için halk para veriyor, bazı durumlarda üzerlerine kumar da oynanıyor. Aynı durum, bokstan daha popüler olan futbol, basketbol gibi takım oyunlarında da geçerli. İki takımın arasında gerçekleşecek müsabakayı izlemek için insanlar çuvalla para harcıyor, bu gibi sporları destekleyen şirketlere “spora destek” adı altında vergi indirimleri uygulanıyor. Daha da kötüsü bu gibi oyunlar üzerinde “iddia” gibi kumar organizasyonları düzenleniyor ve oyunlara şike karıştırılıyor. Yer yer bu şike mafyası o kadar güçleniyor ki, yapılan şikeler onlarca yıl hiçbir hukuki soruşturmaya maruz kalmıyor. Hukuk müdahale edince de birileri tarafından gerekenler yapılıyor, sembolik cezalarla olayların üstü kapatılıyor. Bunların hepsi, halka kandırmaca olarak sunulan bir “spor” olgusu yüzünden oluyor.
“Bu insanlar sporcu kategorisinde mi değerlendirilmelidir yoksa şovmen kategorisinde mi” fikri bu noktada akıllara gelmesi oldukça doğal bir sorudur. Eğer devlet bunlara “şovmen” kategorisi verirse en azından kendi içinde tutarlı bir bütün oluşacak, “şovmenler”, sporu kendilerine maske yapıp halkın vergilerinin daha adil kullanılmasına engel olmayacaklardır.


Şu anki durum da sporun çıkış felsefesinden oldukça uzak bir noktadadır. Bu talihsizliklerin temel nedeni; sporun “Kendini geliştirme”  amacından farklı olarak “başkalarından daha önde olma” hedefine yönelik uygulanmasıdır. Modern çağın büyük etkisinin olduğu bu “en önde olma” güdüsü, sadece sporcularla sınırlı kalmamış, büyük grupları da etkisi altına almıştır. Eğer bir sporcumuz, 100 metreyi bir saniye daha hızlı koşsa, ortada somut anlamda kimsenin işine yarayacak bir başarı olmamasına rağmen yer yerinden oynayacaktır. Burada devletler veya taraftarlar; meydandaki sporcuların kendilerini temsil ettiğini düşün(dürül)erek spora harcanan onca zamanın, paranın belki de kanın farkında olmamışlardır. Bir futbol takımı için para harcayan, hatta “gerekirse” kavga edip ölen adam ile kendi sporcusunu destekleyen, onlara maaş bağlayan devlet, aynı hatayı yapmış, sporcuyla kendisini özdeşleştirmiştir. En ideal olanı, uluslararası arenada yapılan bu gibi olimpiyatlara veya turnuvalara verilen devlet desteklerinin kesilmesi ve ortadaki anlamsız yarışın kaldırılmasıdır. Eğer toplumdan gelen bir şov izleme talebi varsa bu işe vergilerin karıştırılmaması gerekir, bunun finansmanıyla özel şirketler uğraşmalıdır. (Bu noktada yanlış anlaşılmamak için şunu da belirtmek gerekiyor; bireylerin amatör spor yapmaları noktasında devletimizin şu anki teşvikleri oldukça yetersizdir. Halkın sağlıklı yaşama kaygısıyla spor yapması için daha fazla imkan sağlanmalı, eğitimler verilmelidir. )
Burada devletin güreşçiye maaş vermesi noktasına tekrar dönecek olursak, bugünkü şartlarda bütün devletlerin gerek uluslararası arenada gerekse yurtiçi müsabakalarda desteklerini çekmelerini düşünmek hayalcilik olur. Çünkü bu işin arkasında olan büyük devletler, olimpiyatları, dünya üzerinde itibar sağlamalarının farklı bir yolu olarak görürler. “önemli olan kazanmak değil yarışmak” diyerek spor alanında pek bir başarı gösteremeyen devletleri de bu müsabakalara çağırırlar ama herkes doğal olarak kazananı konuşur, galip olanları yüceltilir. Olan kaç yıldır olduğu gibi başarısız ülkelere olmuştur. Ancak biz bir şekilde karar vermek durumundayız. Türkiye olarak, devletimizin uluslararası arenadaki onurunu, itibarını korumak amacıyla sporcuları bu gibi teşviklerle desteklemeli miyiz? Bu iş için özel bakanlık kurulup devletin ve dolayısıyla halkın zamanını ve parasını harcanmalı mıyız? Yoksa asıl başarıyı ekonomik ve kültürel gelişmelerde görüp bu gibi oyunlara alet olmamalı mıyız? Asıl tartışılması gereken mesele budur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum