Zorunlu din dersleri neden zorunlu!

İslami bir örtüyü laiklik ilkesine aykırı bularak üniversitelerde, kışlalarda, devlet törenlerinde yasaklayan devlet, okullarında ise zorunlu “din dersi” dayatması yapıyor. Başörtüsünün kamu düzeninin bozulmasına yol açacağı yargısına varan Anayasa Mahkemesinin laiklik anlayışı her nasılsa dine rağmen – İslam dini kendisinin dayatılmasını reddeder ve inananlarına kesin bir tembihte bulunur- zorunlu din dersi uygulamasını aykırı ve” laiklik karşıtı odak” olarak görmüyor! Zorunlu din dersi uygulamasının başlatıldığı döneme bakarsak halktan devlete yönelik böyle bir talebin olmadığı görülür. 1948’den beri seçmeli olan bu ders, 12 Eylül Anayasasıyla birlikte zorunlu hale getirildi. Cunta yönetimi bu dersi zorunlu hale getirirken halkın ihtiyaçlarını gözetmiş olamaz çünkü halkın böyle bir talebi yok. Peki, cuntacılar çok dindar insanlardı da onun için mi bu dersi zorunlu yaptılar? Bu da değil. Kışlalarında başlattıkları başörtüsü karşıtlığını üniversitelere oradan da güçlerinin yettiği her alana taşımaya çalışanların dindarlık saikıyla hareket edebileceklerini düşünmek saflık olsa gerekir. Adeta TSK’nin birinci vazifesi hayatın her alanında başörtüsüyle mücadele etmek oldu. Dünyanın başka yerinde kendisine böyle bir vazife edinen bir ordu var mı bilmiyorum!

O zaman cuntacıları zorunlu din dersi uygulamasını getirmelerinin altındaki gerçek nedeni anlamaya çalışmak lazım.


Seksenli yıllarda Türkiye’de sosyalizm devlet için bir tehdit olarak algılanıyor. Her şeyden üstün tuttukları Kemalizm, sosyalizmle mücadele yeterli gelmiyor olsa gerek ki bu akımın gençlik üzerindeki etkisini kırmak için dine müracaat etme ihtiyacı duyuyorlar. Gençliğe “devlet patentli bir din anlayışı” verilip, sosyalistler için de “Allahsız komünistler” propagandası yaparak tehlike bertaraf edilmiş olacaktı. Kemalizm, sosyalizme karşı ideolojik bir tutarlılık ve üstünlük sağlayabilseydi eğer cuntacıların dinden medet umacaklarını doğrusu pek tahmin etmiyordum. Cuntacıların yaptığı dini kendi çıkarları için bir araç haline getirmekten başka bir şey değildir. Kimi muhafazakâr çevrelerin zorunlu din dersi uygulamasını kazanım olarak görme yanlışlıklarının yanında Alevi ve ateist yurttaşların bu konuda düştükleri çok ciddi bir yanlış da vardır. Sorun sanki İslam’la ya da Sünni Müslümanlıkla kendi aralarındaymış gibi tartışılıyor.. Bu sorunun temelinden koparak, eğer bilgisizce yapılan bir tartışma değilse bilinçli bir saptırma üzerinden sürdürülen bir tartışmadır.

Hâlbuki bu iki kesim sorunu doğru tespit etme cesareti gösterebilirlerse muhatap almaları gereken yer olarak resmi ideolojinin bizzat kendisi olduğunu göreceklerdir. Kendi “patentli dinini” Müslüman olan olmayan herkese dayatan resmi ideolojidir. On iki yaşına kadar çocukların camilerde, Kuran Kurslarında ya da sivil toplum örgütleri merkezlerinde dini eğitim almalarını yasaklayan resmi ideoloji, zorunlu din dersini bu yasağın meşru gerekçesi olarak da saymaktan geri durmuyor. Devlet patentli din anlayışına işin farkında olan Müslümanların da karşı olduklarını belirtmek isterim. Zorunlu din dersi yalnızca resmi ideolojinin işine yaradığı ve zaten bunun içinde zorunlu yapıldığı kanısındayım. Resmi ideoloji, sosyalizme karşı cevapsızlığını ve geriliğini dini bir zırh gibi kullanarak aşmaya çalıyor. Resmi ideoloji, patentli din anlayışıyla da kendisini sahih İslam’ın muhalefetinden koruma amaçlı kullanıyor. İslam dini üzerinde tekel ve baskı oluşturarak onun kendi özgün ve özgür mecrasında anlaşılıp, yaşanarak hayat bulmasını engellemiş oluyor.

Öbür taraftan;  gerek anayasamıza gerekse uluslar arası insan hakları belgelerine göre “çocuk devletin değil, ailenindir.”Türk eğitim sistemi ve devlet okulları göz önünde bulundurulacak olursa devletin çocuğu ailesinden alıp, kendi hazırladığı müfredatlar ve belirlediği kriterler doğrultusunda eğittiği gözlemlenmektedir. Müfredatlar hazırlanırken ailelerin inanç, kültür ve düşünce farklılıkları göz ardı edilmektedir. Yıllardır aile değerlerini ön plana çıkartarak hükümet olan siyasi partilerimizden hiçbirisi eğitim söz konusu olduğunda “aileyi direkt olarak bu sürece dâhil edememiştir. Seçim öncesi meydanlarda yüceltilen ailenin; söz konusu çocuğunun eğitimi olduğunda ne tarih boyunca getirdiği inancı, kültürü, düşüncesi ve mezhebi dikkate alınmıştır nede hazırlanan müfredatlarda gerçek anlamda söz sahibi olabilmesine olanak sağlanmıştır. Ülkemizde eğitim, bu yüzden farklı tercihlere, farklı inançlara, algı ve yorumlara, eleştirel düşünceye kapalıdır.


Bu bakımdan e
vrensel hukuka aykırı bütün düzenlemelerin anayasadan çıkartılması gerekmektedir. Bu demokratikleşmemiz için büyük bir zorunluluktur. Aleviler başta olmak üzere her din ve mezhebin özgürce örgütlenmelerine anayasal güvenceler getirilmelidir. Ülkemizde yaşayan farklı inançların, görüşlerin ve mezheplerin kendi okullarını açmalarına ve müfredatlarını kendilerinin belirlemelerine imkân verilmelidir. Müfredat tekeli kırılmalıdır. Eğitimin rekabete açılması sağlanmalıdır. Devlet okulları da olmalı hem de diğer farklı okullarla rekabet edebilmelidir. Bunun için ülkemiz öncelikle eğitim sistemi ve felsefesiyle hesaplaşmak zorundadır. Dünyada gelişmiş birçok ülkenin bu tarz uygulamalarını tahlil etmek yerinde ve faydalı olacaktır.


 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum