Anlamlı sembol: Rasmussen

Türkiye'nin "görünürdeki itirazları"na rağmen Rasmussen NATO Genel Sekreterliği'ne seçildi. "Görünürdeki itirazlar" diyorum, çünkü itirazların hiçbirisinin arkasında durulmadı. "Rasmussen İslam dünyasından özür dileyecek, Roj TV'yi kapattıracak" dendi.

Bu haberler İslam dünyasında büyük bir heyecan uyandırdı. Davos'tan sonra ikinci büyük çıkış gibi algılandı. Haberlerin mürekkebi kurumadan Danimarka savcısı, bunların Rasmussen'i aştığını söyledi.

Rasmussen seçildi, ne özür diledi, ne Roj TV konusunda herhangi bir gelişme kaydedildi. Hatta Rasmussen "karikatür krizi" konusunda şahsi fikrini koruduğunu söyledi. Olli Rehn'in yaptığı açıklama ise çok daha inciticiydi: Sesimiz çıkmadı.

Bu konuyu nasıl yorumlamamız gerekir? Türkiye bir başarıya mı imza attı, yoksa tam bir başarısızlık mı söz konusu?

Bu arada başka bir gelişme var, kimse bundan bahsetmiyor: Fransa'nın NATO'nun askerî kanadına dönüşü. 1966'da Charles de Gaulle'ün kararıyla Fransa, NATO'nun askerî kanadından ayrılmıştı, 17 Mart 2009'da Fransa Parlamentosu dönüş için karar aldı. Bunun için NATO üyesi ülkelerinin oybirliği lazım. Türkiye bu konuda da "veto hakkı"nı kullanmadı. Oysa aynı Fransa, Obama "Türkiye'yi AB'ye almalısınız." dediğinde "Sen işine bak" dedi, Merkel de açıkça "imtiyazlı ortaklıktan başka Türkiye için bir seçenek olmadığını" belirtti.

Burada sormak gerekir. Son yıllarda başarı üstüne başarı kaydettiği söylenen Türkiye a) Rasmussen'in NATO genel sekreterliğini, b) Fransa'nın NATO'nun askerî kanadına dönüşünü, c) Arnavutluk ve Hırvatistan'ın üyeliğini neden veto etmedi? "Ey Avrupa, madem AB yolunda bana zorluk çıkarıyorsun, ben de en tabii hakkımı kullanıyorum, üyelik sürecimi kolaylaştırmadıkça, ben de vetolarımı kaldırmam" diyemez miydi? Hatırlayalım, Yunanistan, anlaşmalara aykırı olarak "veto hakkını" bir şantaj aracı olarak kullandı, Kıbrıs Rum kesimini AB üyesi yaptı, şimdi aynı Kıbrıs, süreçleri vetolarıyla tıkıyor.

Obama "Amerika İslam'la savaşmayacak." diyor. Ama Rasmussen gibi İslam karşıtlığıyla ün kazanan bir şahini NATO Genel Sekreterliği'ne getirdi. Rasmussen açıkça "Türkiye asla AB üyesi olmayacak" demişti. Çünkü Türkiye farklı bir dünyanın ülkesidir.

Çoğu insan safça, Rasmussen'in basit anlamda "ifade özgürlüğü" çerçevesinde 30 Eylül 2005'te yayınlanan ve büyük infiallere sebep olan karikatürleri savunduğunu sanıyor. Hayır, bu yanlış. Karikatürler birer semboldü ve Batı'daki fanatik güçlerin İslam dünyasına karşı açık savaşlarının bir enstrümanı olarak kullanılıyordu. Rasmussen'in "özür dileyeceği" söylentileri çıkınca Danimarka Özgür Basın Derneği Başkanı Lars Hedegeaard şunları dedi: "Rasmussen'in İstanbul'da İslam dünyasına zeytin dalı uzatmasına tepki gösteriyoruz. İslam dünyasının incinmiş olması bizi rahatsız etmiş değil."

Karikatür krizinin politik anlamı şuydu:

1) Hz. Peygamber'e yapılan hakaret "medeniyetler çatışması"nın bir parçasıydı; halen öyle kullanılıyor.

2) İslamofobi konsepti çerçevesinde yürütülmüş bir projeydi. Rasmussen o günlerde yaptığı açıklamalarla İslam dünyasındaki gösterilerin artmasına sebep oldu, bilerek yangına körükle gitti.

3) Avrupa içinde yabancı düşmanlığını yaymayı ve sağcı-ırkçı partilere güç kazandırmayı amaçlıyordu.

Rasmussen, Afganistan ve Irak'ın işgalinde Bush'un Tony Blair'den sonra en hararetli destekçisi olarak öne çıkmıştı. Bu durumda tesadüfen seçilmiş bir isim olamaz. "Biz İslam'la savaşmayacağız." demesine rağmen Obama'nın Rasmussen'i seçmesi; AB ülkelerinin Rasmussen'i ortak aday olarak göstermesi ve bu konuda Türkiye'yi azarlarcasına açıklama yapmaları, bundan sonra NATO'nun müdahale etmeyi planladığı bölgelerin özelliğiyle bir arada düşünüldüğünde, Batı'nın İslam dünyasına "barış, diyalog ve işbirliği" değil, aksine çatışmadan başka seçenek bırakmadığını ima ediyor. Anlaşılan, yeni dönemde ABD, İslam dünyasına, ama özellikle Afganistan-Pakistan hattına saldırılarını NATO üzerinden yapmayı planlıyor, Türkiye'yi de yanına katmak istiyor.

Kaynak: Zaman Gazetesi

Önceki ve Sonraki Yazılar