Suriye gezisi-1: Medeniyet ufku ve turist bakışı

Geçtiğimiz hafta Türkiyeli bir grup yazar, sanatçı ve gazeteciyle birlikte Suriye'nin özel Mas Şirketler Grubu'nun daveti üzerine Suriye'deydik. Davetin sahibi, fiilen Mas Şirketler Grubu'ydu; ama bu girişimin arkasında son iki yıldan bu yana yoğunlaşan Türkiye-Suriye ilişkilerini daha da derinleştirmeyi amaçlayan Suriye yönetiminin olduğu çok aşikâr/dı.

Türkiye-Suriye ilişkileri, yakın tarihte tanık olmadığımız kadar derinlikli boyutlar kazandı. Şu ân Türkiye'nin en yakın ilişki içine girdiği ülke Suriye. İki kardeş ülke arasındaki ilişkilerin bu kadar samîmî, sıcak ve derinlikli boyutlar kazanmasında özellikle bir ismin çok özel bir yeri var: Ahmet Davutoğlu.

Ahmet Davutoğlu, düşünür kişiliğiyle Türkiye'nin, gücüne güç katacak, bizzat kendi ifadesiyle "çarpan etkisi" yapacak bir sıçrama gerçekleştirmesine imkân tanıyan bir ufuk genişlemesi kazandırdı ülkemize. Başlangıçta Davutoğlu'nun tezlerini ve fikirlerini gülümseyerek geçiştiren çevrelerin bugün geldiğimiz noktada ne kadar yanlış bir yerde durdukları, Türkiye'nin ve dünyanın meselelerine derinlikli bir geçmiş ve gelecek tasavvurundan yoksun, dar, temelsiz ve hep başkalarının geliştirdiği perspektiflerle baktıkları bugün çok daha iyi görülebiliyor.

Mevcut seküler-kapitalist sistem, büyük ölçekli bir kriz yaşadığı için, önümüzdeki 25 ilâ 50 yıl içinde dünya haritası, dünyadaki güçler dengesi yeniden şekillendirilecek. Böyle bir zaman diliminde Türkiye'nin yeni bir dünyanın kurulmasında oynayabileceği rolü gözardı edemeyiz.

Rönesans ve Reformasyon'dan bu yana önce Avrupalılar, son bir yüzyıl boyunca da Amerikalılar, dünya tarihini yapan aktörler oldukları için, Batı uygarlığının yaşadığı ve öncelikli olarak Batılı düşünürlerin, tarih felsefecilerinin yaklaşık bir buçuk asırdan bu yana dikkat çektikleri felsefî krizin yeni bir medeniyet sıçramasına yol açacak kadar esaslı bir kriz olduğunu, bu krizin ekonomik, siyasî, kültürel bütün küre ölçekli sonuçlarının önce iki dünya savaşıyla, ardından Soğuk Savaş'ın bitmesinden sonra kurulan "yeni dünya düzeni"nin yeni bir dünya düzensizliğine yol açmasıyla birlikte alındığını Batılılar çok iyi biliyorlar. "Biliyorlar" ne kelime; fiilen yaşıyorlar.

Karşımızda küresel ölçekte tezahürlerini gördüğümüz ama bizzat küreselleştiği için Batı uygarlığının yaşadığı ve bütün dünyaya yaşattığı esaslı bir medeniyet krizi var. Bu krizin ancak seküler-kapitalist paradigmanın dışındaki bir medeniyet sıçramasıyla aşılabileceğini Batılılar çok iyi biliyorlar; o yüzden bu küre ölçekli krizi sürekli olarak geçici yollarla, girişimlerle önlemeye, ya da Baudrillard'ın deyişiyle ertelemeye veya örtbas etmeye çalışıyorlar.

Batılılar, modernlikle birlikte son dört asırdır dünya tarihini bizzat kendileri yapıyorlar; o yüzden, tarihin nasıl yapıldığını, modernliğin ulus-devlet, milliyetçilik, bireycilik, akılcılık gibi temel paradigmalarının artık işleyemez hâle geldiğini, postmodernliğin ise esas itibariyle yeni bir şey söyleyemediğini herkesten çok daha iyi farkettikleri için, yaşadıkları tecrübenin nasıl köklü bir medeniyet krizi olduğunun bilincindeler. İşte bu nedenle, seküler-kapitalist sisteme alternatif olabilecek Çin, Hint ve Rus havzalarından gelebilecek paradigma dışı medeniyet sıçramalarını, Çin, Hindistan ve Rusya'yı seküler-kapitalist sisteme entegre ederek etkisiz hâle getirdiler.

Batılılar, seküler-kapitalist Batı uygarlığının yaşadığı ve bütün dünyaya yaşattığı krizin ancak İslâm dünyasından gelebilecek paradigma dışı bir medeniyet sıçramasıyla aşılabileceğini, bunu da Türkiye'nin başını çektiği bir "omurga"nın gerçekleştirebileceğini ve böyle bir şeyin Batı hegemonyasının sonunun başlangıcını olacağını bizim seküler entelijansiyamızdan daha iyi biliyorlar.

Türkiye-Suriye ilişkilerine bu tür derinlikli bir tarih ve medeniyet perspektifinden bakarak Türkiye'nin ufkunu genişleten atılımın mimarı Ahmet Davutoğlu'nun girişimlerinin asıl meyvesini bundan sonraki süreçte verebileceğini bizim entelijansiyamızın hâlâ göremediğini Suriye gezimiz sırasında bilfiil müşahade ettim.

Türkiye'nin, yeni bir dünyanın kurulmasında ne tür bir rol oynayabileceğini kavrayabilecek entelektüel ufuktan, tarih felsefesi birikiminden ve perspektifinden Türkiye'nin seküler entelijansiyası henüz çok uzak. Bu nedenle Türkiye'nin Batılılaşmasının, kendi-kendini sömürgeleştirme çabası olduğunu göremiyor; o yüzden her şeye tastamam bir "turist bakışı" ile, yani başkalarının gözlükleriyle bakmaktan kurtaramıyor kendisini. Oysa "turist bakışı" tam bir entelektüel körleşme, epistemolojik bir kendi-kendini sömürgeleştirme biçimidir.

Cuma günkü yazıda, bu turist bakışı'nın hem bizim entelijansiyamızın, hem de bizi davet eden "kliğin" bakışlarını nasıl körleştirdiğini ve iki ülke arasındaki ilişkilere nasıl zarar verebileceğini bizzat Suriye gezimiz dolayımında göstereceğim.

Önceki ve Sonraki Yazılar