Murat KARAKOYUNLU

Murat KARAKOYUNLU

ÜLKEMİN AKİL ADAMLARINDAN YÜREĞİNİN VİCDAN YARALARINA

Ülkemin güzel insanlarının resimlerini seyrediyorum kaç zamandır. Otuz yıldır kanayan bir yaranın kan kin ve öfke bulutlarını, akil adamlarının nefeslerinin oluşturacağı rüzgârla ötelere dağıtmak isteyenlerin, derinlemesine bir hassasiyet içerisinde olmadıklarını, acısını yüreğinde taşıyan o annenin her bayramda oğlunu ziyaret için gittiği mezarlığın akasyalarındaki yapraklarda seziyorum aslında. Hiç kıpırdamıyorlar anne ah çekmedikçe.

Kavramlarda bile anlaşamayan onca insanın ideolojik pencerelerinden sıyrılarak bir yekûn oluşturacak neticelere ulaşmaları, geride güçlü bir iradenin hamlelerine göstermelik bir yol çizmeyeceklerse eğer, çok olası görünmüyor gibi. Elinde vicdan notalarının dizelerini taşıdığından emin olmadığınız insanların akilane bir uyum sergilemeleri, dilerim baştan sona vicdan yüklü bir annenin göz yaşlarından bir damlaya ebru deseni çizen hat sahiplerinin emeklerinden oluşur. Gerisi boş çünkü. Her şeye rağmen dostum, süreçten umutluyum, içinde vicdan oldukça. 

Hayat, sadece, akil bir yüreğe bırakılmayacak kadar tezatlarla dolu aslında. İnsanlar arası, toplumlar arası, fikirler arası uçurum değerlendirmesi o kadar aşikar ki bir uçtan bir uca insan manzaraları içerisinde hangisine baktığında acıyacağını sorduğun bir yürek ikliminden geriye, akmayan göz yaşları ile yıkanması gereken binlerce resim kalıyor. Haline şükretmesi gereken bir coğrafyanın şükür bilmez topraklarından beslenen insanlarının sayısı arttıkça huzur, kaybettiği bir yürek kalesini daha akıl ve mantığın tek başına idare ettiği amansız ordulara bırakıyor. Bu şekil pes ettiğinde seni, yüreğinin akil adamları, vicdan mabedinden çıkarıp, bencilliğe köle diye satıyor.

Eğer ki dostum, ekmek büfesinin önünden geçerken sen, “veresiye teklif etmeyiniz” yazısını gördüğünde bir an, daha önce hissetmediğin bir yalnızlık içerisinde buluyorsan seni; henüz birşeyler bitmemiş demektir yüreğinde. Karalar bağlayanları ölünün, cenaze arabasının ardından yürümüyordur vicdanının. Hala insansındır yani, hala eşrefi mahlûkat çizgisine yakınsındır.

Biliyorsun, insanı insan yapan en önemli değer vicdan. Kaybettiklerin arasından arayıp, tarayıp mutlaka bulman gereken şeyi varlığının, kaybetmemen gereken şey aslında. İnancını, imanını, İslam’ını temsil eden en önemli saik.  İki cihan Serveri’nin elinin değdiği saçlar sayısınca sevaba ulaşır dediği yetimin, üzerinde taşıdığı en büyük mükâfat. Hayatın ölçüsü. En büyük terazi, en büyük kıyas.

Kötüyü bilmeden, nasıl bulur insan dengeyi; iyiye güvenmeden nasıl bulur insan. İyinin kötü, kötünün iyi olabileceğine bilenmeden nasıl yeşerir vicdan.

Davet açık, yol çetin. Yaşadıklarından arta kalan hayatın kendine ait kirlerini bıraktınsa eğer, seni kutlu bir yolculuğun beklediğini bilmelisin.

Unutma ki kibir, gurur ve hamaset taşıyan bir benliği bazen, göz göre göre yerlere sürter hayat. Kimine ciğer sattırır pazarda, Hüdai kılar;  kimine ömrün üç beş kalan yazını bazen. Nihayetinde insan Sabbah’ın fedaileri gibi kör kütük efsunlanmamışsa eğer benliğine, içinden bir vakar çıkarıp ta yaşadıklarının, teslimiyet kapısından girer işte usulca.

Sen dostum, gelip girdiğinde o kapıdan, yoksul insanların gözlerinde gördüğün kadar umut tacirisin artık. Umut satar acı biriktirirsin gün be gün. Acıyı işler vicdan tezgahında, umut edersin yeniden. Gayri, işin bu senin.

Bugün sen vicdan kapılarını aralamak için yüreğinin, girdiğin o teslimiyet kapısından sonra artık, en kötüsünü bilenlerin mücevherine sahipsin aslında. Benim olamadığım, benim bulamadığım bir kıymetin hazinesi avuçlarında. Kıymet bil olur mu? Çünkü ben, tam da o hazine için sevgili, en amansız hırsızı oynuyorum bu oyunda. Hani rolüm bitti, sahneden çekildim dediğin o günden beridir birikenlerini yüreğinde, ârafta demlenenlerini almak için bugün, cümle geçmişlerime dönmeyip kalmayı, çalmayı yeğliyorum. Emek vermeden kazanmayı yani; mücevherini değil, mükafatını aşkın.

Kimsesizlere ekmek götüren o gönül zengininin sofrasında bir dilim için bu emek. Vicdanları yerle bir eden katiline insanlığın, suçunu itiraf ettirmek mükafatı aşkın. Vicdan yani. Gözlerdeki pınar, gayretteki bahar, yürekteki ar.

Ben aldırış etmeden yürüdüğüm bir hayatın tüm eyvallahlarını bir kenara bırakarak, bir amacın ellerine hapsetmek için geceyi, çıkmak istediğim bir yol hazırlığını tamamladım artık. Yüreğinin yalnızlığına gidiyorum. Hani o sınırın güneyinde sakladığın yalnızlığının kerpiç tuğlalardan örülü olan ve taş gibi kaskatı duran benliğini mahkûm ettiğin o duvarların yıkıntılarına gitmek istiyordum nicedir… Vakit bu vakit, hazırla azığını, vicdan pusulasının öncülüğünde bugün, yola çıkmak vakti. Gel sen de, uzaktan seyret beni.

Yaraları iyileşmiş, izleri kaybolmuş, tertemiz olmuş bir emanet bulmuşken elinde, içi neden acırmış insanın, biliyor musun? Dur hadi ben söyleyeyim. Acısını çekmediğin bir hayatın değeri ellerini yaralarmış ta yüreğinin, ondan. Ben eski defterler için değil acını hissetmek için gidiyorum geçmişin enkazına. Yıkıntıların arasında yollanmamış mektuplar bulurum diye biraz, toza bulanmak için, silkelenmek için, el uzattığında el vermek, acılarının ömrüne o günden, gün vermek için.

Acının kahra dönüştüğü bir evde evin erkekleri bir duvar olmuşsa, bir set, anne sabır taşı, abla gözyaşı olmuşsa eğer, kalesi son kaledir bu savaşın unutma. En değerlisidir yani en emini, en özeli. Oradan başlayan için artık geriye kolayı kalır hayatın. Ve sen o en kolay yolculuk için bu kez, gitmek diye bir şey olmasın diyen çocuğa ruhunun, beraber olunca güzel olduğunu öğretmenin hazzını teslim edersin, giderek. Haydi Kalk! Şimdi biz, sen, ben ve vicdanımız, beraber gideceğiz bir Fatiha için, babaannemizin 63 yıldır yaşadığı hayatının tek gayesinin, o kerpiç tuğlalı evi zor günlerinize saklamak olduğunu anlayacağımız bir günde mezar taşına. Beraber gideceğiz acıların üstesinden gelen yolcuların soluklandığı pınar başına.

Bugünün yarını var diyerek bırakıp olanları, hep haline şükrederek daha kötüsü için direnmeye çıkmışsan eğer, yol kenarlarındaki mola hanelerinden birinde bir gün, bir Hızır arayan birini bulursun elbet. Kimin hayrına el uzattığını bilmeden attığın her hesapsız adımın hesabını tutan kudret, öyle bir güç verir ki sana sen ona sığındığını sanırken gücün kaynağı olduğunu dahi bilmezsin. O gündür kazancının günü o gündür hasretiyle beklenen. Lütfuna uzandığım, hoş geldin hediyesini aldığım gündür. Bir şubat günüdür belki bir Şevval ayıdır, aylardan rahmet, günlerden ihsandır, Kaçırma sakın onu, kaçırsan sonu hüsrandır. Bak güneşin parlayan yüzü, nereye gidersen sen O’sun ve nereye gidersen kendini de götürüyorsun ya hani, kendin gelesin diye el açanların olduğunu bir dünya da var unutma.

 

Kaybedecek hiç bir şeyi olmayan insanlar ölüme yürürler elbet; kaybedecek bir şeyi olanlar için ölüm kaybın yaşandığı andır. Derman bırakmaz dizinde ölüme yürüyen beden… 

mkarakoyunlu@hotmail.com.tr

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.