TAKIM TUTAR GİBİ PARTİ TUTMAK

 

 

Klişeleri eğlenceli hale getirmeyi severim. Bunuda, genellikle halk arasında peşin peşin doğru olduğu yanılgısına teslim olunan klişelerin canına okuyarak, inciğini cinciğini ayıklayarak yaparım. Yani bende, klişeleri tuttuğum gibi Taksim Meydanı’nda asarım!

 

Ülkemizin gündemi mükerrer seçim olduğu için kafama klişeleşmiş Türk aydını tipolojisinin içinden çıktıkları halkın sandıktan çıkan ortak kararını küçük düşürmek için yıllar yılı kullandıkları “takım tutar gibi parti tutuyoruz birader” klişesi geldi. Aydın kesim, bu klişeyi televizyondan ve değişik medya mecralarından kafamıza çaka çaka soktuğu için bizlerde toplum olarak “He ya, takım tutar gibi parti tutuyoruz” diyerek kendi ezikliğimize teslim oluyoruz.

 

Peki gerçekten Türk toplumu takım tutar gibi mi parti tutuyor?

 

Elbette Ecevitçi, Demirelci, Erbakancı, Özalcı gibi nitel sözcüklerin kavramlaştığı Türk siyasi hayatında partidaşlığın böyle bir boyutu olmadığını söyleyemeyiz. Ama bu tutucu tutuculuk takım “tutar gibi” kavramından ilerde midir geride midir tartışılır. Bu bile tam yerli yerine oturtulmuş değil.

 

Niye mi?

 

Özellikle bizdeki dört büyük takımın taraftarını göz önüne aldığımızda taraftarların özelliklede stadyumlarda kitlesel olarak sıklıkla kendi takımının futbolcularını ve hocasını yuhlayıp yönetimi istifaya davet ettiğini görürüz. Burdaki tepki ise genellikle reel ve anlaşılabilir bir tepkidir. Çünkü taraftar başarısızlığı asla sevmez ve başarısızlığın kaynağını ise genellikle doğru tespit ederek oraya tepkisini değişik isale araçlarıyla kanalize eder.

 

“Yönetim istifa” sloganlarını sık sık duyduğumuz gibi futbolcu ve teknik heyeti hedef alan kaba ve üzücü durumlarlada sıklıkla karşılaşırız. Bir anda kahraman olabilen futbolcular en ufak bir hata ve formsuzlukta alaşağı edilir. Evet kimse takımını değiştirmez ama takımı bulunduğu duruma sürükleyen sebeplerin sorumlularını en sert şekilde eleştirir ve tabi, koltuğu/formayı terleten, formanın hakkını verebilme istidadına sahip olduğu düşünülen yeni bir isme devretmesini ister.

 

Oysa bu, Türk siyasi hayatında böyle değildir.

 

Değildir... Çünkü öyle olsa girdiği her seçimde Ak Parti karşısında yerlere paspas edilen kocaman kocaman partilerin yönetim ve temsil koltuklarında oturan kadrolu siyasetçiler hala o makamlarda oturabilirler miydi?

 

Sizce Fatih Terim Galatasaray’ın teknik patronluğunda şampiyon olmadan üst üste kaç sezon durabilir? Bir Fenerbahçe efsanesi olan Alex De Souza’nın yuhlandığını görmedik mi? Ertuğrul Hoca’nın Bursaspor’da ne kadar kredisi vardır sizce? Hatta “Seba gitsin, Ahmet Dursun!” sloganı bu parodoksun en güzel örneği değil midir? Koca Seba bile tiribünlerin öfkesinden kendini kurtaramamıştır? Neden?

 

Çünkü taraftar realisttir ve yanlızca sonuçla ilgilenir sebepleri umursamaz, geçmişi hatırlamak istemez. Siirt Köy Hizmetlerispor’un üst üste beş yıl süper ligi ikincilikle bitirdiğini düşünün. Aslında muazzam bir başarıdır bu. Ama emin olun en geç altıncı yıl herkes şampiyonluk isteyecektir ve diğer bütün sonuçlar başarısızlık olarak okunacaktır.

 

Kahir ekseriyetinin CHP’de kliklendiği Türk aydınlarının özelde Ak Parti seçmenini “ak koyunlar” diye hakir görüp genelde ise Türk halkını aşağılaması anlaşılamaz bir durumdur. Aslında hem anlaşılabilir hem anlaşılamaz bir durumdur bu! Halbuki kendi hallerine ne kadar yansalar yinede azdır.

 

Menderes, Demirel ve Özal dönemlerini saymasak bile sadece ve sadece Ak Parti karşısında  aldıkları bir dizine yenilgiye rağmen hala aynı yönetim kadrolarını koruyan Türk solunun reel bir tutum takındığını söyleyebilir misiniz? Gelecek seçimide kaybedecekleri garanti olduğu halde iktidar partisini hükümetten düşürebilmek için PKK’nın yapacağı infial uyandırıcı terörist eylemlere bel bağlamaktan başka bir umutları var mı?

 

Yok...

 

Keşke, bu sol lobu felç olmuş kafa, futbol seyircisi kadar başarıya aç olsaydı da bu açlık hem onları gerekli hamlelerin yapılmasını sağlayacak arayışa itse hemde Ak Parti’yi kronikleşme tehlikesi baş gösteren tavsama emarelerinin çözümlemesini doğru yapabilme kabiliyetini geliştirseydi. Ne demiş Necip Fazıl:

Ey rakibim sen benim ifadem ve hızımsın

Gündüz geceye muhtaç banada sen lazımsın

 

Ak Parti’nin başarı ve kalite sıkalasını sarsan en büyük talihsizliği böyle bir siyasal düzlemde böyle çürük bir siyasal hareketle rakipdaş olmasıdır. Keşke CHP gerçekten bir parti olsaydı.

 

Sizce Kemal Kılıçdaroğlu dört büyük kulüpten birisinin başında her yıl üst üste lig ikincisi olarak kaç yıl durabilir? Peki aynı şahıs nasıl oluyorda dört büyük partiden birinin başında bu kadar seçim yenilgisine rağmen durabiliyor? En hazinide nasıl oluyorda “tıpış tıpış” gidip oyunu CHP’ye veren Ekmelettin sendromuna tutulmuş Türk solu, bir futbol seyircisi kadar realist davranamıyor? Neden takımını değiştirmese bile başkanı/teknik ekibi değiştirmek için kaset zorlamasına maruz kalmadıkça harekete geçmiyor, geçemiyor?

 

Ayrıca bunlar nasıl Türk aydını ki kendi partilerinin iktidar yolunu bile aydınlatamıyor? Halkla olan kan uyuşmazlığına çözüm aramak yerine halkı hakir görme yoluna sapıyorlar..! Çok basit. Inanın bu girift sualin cevabı çok basit:

 

Çünkü Türk aydını aydın değildir, Türk’te değildir.

 

Keşke bu aydın sınıfı takım tutar gibi parti tutabilme seviyesine erişebilse. Anlayacağınız bunlarda seviye sıfır bile değil. Dünyanın en derin çukurundan bile daha çukur çarpı/X çukur olan bu sarhoş kafa, kusmuğu ile mutlu mesut kuytusunda çamuruna sarılmış, saplanmış, yaşıyor!

 

“Takım tutar gibi...” klişesinin kulağından iki kulplu kazanın kulpundan tutar gibi tuttuk sanırım! Az daha asılırsak elimizde kalacak.

 

“Ak Koyunlar” meselesinin diğer bir önemli veçheside budur işte sevgili dostlar!

 

E mail:   akpinartahsin@hotmail.com

Twitter: @akpinartahsin

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum