Trabzonlu Kamyoncuları Bayburt’ta Andık

Geçtiğimiz Cumartesi sabah erkenden, Deniz Feneri’nin gönüllü ve bağışçı İlişkileri Sorumlusu Yusuf Baykal beyle Erzurum yollarındaydık.

Deniz Feneri’nin Doğu Anadolu Bölge Temsilciliğinden Mahmut ve Said ile birlikte Bayburt’a gittik.

Bayburt’a daha önce de gitmiştim. Ortasından nehir geçen şirin kentlerimizden birisidir Bayburt. Gümüşhane ile yıllar süren tatlı rekabet, Bayburt’un il olmasıyla bitmiş olmalı.

Bayburt Konağı’nda konuklarımıza ev sahipliği yapan Belediye Başkanı Hacı Ali Polat bir Deniz Feneri gönüllüsü ve AKRA FM dostu. İlahiyat Fakültesinden halef-selef olmuşuz. Ben 1986 mezunuyum, O ise 1992. Kendimi tanıtmaya kalkıştığımda kulağıma eğildi, “Sizi Sağduyu Gazetesi’ndeki yazılarınızdan beri tanıyoruz” dedi..

Yıllardır ihtiyaç sahibi ailelerin sosyal incelemesine ve ayni yardımların adreslere teslimine omuz veren, yük çeken, şikâyetçi olmayan ve bunu tam bir aşk ve şevkle yapan Yusuf Akyüz Hocamız rahatsızlığına rağmen toplantımıza katıldı. Onun ağzından bir yardım kuruluşuna gönüllü olmanın anlamını dinlemek çok öğreticiydi. Almanya Deniz Feneri e. V soruşturması sürecinde birkaç defa savcılığa davet edilmiş, ifade vermiş.

“Yüzlerce defa çağrılsam gider yapılan güzel işleri anlatırım. Biz bir gönüllü olarak paraya elimizi sürmedik. Para toplama ya da nakit yardım teslimine bizim yetkimiz yok. Biz araştırma yaparız. Gıda ve giyim gibi ayni yardımları gelmişse, dernek personeliyle birlikte ailelere teslim ederiz.. Gönlüm müsterih, iyi ki tanıştım Deniz Feneri’yle” dedi.

Yıllarını medya mensubu olarak geçirmiş ve halen de aktif habercilik yapmakta olan Deniz Feneri gönüllüsü Fatih Mehmet Özcan dostumuz Yusuf Hoca’yı göstererek, “Bu adam var ya bu adam! O nereye gitse biz onunla gideriz!” derken yüzüne yansıyan hürmet, sevgi ve saygı hepsi biraradaydı. Kim Yusuf Akyüz’ün yerinde olmak istemez ki? (“Benim soyadım Akyüz. Yüzüm ak. Beni kimse temiz olmayan işlerin içinde bulamaz” diyor Yusuf Hoca.)

Deniz Feneri gönüllüsü Fatih Mehmet Özcan da işitme cihazı alınmasına vesile olduğu kız çocuğunun okula gittiğini müjdeledi.

Oğluna kornea nakli yaptırılan anne, "Deniz Feneri'nin ışığı kıyamete kadar hiç sönmesin. Allah Deniz Feneri’ne emeği geçenleri Peygamber’e komşu eylesin" diye dua etti.

Gönüllü Yusuf Akyüz, "Komşumun bir lokma ekmeğe muhtaç ve tenceresinde taş kaynatan birisi olduğunu Deniz Feneri sayesinde öğrendim" dedi.Yusuf Hoca’ya acil şifalar diliyoruz. Geçirdiği ağır ameliyatlardan sağlıkla çıkmasının Allah’ın açık bir yardımı olduğunun farkında O. Onun yüzüne baktığınızda, binlerce garip gurebanın duasını almış insanların huzurunu görürsünüz.

Bayburt Çağrı FM’in canlı yayınına katıldık. Ankara’dan üniversite okumak için gelmiş Sinan Meydan ev sahibimizdi, soruları o sordu. Hazırlıklıydı.

Bir de misafir arkadaşı vardı Sinan’ın. O da, üniversitede İnşaat Mühendisliği okuyan Trabzonlu Semih. Semih’e, “Siz Trabzonlular alaylı birer inşatçısınız, öğrencilik bitince aynı zamanda mektepli olacaksın” diye takıldım.

Trabzonlu Semih’le tanışınca aklıma bundan birkaç yıl önce okuduğum ve beni derinden etkileyen bir yazı geldi.

Önce aklımda kaldığı kadarıyla özetlemek istedim. Sonra vazgeçtim. İnternet beş on saniyelik bir aramayla yazıyı buldum.

“Bu yazıyı özetlemeye dilim varmıyor. Bana uygun bir fon müziği ver, okumak istiyorum” dedim.

Okudum ama ciddi anlamda zorlanarak.. İki üç defa gözlerim doldu, sözler boğazıma düğümlendi.

Ahmet Turan Alkan beyin Zaman Gazetesi'nde yayınlanan “Hepimiz Trabzonlu kamyoncularız inşallah!” başlıklı yazısını buyurun bir de siz okuyun. Benim hissettiklerimin çoğunu sizlerin de hissedeceğinizden şüphem yok.

"Ben Ardahan'ın bir dağ köyünde doğdum, çocukluğum orada geçti." diye başlıyor Nevin öğretmen, fukaralık yüzünden ailelerin, kızlarını ortaokul veya lisede okutamadığını anlatıyor.

"Fakir olmamıza rağmen babam okumamı çok istedi; diğer şehirlerdeki akrabalarımı yokladıysa da kimse yanaşmadı beni yanlarına alıp okutmaya. Yakın bir ildeki parasız yatılı imtihanlarını kazanmama o yüzden benden çok sevindi babam. İzinlerde geldiğim köyümüzden okullar açılırken ayrılırdım. Böylece 6 sene her tatilde Ardahan'a gelir, köyde anneme yardım ederdim. Okullar açıldığında ise babamla birlikte sabaha karşı 3'te kalkıp yürüyerek köyden 1,5 km uzaktaki ana yola inerdik. Hele yarıyıl dönüşlerinde kar o kadar çok yağmış olurdu ki, babam beni sırtına almak zorunda kalırdı. O yıllarda babamın bineceğim arabayı seçmek için bazen saatler harcaması bana o günlerde çok anlamsız geliyordu, ta ki gerçeği öğrenene kadar...

Bizim oralarda komşu ile dolmuş olmadığı için babam beni genellikle yük kamyonlarına bindirirdi ama ben köydeki insanların benimle ilgili dedikodularını duyar, geceleri gizli gizli ağlardım. Babam beni, yani öz kızını satıyormuş! Köylüler öyle diyordu. Çocuk aklımla babamın beni, hikâyelerde okuduğu köleler gibi satacağını düşünürdüm. Babam yoldan geçen her kamyonu durdurur, şoförleriyle kısa bir konuşma yaptıktan sonra bineceğim kamyonla ilgili bir karar verirdi. Uzaktan bunu görenler, demek ki babamın şoförlerle pazarlık yaptığını düşünüyordu.

Bindiğim kamyonların şoförleri -babamın kimbilir ne zahmetle kazanıp bir kısmını avcuma sıkıştırdığı- paramı harcatmazlar, yedikleri lokantada kendi yediklerinden fazlasını ısmarlar, yan koltukta uyuduğumda paltolarını üstüme örter, bazen de çaktırmadan cebime harçlık koyarlardı.

Ben babamın ne yaptığını, neden o şehre giden her arabaya beni bindirmediğini çok sonradan öğrendim; öğrendikten sonra da köylülerin bizi suçladığı şeyle ilgili üzüntüm daha da arttı. Yıllar böyle geçti. Okudum, öğretmen oldum. Evlendim, üç çocuk yetiştirdim. Beni yoksulluğa ve iftiraya rağmen okutan babam artık yaşamıyor, Allah mekânını cennet etsin sevgili babamın...

O kadar erkenden kalkıp saatlerce kış kıyamette araba beklerken babam şoförlere nereli olduklarını soruyordu; 'Trabzonluyum' cevabını alana kadar beni hiçbir kamyoncuya teslim etmiyordu. 'Niçin?' diye sordum, 'Kızım' dedi, 'Trabzonlular güvenilir ve ahlâklı insanlardır. Seni onlara teslim ettiğimde gözüm arkada kalmıyor!'

Şimdi oğlum yurtdışında yaşıyor. Oğlumu yolcu ederken pistin ufkuna uzun uzun bakıyor ve onu teslim edebileceğim bir Trabzonlu kamyoncuyu boş yere arıyor gözlerim..."

Anlatılan hikâye değil hakikat. Aziz dostum ve kardeşim Harun Çelik'in hazırladığı "Kuzeyli Yazılar" adlı derleme kitabının ilk yazısı, "Trabzonlu kamyoncular nerdesiniz?"

Kuzeyli Yazılar, Trabzon'a ve Trabzonspor'a dair bir derleme çalışması. Anekdot yayınları arasında çıktı. İçinde, bir kısmı Trabzonlu olmayan 200'e yakın isimden benzer anekdot ve hatıralar yer alıyor. Sevimli, bir hamlede okunuveren ve insanın zihninde, dimağında güzel tatlar bırakan bir kitap. Emeği geçen herkesin eline sağlık.

Gelelim işin "kıssa" faslına; benim bu yaşanmış hikâyeden anladığım şudur: Hayat, istisnasız herkese bir "Trabzonlu kamyoncu" olmak vazifesi yükler ve başarılı olmak için ise Trabzonlu olmak şart değildir, insan olmak kâfidir.

Ey emânete hıyânet etmeyen, helâl süt emmiş, insan evlâdı o kamyoncu, şoför abilerim, ehl-i ırz büyüklerim; bu milletin mayasına duyduğum inancı tazelediğiniz için herbirinizin ellerinden hasretle öperim. Yaşıyorsanız Allah işinizi âsân kılsın; öldüyseniz âhirette Efendimiz Resûl-i Ekrem'e komşu olursunuz inşallah!

 

gumuslale@gmail.com

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum