Murat KARAKOYUNLU

Murat KARAKOYUNLU

YENİ FETULLAH GÜLEN ve SULTAN ABDÜLHAMİD

  • Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!
  • Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
  • Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar;
  • Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?

Akif’in bu dizelerinin her gün yeniden hatırlandığını görmek aslında insanlık adına çok acı.

1907 yılında İstanbul’a geldiğinde Said’i Nursi’nin tek hayali vardı. Doğunun ufkunu değiştirecek büyük bir Medrese kurmak. Tehlikeyi görmüş ve ümmetin ilim açlığını gidermek istemişti. Ne var ki bu hayalini sunmak için büyük gayret sarf etse de Sultan Abdülhamid Han ile görüşmesi mümkün olmadı. Abdülhamid Han, Meşrutiyet rüyasının peşinde koşanlarla mücadele etmekteydi çünkü.

Görüşme olsaydı, doğudaki gelişmelere olan hassasiyetini, Ermenilere karşı kurduğu Hamidiye Alayları ve aşiret çocuklarının İstanbul’da eğitilmesini amaçlayan Aşiret Mektepleri ile zaten bildiğimiz Abdülhamid Han, Bediüzzaman’ın önerisine, yüksek ihtimalle, sıcak bakardı. Ama olmadı. Hatta ters düştüler. Meşrutiyet ilan edildi. Abdülhamid Han, Yıdız’a mahkum edildi. Sultan ve Âlimin belki de tarihi değiştirecek buluşması, gerçekleşmedi.

O dönemde Bediüzaman, İslâm’ın meşveret (danışma) ilkesine daha uygun olduğu düşüncesiyle Meşrutiyeti destekleyen taraflar arasında yer alıyordu.

Netice malum. Meşveret, onun nasıl uygulanacağının da bilinmesini gerektirirdi. Ve maalesef İttihat ve Terakki, koca imparatorluğu yıkan son dinamitleri döşediğinde, o bilgi ve hassasiyetten uzak olduğunu da gösteriyordu.

Bediüzzaman, “fikri hezeyanlaştıran, zihinleri uyuşturan” İstanbul siyasetini görerek tutum değiştirdi. Nitekim Mektubat’ında o dönemini ‘Eski Said’ olarak tarif etmiş ve bu günlerde sıkça gündeme gelen o tarihi sözünü söylemiştir: Siyasetten ve şeytandan Allah’a sığınırım.

Bu söz aslında, Said Nursi’nin kendi dünyasında yaşadıklarıyla siyasetin kirli çarklarından ne denli rahatsız olduğunun işaretidir. Bir ilim adamının/din adamının, fikrin namusunu, ne denli hassas sınırlarla koruması gerektiğini de göstermektedir. O sebepledir ki 17 Aralık sürecinin değerlendirilmesinde Bediüzzaman’ın bu sözünün iyi irdelenmesi ve Bediüzzaman ile Abdulhamid arasındaki ilişkinin ciddi şekilde tahlil edilmesi gerekiyor.

Büyük Resim

17 Aralık operasyonunun bir yönüyle Abdülhamid dönemini hatırlatıyor olması önemlidir. Sultan Abdülhamid, Osmanlı’nın yaşadığı sorunları iyi tahlil etmiş ve İttihatçılar onu tahtından indirene kadar, çözüm için büyük gayret göstermiştir. Osmanlı’nın çıkarları için dönem dönem Rus, İngiliz ya da Alman yanlısı algılanmış ama hep bir denge siyaseti gütmüştür. Tıpkı Başbakan Erdoğan’ın yaftalanmaya çalışıldığı İrancı algısına rağmen son 10 yılda Türkiye’de yürüttüğü proaktif politikalar gibi.  

Elbette ki Bediüzzaman ile Gülen cemaatinin tutumu kıyaslanamaz. Zira Bediüzzaman külli bir başkaldırı içerisinde değildi. İkazları, yapıcı unsurlar içeriyordu. Din adına, ümmet adına, ülke adına, birlik adına hassasiyetler taşıyordu. Kızdığı Abdülhamid dönemi için mecburî, cüz’î ve hafif istibdâd; İttihâtçıların zulmü için ise, pek şiddetli külli istibdâd tabirlerini O kullanmıştır.

Gülen cemaati bugün, Bediüzzaman’ın dönüşümünü (Eski Said - Yeni Said) tersten okumaktadır. Eski Gülen, yeni Said gibi davranırken yeni Gülen, önüne gelen her şeyi tarumar eden bir yol seçmiştir.

Görünen o ki bir yönüyle Sultan Abdülhamid dönemi ile Başbakan Erdoğan’ın dönemi benzerlikler içeriyor.

Zira Abdülhamid’e istibdatçı deniyordu; Erdoğan’a diktatör. Abdülhamid, hicaz demiryolu hayalini gerçekleştirdi; Erdoğan, Marmarayı. O Filistin topraklarını yahudilere bırakmam dedi, Erdoğan zulmedenine tüm dünyanın gözü önünde zalim... Abdülhamid’e kızıl sultan deniyordu; Erdoğan’a Maceracı, Yeni Sultan, Uzun Adam, Arkadaş(!)

Listeyi siz de uzatabilirsiniz elbet. Sultan Abdülhamid Han’ın yaşadıkları ile Başbakan Erdoğan’ın yaşadıkları arasında pek çok benzerlik var. Asrın müçtehidi Bediüzzaman, peygamberler bile ismet sıfatları olmasa hata yaparlardı demiş ve eski Said’in dönemi olarak adlandırmıştır Sultan Abdulhamid’e karşı olduğu, siyasetle yoğrulduğu dönemi.

Peki ya Gülen Cemaatine mensup bir kısım öğrencileri?

Bugün, Gülen cemaati ‘eski Said’in' tertip çizgisini de aşarak Erdoğan’a karşı vahşi ve sınırları belirlenemeyen bir saldırı yürütüyor. Hem de Bediüzzaman’ın kurduğu ideallerle kıyaslanmayacak basit gerekçelerle. Büyük resimde bu gayet açık görünüyor.

Gelinen noktada bugün; büyük resimde, daha bağımsız, daha müreffeh bir Türkiye istemeyenlerin değirmenine su taşımak var. Büyük resimde 28 Şubat sürecinde yaşananlardan bugüne elde edilenler ve bunların kaybedilmesini umursamayanlar var.

Büyük resimde küçük çıkarlar için basit ve ucuz propaganda yöntemlerini kullananlar var. Büyük resimde İsrail ile aynı potada anılmak pahasına gözü kara bir öfke var.

Büyük resimde o dönem mazur görülen bazı tutumların yeniden sorgulanması var. Büyük resimde acabalar var.

Hizmet hareketine duyulan güvenin yaşadığı erezyon, Fetullah Gülen’e karşı duyulan derin endişe var. Büyük resimde Samanyolu Kolejleri'nin, Kimse Yok Mu Derneği'nin, Türkçe Olimpiyatları'nın, Tuskon'un, yapılan her yardımın, verilen her kurbanın, okutulan her öğrencinin üzerine düşen gölge var.  

Büyük resimde gayrimüslimlere bile kucak açan Hasankale’li Gülen’i çözemese de; Müslüman’a beddua eden Pensilvanya’lı Gülen’den ürperen, yüzbinlerce Müslüman var…
 

Bize ulaşın: mkarakoyunlu@hotmail.com.tr

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum